Medya ve yazın hayatında ilk boy gösterdiğinde farklı ve garip isminden dolayı herkesin dikkatini çeken Dücane Cündioğlu, muhafazakar kesimin benimseyip bağrına bastığı bir entelektüeldi başlarda. Çok eskiden Milli Gazete’de yazı işleri müdür yardımcılığı yaparak bu camiada ismini duyurmuş, Kur’an ilimlerine yönelmişti. Mehmet Akif’in monografisini bile “Bir Kur’an Şairi” mottosuyla kaleme almış, Elmalı tefsirini de notlandırarak yayımlamıştı. Üstelik birçok dinî eserin redaksiyon kurulunda da yer almıştı. Belli bir zamana kadar bulunduğu tüm faaliyetlerde, öyle veya böyle, din ve gelenek eksenli bir profil ortaya koyan Dücane Bey, muhafazakar kesim tarafından rağbet gördü.
Fikir savrulmaları yaşamak, daha önce savunulan fikirleri revize etmek veya eski fikirleri bırakıp yeni fikirlerin savunuculuğuna soyunmak bir insan için son derece kabul edilebilir bir şey. Hatta buna eski fikirlerin aleyhinde bulunmayı bile eklemek mümkün. Fakat insanın, buna Dücane Cündioğlu da dahil, omuzlarında yükseldiği mahalleyi hakir görmesi ve onları, beslenme alışkanlıkları üzerinden küçümseyici bir retoriğe meze yapması en basit tabiriyle aymazlıktır.
Dücane Bey, birkaç yıl önce, “Kuru fasulye ve pilav yemeyenler, ayran içmeyenler Kur’an’ı anlayamazlar. Hamburger yiyip kola içmekle Kur’an anlaşılmaz.” Gafına imza atmıştı. Geçtiğimiz günlerde de “Tarhana çorbası içip dürüm yiyenlerin felsefe ile işi olmaz.” demiş ve yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemişti.
Tarhana çorbası ve dürüm yiyenlere felsefeyi çok gören Dücane’nin ifadeleri, toplumun bir kesimini beslenme tercihleri üzerinden aşağılamak olduğu kadar, felsefeyi dar bir elit çevreye sıkıştırma çabası aynı zamanda. Felsefeyi aristokratik bir ayrıcalığa dönüştürmeye yarayan bu tür sözler, eski, mütekaid bir “İslamcının” edindiği kültürel sermayeyi bir üstünlüğe çevirerek içinden çıktığı kesimi ilkel egosuyla küçümsemesi aslında. Belki de kendini daha elit göstermek veyahut kendisini elitist çevrelere kabul ettirme çabasıdır bu sözler.
Hazır, Dücane Bey söz konusu elitist retoriği ile tarhana çorbasını gündemimize getirmişken Tarhana Osman’dan bahsetmek geldi aklıma. Peşinen belirtilmesi gereken şu ki, biri edindiği bilimsel ve kültürel birikimi ile Anadolu insanını ezmeye çalışırken, diğeri benzer birikimi halkın uyanışı ve bilinçlenmesi için kullanmış. Tarhana Osman, bir aydın nasıl olması gerekir sorusunun çok net bir cevabı.
Osman Nuri Koçtürk nâm-ı diğer “Tarhana Osman”
Gıda ve beslenme politikaları konusundaki hassasiyeti ile tanınan Osman Nuri Koçtürk 1918’de İzmir’de doğdu. 1943’te Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nden mezun olarak veteriner teğmen rütbesiyle TSK’ya katıldı. Ankara Üniversitesi’nden “biyokimya” dalında doktor unvanını aldı. MSB tarafından, ordu beslenmesinde son gelişmeler ve ABD ordusunda beslenme konusunda inceleme yapmak üzere ABD’ye gönderildi. Dört yıl sonra yurda döndüğünde, 1953 yılında Askeri Biyoloji Enstitüsü kimyagerliğine atandı. Ankara Tıp Fakültesi Biyokimya Kürsüsünde gıda kontrolü ve hijyen doçenti oldu. 1961 yılında askerlikten ayrıldıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı ve Ziraat Bakanlığı’nda beslenme uzmanı olarak çalıştı. 1972’de emekli olduktan sonra İşçi sendikaları ve kooperatiflere danışmanlık yaptı. 1953-1978 yılları arasında yayımlanan 65 kitabı arasında Gıda Emperyalizmi, Sessiz Savaş ve Açlık Korkusu en fazla ses getiren kitaplarındandır.
Gittiği her yerde halka tarhana çorbası tüketmelerini ısrarla tavsiye ettiği için adı Tarhana Osman’a çıkan Osman Nuri Koçtürk, dünyaya yön veren güçlerin dünya savaşlarından sonra bir şeyi fark ederek politikalarını değiştirdiklerini söyler. Emperyalist devletler, silahlı mücadelenin pahalıya mal olduğunu fark etmişler ve başka türlü sömürge yöntemlerine baş vurmuşlardır. Önce insanlarda açlık korkusunu körükleyecek, ardından da gıda yardımı bahanesiyle bu ülkelere sızacaklar, böylece bu ülkeleri istedikleri gibi yönlendireceklerdi. Bu hem daha ucuz hem daha zahmetsiz bir yoldu onlar için.
Amerika’nın süt tozu, margarin ve cüce buğdayı ile mücadele
Tarhana Osman, o dönemin iki kutuplu ortamında ABD ve Sovyet Rusya’nın, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri gıda ve beslenme üzerinden sömürgeleştirdiğini fark ederek mücadele eden ilk kişilerdendir. Bu amaçla bilimsel yayınların yanında halka dönük yazılar, konferanslar ve programlar düzenledi. İlk mücadelesini, 1948’de İnönü’nün başında bulunduğu Tek Parti Dönemi hükumetinin Marshall Yardımları kapsamında imzaladığı ve okul çocuklarına ücretsiz dağıtılan Amerikan süt tozlarına karşı başlattı.
