“İyilik eden mükâfat beklediği an tefecidir.”

Cemil Meriç

Olay güneybatı vilâyetlerimizden biri olan Aydın’da geçiyor. Trafiğin içine dalmış bir kız kendinden geçercesine bağırıyor. Görenler aklını yitirmiş zanneder. Manzaraya şâhit olanların ilk anda vereceği hükümse şu olur: “Zavallı, sara nöbeti geçiriyor anlaşılan. Yazık, pek de genç…” Polisin hızla olay yerinden uzaklaştırdığı kızımızın ağzından ise o esnada şu inciler dökülüyor: “Cahiller, cahil ordusu.” Bu sözleri neden söylüyor, kim için sarf ediyor?” diye düşünürken şahsın kimliğini öğreniyoruz. İşte o zaman mes’elenin de ne olduğu anlaşılıyor.

Hanımefendi(!) bir CHP sempatizanı. Seçim gecesi yaşanan bu hâdise de bir hayal kırıklığının ürünü. Kızımız, korna çalarak seçim zaferini kutlayan iktidar partisi konvoyuna saldırıyor ve mensubu olduğu partinin yaşadığı hezimetin sebebini, kendi partisine oy vermeyen iktidar destekçisi kitlede arıyor. Yıllardan beri iktidar olamamanın, sürekli seçim kaybetmenin, her seferinde sandığa gömülmenin sebep olduğu ezikliğin yansıması hep bunlar.

Bunun münferit bir hâdise olduğu da söylenemez. Zîrâ kendi dar çevremizde bile buna benzer örneklerle karşılaşıyoruz sık sık. Bir süre önce yakından tanıdığım bir hanımefendi, 2018 seçimlerinden sonra bir yakınının sosyal medya sayfasında kendi yaşadığı ilçedeki hemşehrileriyle ilgili olarak şöyle bir paylaşım yaptığını söylemişti bana: “……..’ta yaşayan insanların çoğu aptal.” Babası o beldede bir CHP ileri geleni olan bu şahsın tavrıyla yukarıdaki hâdise arasında mantalite itibarıyla hiçbir fark yok. Kendisine oy vermeyen kitleyi en bayağı sözlerle yaftalayan, en ağır ve galiz hakaretleri etmeyi hak olarak gören bir zihniyet bu. Suçu asla kendisinde aramayan ve sürekli olarak da muhatabını itham etmeye alışmış bir anlayış. İstediğini alamadığında kin ve nefret kusmaya hazır, vicdanı kararmış bir canlı türüyle karşı karşıyayız. Yüzlerine geçirdikleri kuzu postunun altında dişlerinin arasından kan damlayan hain bir kurt çehresi sırıtıyor. Pusuya yatmış, avının üzerine atılmak üzere bekliyor.

Bu tehlikeli gürûh yıllardan beri hiç durmadan bileniyor. Her seçimden önce savaş baltalarını çıkarıp nara atıyorlar. Seçim geçtikten sonra ise çaresiz, o baltaları tekrar yerine koyuyorlar. Bunların derdi, millete hizmet değil kesinlikle… Tek dertleri var, o da intikam almak. İçlerinden çıkmış ve artık onlarla arasına mesafe koymuş Hulki Cevizoğlu gibi gazeteciler bile bu gerçeği itiraf ediyor. Peki, neyin intikamını alacaklar? Uzun süren muhalefet yıllarının, yıllar boyunca iktidara hasret yaşamanın intikamını mı? Garip ama gerçek... İşte bunun için milletten vekâlet istiyorlar. Niyetlerini sezen millet de her seferinde onlardan yüz çeviriyor. O yüzden de yalnızca vekile değil, onu iktidara taşıyan kitleye de düşmanlar.

