Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan'ın, İbni Haldun Üniversitesi Külliyesi'nin açılış konuşmasında çok samimi bir dille "Hükümet olmakla muktedir olmak, muktedir olmakla iktidar olmak arasındaki farkı iyi biliyorsunuz. Gerçek iktidarın fikri iktidar olduğunu iyi biliyoruz. Bunun için de fikri iktidarımızı da hala tesis edemediğimiz kanaatindeyim. " ifadelerini çok önemli buluyorum.

Bazı peşin fikirli ve tek taraflı düşünen kişilerin "18 yıldır iktidarda olan sizsiniz, bu konuda gerekeni yapsaydınız!" türünden yaklaşımlarını ve eleştirilerini faydalı ve olumlu bulmuyorum. Çünkü fikir temeline oturmuş güçlü bir medeniyet kurmak sadece devletin değil, bütün aydınların hatta vatanını seven herkesin üzerine düşen kutsal bir görevdir. Eğitim ve kültür, planlama olarak devletin yönetiminde olsa da ancak kişiler vasıtasıyla uygulanabilir. Başta öğretmenler, aydınlar, aileler, sivil toplum kuruluşları, yayıncılar bu fikir seferberliğinin öncüleri olmalıdır.

ÖNCELİK BİLİM TARİHİ'NE VERİLMELİ

Bilim Tarihi'nin önemini kavramak için merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin'in konferans ve sohbetlerinden birkaçını okumak bile yeterlidir.

Gülhane Parkının içinde 2008 yılında açılan İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi, onun yarım asırlık emek ve gayretinin müşahhas ve mücessem bir abidesidir. Bu müze, hemen yanı başındaki Topkapı Sarayı gibi tarih ve medeniyetin bugüne aksetmiş bir aynasıdır. İlkokuldan itibaren üniversite'ye kadar bütün öğrencilerin mutlaka gezdirilmesi ve ayrıntılı olarak bilgilendirilmesi gereken bir tarihi kaynaktır.

Hatta Milli Eğitim Bakanlığı bu müzenin gezilmesi ve tanıtımı için ciddi bir program hazırlamalıdır. Öncelikle Türkiye çapında ilgili branş öğretmenlerinin gruplar halinde İstanbul'a getirilip müzenin gezdirilerek bilgi sahibi olmaları sağlanmalıdır.

Fuat Sezgin Hocamız ömrünü adadığı Bilim Tarihi araştırmalarının sonunda şu kanaate varmıştır: Batı medeniyeti yani bugün ulaşılan sanayi ve teknolojinin temeli, İslam Medeniyetine dayanmaktadır. İnsanlığın bilim alanındaki gelişiminde, Mısır ve Yunan Medeniyetleri kadar İslam Medeniyetinin de çok büyük katkısı olmuştur. Özellikle Endülüs'teki bilim adamları ve yazdıkları eserler, tercümeler vasıtasıyla Avrupa rönesansının temelini teşkil etmiştir.

Tıp, Eczacılık, Biyoloji, Matematik, Astronomi, Fizik, Kimya gibi müspet bilimlerin yanı sıra, felsefe, mantık, psikoloji, sosyoloji, tarih, dil ve edebiyat gibi sosyal bilimlerin hepsinde Müslüman Bilim öncülerinin fikirleri, eserleri ve yaptığı buluşları öğrendiğimiz zaman, değil aşağılık kompleksine kapılmak, üstünlük iddiasına bile kalkışabiliriz.

Ama maalesef, hocamızın dediği gibi: "Genellikle Müslümanlar, özellikle de Türkler, İslam kültür dünyasının bilimler tarihindeki yerini ya çok az biliyorlar, ya hiç bilmiyorlar veya bu kültür dünyasına karşı çok yanlış görüşler taşıyorlar."

Çünkü art niyetli, kendi dinine ve kültürüne düşman bir zihniyet, bu durumdan istifade ederek uzun yıllar boyunca nesiller üzerinde etkili olmuştur. Bu yüzden temel fikirleri olan "din ve inancın Müslüman toplumları geri bıraktığı" iddialarının yanlış olduğunu asla kabul etmeye yanaşmamaktadırlar.

MÜSLÜMAN BİLİM ÖNCÜLERİ

Biz gençliğimize batının ileri teknolojisi karşısında nasıl bir bakış açısı vermek istiyoruz? Hayranlık mı, taklit mi, faydalanma mı, sahiplenme mi yoksa aşağılık kompleksi mi? Üzülerek belirtelim ki, Tanzimat'tan bu yana aydınların takındığı bu yanlış tavır yüzünden kültürümüz, inancımız ve şuurumuz çok zarar gördü. Aynı yanlış zihniyet, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte artarak devam etti. İşte bu noktada büyük bir tarihi kırılma yaşandı.

Fuat Sezgin Hocamız bunun örneğini kendi hayatından veriyor:

"1943 yılında İstanbul Üniversitesinde Şarkiyat tahsiline başladığımda, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şarkiyatçısı olarak tanınan Hellmut Ritter'in öğrencisi olmak şans ve nimetine kavuştum. Bana ve fazla tembel bir öğrenci olmadığıma inanınca doğal bilimlerle özellikle matematikle ilgilenmemi, modern matematiğin temelinde İslam bilginlerinin kitaplarının bulunduğunu söyledi. Misal olarak el-Harizmi, İbn Yunus, İbn el-Heysem ve el-Biruni'nin adını andı. Onların batı dünyasında tanınan en büyük bilginler olduğunu söyledi. O gün eve gittim. Çok zor, uykusuz bir gece geçirdim.