Suya karıştırılıp çocuklara içirilen Amerikan süt tozları, daha sağlıklı olduğu iddiasıyla çocuklara içiriliyordu. Oysa Anadolu insanı sağlıklı ve doğal inek sütüne erişemiyor değildi. Daha sağlıklı denerek körpe çocuklara içirilen bu zararlı süt tozlarını hükumet, geri çevirecek durumda da değildi. İşte tam bu sırada Tarhana Osman ortaya çıkarak bu zararlı tozlara karşı şiddetli bir mücadeleye girişti. Bu süt tozlarında kansere yol açan aflatoksin mantarı olduğunu bilimsel yollarla ispat ederek yıllar sonra da olsa yasaklanmasını sağladı.
Amerikalılar yurdum çocuklarını zehirliyordu ama bunu sözüm ona bir dostluk ve kardeşlik propagandasına dönüştürüyordu o yıllarda. O süt tozlarının içirildiği çocuklara Amerika’yı öven şarkılar bile söylettiriliyordu. Tango şarkıcısı Celal İnce’nin o dönem için bestelediği şarkı tam da buna hizmet ediyordu: Amerika Amerika / Türkler dünya durdukça / Beraberdir seninle / Hürriyet savaşında …
Tarhana Osman, Amerika’nın kendi ülkesindeki üretim artıklarını, tüketilemeyecek kadar kötü gıdaları gıda yardımı adı altında Türkiye’ye sattığını çok iyi biliyor, buna öfke duyuyordu. Bir sonraki hedefi Amerika’nın bize yedirdiği margarinlerdi. Türkiye’ye çok ucuza soya yağı ve margarin satıyorlardı. Zamanla piyasada halkın kullandığı tertemiz, sağlıklı zeytinyağının yerini Amerikan margarini almaya başladı. Hatta bu politikaların eseri olan on binlerce zeytin ağacının sökülerek yurtdışına tomruk olarak ihraç edilmesi de bu yıllara rastlar. Amerika, kalp damar hastalıkları ve zararlı kolesterol yaptığı gerekçesiyle margarin tüketimini en aza indirmiş ama onu bize yedirmişti. Hem de zeytinyağını zararlı gibi göstererek.
Tarhana Osman, soya yağı ve margarinin insan sağlığına ne kadar zararlı olduğunu anlatmak için ülkeyi karış karış gezerken bu arada ülkemizde bir şarkı çok popüler olur. İnsanları zeytinyağından ve Sümerbank’ın sattığı geleneksel basma fistandan soğutmayı amaçlayan türkünün sözleri şöyleydi: Zeytinyağlı yiyemem aman / Basma da fistan giyemem aman …
Amerika, süt tozu ve margarinden sonra Türkiye’ye cüce buğday da sattı. Bu buğday genetiğiyle oynanmış GDO’lu Sonora 64 buğdayıydı ve günümüzde bile her karanlık taşın altından çıkan Rockfeller vakfının fonlarıyla üretiliyordu. Bunun masum olmadığı buradan da anlaşılabilir. Bizim Tarhana Osman, genetiğiyle oynanmış bu buğdayın da ülkeye girmesine şiddetle karşı çıktı. Yaptığı her konuşmada, yazdığı her yazıda bu buğdayın zararlarından bahsederek halkı bilinçlendirdi. Çünkü bize yeten kendi buğdayımız varken bunun yerine ileride ithalatını yapmak zorunda kalacağımız bu buğdayı topraklarımıza ekmemiz ileride büyük tarım ve gıda krizlerine neden olacaktır. Bugünden baktığımızda Tarhana Osman’ın ne kadar haklı çıktığını üzülerek görüyoruz.
Tarhana Osman, CIA’nın kara listesinde
Tarhana Osman’ın gıda emperyalizmine karşı giriştiği amansız mücadele bir süre sonra bazı karanlık lobileri iyiden iyiye rahatsız etmeye başladı. Tekerlerine sokulan çomağı kırıp parçalamaları lazımdı. Öncesinde 1962’de Amerika’daki soya şirketleri kendilerine zarar veren Tarhana Osman’ı bir yolunu bulup Amerika’ya davet ederek ona birçok imkan sundular; ama bizimki vazgeçecek gibi değildi. 1966’da Tabii Senatör Haydar Tunçnakat’ın kamuoyuna açıkladığı bir listeye göre Tarhana Osman, CIA’nın Türkiye’de pasifize edilecek kişiler listesindeydi. Bu, Tarhana Osman’ın istenmeyen adam ilan edildiğini gösteriyordu. Konya’daki bir gezisi sırasında saldırıya uğradı. Bunu başka saldırılar takip etti. Fazlasıyla hak etmesine rağmen hiçbir üniversitede profesörlük kadrosu alamadı. Bütün kapılar yüzüne kapandı. 12 Eylül’de gözaltına alınarak bir süre hapis yattı.
Bütün hayat mücadelesini bir parçası olduğu toplumun hayrına harcayan ve bütün enerjisini halkın bilinçlenmesine sarf eden Tarhana Osman, bir aydının nasıl olması gerektiğinin en seçkin örneklerinden biri. Lüks ve şatafat içerisinde kurulduğu sırça köşkten halka tepeden bakmak yerine, bütün konfor alanlarını elinin tersiyle iten bu aydın şahsiyet, 1994’teki vefatına kadar ömrünün son demlerini inzivada geçirdi.
[email protected]