Her küp içindekini sızdırır. Aralarından çıkan birtakım kodamanlar, çıldırının anaforunda yaşadıkları için zaman zaman niyetlerini ifşâ etmekten de geri durmuyor. “Allah yüzünün nurunu almış.” diyebileceğiniz kanadı kırık bir gazeteci müsveddesi bakın ne diyor:  “Bunun da bir hesap günü gelecek. Şimdi mağdur biziz. Biz de sizi mağdur edecez elbette.” Soruyoruz hanımefendiye; Bugüne kadar ne tür bir mağduriyet yaşadınız acaba? Şahsen hangi hakkınız iktidar tarafından gasp edildi? Diktatör dediğiniz adama bile aklınıza estikçe küfür eden siz değil misiniz? Doğrusu yaşadıkları tek mağduriyet, hiçbir seçimde ekseriyetin tasvibine mazhar olamamak, iktidar yüzü görememek. O zaman da “Her şey sandık değil.” demeye başlıyorlar. Seçimle ulaşamadıkları iktidara bir takım cingözlüklerle el koymaya çalışıyorlar. Bunların karakterine işlemiş o faşizan ve antidemokratik ruh.

Bu minvalde yine bazı kendini bilmezlerin seçim sonrası sosyal medya üzerinden yaptıkları depremzedeleri hedef alan paylaşımlarına da hiç şaşırmadım. Birileri yadırgasa da ben yadırgamadım. Çünkü akrepten bal yapması beklenmez. Ben de bugüne değin bu zihniyetten memleketin hayrına olacak bir şey beklemedim, beklemiyorum da…

Ne kadar ucuz olduklarını ise ancak böylesine olağanüstü dönemlerden geçerken anlıyor insan. Tıynetlerini tümüyle teşhis edebilmek için, Allah’ın hikmeti, deprem ve seçim gibi iki hâdisenin peşi sıra yaşanması gerekiyormuş meğer. Yaptığı iyiliği başa kakan, deprem yardımını dahi oy şartına bağlayan, insanların mağduriyetlerinden bile menfaat devşirmeye kalkışan, o yüzden de kendisini kalp paradan bile daha adî bir derekeye düşüren bir zihniyetle karşı karşıyayız. Karşılığını alamadığında ise “Zehir zıkkım olsun.” diyecek kadar basitleşen kir ve habâset dolu bir zihniyet.

Ben şaşırmadım, şaşırmıyorum. Siz de şaşırmayın sakın. Bu zihniyet ve türevleri pozitivist ontolojiye mensuptur. Hâliyle varlığa bakışları da o istikamette şekillenmiştir. O yüzden de bu zihniyet sahiplerinden “Halka hizmet, Hakk’a hizmettir.” düstûru çerçevesinde bir tavır sergilemelerini beklemek abes olur. Yani onların defterinde vermeden almak yoktur. Diyebiliriz ki bu duygu, gökyüzündeki andromeda yıldızı kadar uzaktır onlara. Elbette CHP’ye oy veren, köken olarak bu partiye mensup herkesi aynı kefeye koymuyoruz. İçlerinde tamamen bu çerçevenin dışında kalan, benim de tanıdığım çok insan var. Hattâ bazıları da dostum ve büyüğüm. Kısacası biz burada yalnızca bir zihniyete işâret ediyoruz, şahıslara değil. Ve de biz yine sadece o zihniyeti eleştiriyoruz, kişileri değil. Evet, herkesin bilmesi ve tanıması gereken CHP adıyla mâhut milletin öz kültürüne yabancı sakim bir zihniyet yaşıyor bu memlekette. Bizim gayemizse, ciğerlerine kadar gayz ve nefretle dolu o zihniyeti her hâliyle teşhis ve teşhir etmek.

Bu zihniyetin millete hizmet potansiyeli de sıfıra yakın. Tek hobileri festival düzenleyip kermes yapmak. Göze çarpan tek icraatları ise her köşe başına heykel dikmek. Muhalefet anlayışlarında ise aka kara, karaya da ak demek var. Zaten bildikleri de yalnızca ondan ibaret. Fakat ne yazık ki hâlâ birileri “Biz dededen, babadan CHP’liyiz. Böyle geldik, böyle gideriz.” kör mantığı içerisinde bunların kavalını çalmaya devam ediyor. Tabiî kendi kararları, bundan öte bize söz düşmez.