Bir taraftan genç hafızamda eve götürdüğüm dört addan başka çok şey bilmek aşkı, öbür taraftan, ilkokula başladığım haftalarda süslü püslü hanım öğretmenimden duyduğum: "İslam bilginlerinin dünyanın bir öküzün boynuzu üzerine oturduğuna inandıkları" sözü benim için bir dönüm noktası oldu. Sabahın olmasını, hocama çok şeyler sorma saadetine kavuşma anını sabırsızlıkla bekledim."

İşte genç neslimizin eğitim ve kültür yoluyla maruz kaldığı ve kendi dininden, tarihinden, ecdadından ve bütünüyle geçmişinden soğutulmasına sebep olan resmi ideolojinin en açık örneği. Belki bazılarımız bunun daha aşırı örneklerini görmüş, açıkça dini inanç ve mukaddeslerimizle alay edildiğine hatta Allah'a ve Peygambere hakaret edildiğine şahit olmuşuzdur. Cumhuriyet aydınının güya medeniyet ve ilericilik adına savunduğu düşünce hep aynıydı.

DÜNYANIN İLK ARAŞTIRMA MERKEZİ: BEYTÜLHİKME

Doğuda gelişen İslam kültür ve medeniyetinin temelini atan bir okuldan söz etmek, konunun daha iyi anlaşılmasına yardım edecektir.

Halife Harunürreşid'in oğlu Abbasi Halifesi Me'mun, 830 yılında Bağdat'ta bir ilim, kültür ve araştırma merkezi kurar. Buraya "Beytülhikme" yani hikmetler, ilimler evi adı verilir. Burası tercüme bürosu, araştırma merkezi, kütüphane ve rasathane fonksiyonlarını içinde barındıran bir akademi gibi çalışmaya başlar. Çok büyük bütçelerin tahsis edildiği bu merkezde çeşitli dilleri bilen mütercimler ve ilim adamları faaliyet gösterir.

Anlatıldığına göre Halife Me'mun, sadece Grekçe tercümeler için 300 bin dinar harcamıştı. Bazı çok kıymetli kitap tercümeleri için ağırlığınca altınla bedel ödeniyordu. Bu tercüme çalışmaları kısa zamanda yerini ilmi araştırmalara bırakmış, bilhassa coğrafya ve astronomi alanlarında çok ciddi çalışmalar yapılmaya başlanmıştı. Zamanla bu faaliyetler artarak bütün İslam coğrafyasına yayıldı.

Her birinin hayatı ve çalışmaları bir kitap teşkil edebilecek Müslüman bilim öncülerinden bazılarının ismini vermekle yetinelim. Felsefede İbni Sina, Farabi, İbni Rüşd, İbni Tufeyl; tıpta İbni Sina, Razi, Zehravi, İbni Zuhr; metematik, coğrafya ve astronomide Biruni, Battani; kimyada Cabir bin Hayyan, cebirde Harizmi, göz tıbbında Huneyn bin İshak, tarih ve soyolojide İbni Haldun, fizik ve optikte Kindi, İbni Heysem; botanik ve eczacılıkta İbni Baytar, ilk uçan adam İbni Firnas, küçük kan dolaşımını bulan İbnünnefis, matematik ve astronomide Mecriti, Zerkali, coğrafyada İdrisi, Piri Reis, ziratta İbni Avvam.

SÖMÜRGECİ ZİHNİYETİN ZAFERİ

Maalesef sömürgeci zihniyet, hem kendileri İslam Bilim Tarihini yok saydılar hem de bize unutturdular. Müslümanlarda batı kültür ve medeniyetine karşı tapınma derecesinde bir bağlılık meydana gelince, kendi din ve kültürlerine karşı da şiddetli bir aşağılık kompleksi oluştu. İşte batı emperyalizminin Müslümanlara karşı maddi ve manevi alanda elde ettiği tam bir zafer. Bilim ve teknolojideki gerileme zaman içinde telafi edilebilir ama zihniyetteki deformasyonun düzelmesi çok zordur. Eğitim sistemi de söz konusu yanlışı destekliyorsa bunu önlemek neredeyse imkânsızdır.

Eğitim ve kültür alanında yeterince ilerleme kaydetmediğimizi söyleyen politikacılara çok kolay bir yol çizilmiş oluyor. Her kademeden eğitim kurumlarına İslam Bilim Tarihi dersleri koymakla ve Fuat Sezgin Hocamızın büyük emek ve gayretle kurduğu müzeyi gençlerimizin görmelerini ve anlamalarını sağlamakla bu eksikliği kolayca giderebiliriz.

Sağlam fikir temeline oturtulmuş eğitim ve kültür faaliyetleri, yeni nesilleri çok kolay bilinçlendirecektir. Dininden, inancından, tarihinden ve kültüründen kopmayan, aşağılık kompleksinden kurtulmuş, şuurlu, ahlaklı, çalışkan nesiller istiyorsak; onların önce fikren yetişmelerini sağlamalıyız.