Yine bu zihniyet, ülkemize sığınan Suriyelilere de bir an önce defedilmesi gereken varlıklar gözüyle bakıyor. Kanaatimce, birlikte yaşama kültüründen habersiz, istediğini alamayınca kendi insanına karşı bile acımasız olan bu zihniyetin, üzerine bastığımız topraklardaki varlık sebebinin tartışılması gerekiyor hepsinden önce. Zîrâ içlerinde öğrencilerimin de olduğu, hattâ bazılarını yakından da tanıdığım sığınmacılar ile daha kolay anlaşabildiğimi görüyorum. Büyük çoğunluğu canlarını kurtarmak için Türkiye’ye sığınmış Suriyeliler mi bize uzak, yoksa bu toplumda yaşadığı hâlde depremzedelere yaptığı yardımı, beklediği siyasî desteği alamayınca onların başına kakan hattâ daha da ileriye gidip “Ölsünler.” diyecek kadar zalimleşen bu kokuşmuş zihniyetin sahipleri mi? Acaba hangisi bu toplumun kültürel kodlarına daha yakın?

Fink attıkları sosyal medya mecralarında, “Biz basar gideriz yurtdışına, hayatımızı kurtarırız. Diplomamız var, yabancı dilimiz var. Ama bundan sonra siz bizim için yoksunuz.” diyen şuuraltı bulanık müptezellerin bu ülkeye olan nispet ve aidiyetlerinin sorgulanma zamanı gelmiştir artık.   

Kendi siyasî görüşünden olmayana zehirli dilini uzatıp “vatan haini” yaftasını basan fakat ilk fırsatta kapağı hayranı oldukları Batı ülkelerine atmakta hiçbir beis görmeyen bu şahısların mensubiyet iddiası kimlik kartlarının üzerindeki T.C damgasından ibarettir yalnızca. Millete hakaret etmeyi marifet sayan bu klavye kahramanı züppelerin birçoğunun hazır yemekten öte bu millete yaptıkları bir katkı da yoktur ayrıca.

Herhalde bu zihniyete verilebilecek en güzel cevabı şu kıssa fazlasıyla veriyor bize: Ağanın biri, günün birinde bir köprü yaptırır Dicle’nin üstüne. Muradı, davarlarını, marabalarını üzerinden geçirmektir. Gel zaman git zaman, oralardan geçen bir askerî birlik köprünün üzerinden geçecek olur. Üzerindeki silah ve ağırlıklarla köprünün önüne gelir. Ağa askerin önüne dikilerek komutana; “Buraların ağası benim. Köprü benim, mülk benim. Eğer köprüden geçecekseniz, eratın her biri için bir akçe isterim. Bu gece burada konaklamanıza da ancak öyle izin veririm.” der. Komutan hak duygusuna sahip bir âdemdir. İçinden şöyle geçirir: “Ağa haklı. Köprüyü o yaptırdı. Lâkin devletin de öyle bir parası yok.” Daha sonra da bir köprüye bakar bir de suya. Üstünde üniforması, ardında askerleri atlar suyun içine. Hiç ümit etmediği bir durumla karşılaşan ağa şaşkın bir vaziyette bakakalır komutanın yüzüne. Bunun üzerine komutan şöyle der ağaya: “Geçmem muhannet köprüsünden su aparsa beni, yatmam çakal yatağında aslanlar yese beni.”

Yakın zamanda yaşadığımız deprem tecrübesi bize bir kez daha göstermiştir ki, bu zihniyete güven olmaz ve de onun ipiyle asla kuyuya inilmez. Ayrıca muhannete de devlet emanet edilmez. O yüzden de bu millet bundan sonra o cihetten gelecek suret-i haktan görünen her türlü teklife karşı komutanın ağaya vermiş olduğu o mânîdar cevabı verecektir nazikçe:

“Geçmem muhannet köprüsünden su aparsa beni, yatmam çakal yatağında aslanlar yese beni.”