Bir şey ilgimizi çektiğinde, ilgimiz dikkatimizi, dikkatimiz ise konsantrasyonumuzu çeker. İlgimizi çeken şeye bakışımız devam ederse, o şeyi daha detaylı görürüz, tanımaya ve anlamaya başlarız.  İşte bu, gönül kapımızın tıklanması anlamına gelir. Bu, sevmenin habercisidir ve bütün bunlara bir bakış vesile olabilir. Gözlerimiz beynimizin giriş kapısıdır. Buna, kulaklarımız, ellerimiz ve sezgilerimiz de iştirak eder. Yani gördüğümüz şeyler içimize işler ve bizi etkiler.

İlgimiz, gıdamız olur

Zihnimiz ve gönlümüz nereden besleniyorsa, oradan ayrılmak istemeyiz. Seçici algımız, ilgi ile yöneldiğimiz şeyi fark ettirir ve ona odaklanırız. Eğer nerede olduğumuzu ve neleri görmemiz gerektiğini seçmezsek, sürekli gördüklerimize alışırız ve giderek aramaya başlarız. Mevlâna Hazretleri (r.a.); “İnsanın değeri, aradığı şeydir” buyuruyor. Biz, neyi arıyoruz? Belli bir ideale göre yaşayabilmek için zihnimize ve gönlümüze malzeme mi arıyoruz ya da yoldan çıkarmak isteyenlere malzeme mi oluyoruz? Ömrümüz tek kullanımlık anlardan oluşuyor. Bu durumda, beslenme kaynaklarımızı; yani okuduklarımızı, gördüklerimizi ve gönlümüze misafir ettiklerimizi seçersek; rotada kalmamız çok daha mümkün olur. Eğer hayatımızı kendi akışına bırakırsak, seçici olmazsak; aklımızın ve ideallerimizin değil, günübirlik hazların ve konforun kontrolüne girme riskimiz oluşur.

Kimi dinlemeli ve kime yönelmeliyiz?

Bizi var edip bir maksatla yeryüzüne gönderenin komutlarına mı yoksa tam tersi bir istikamette ilerletmek isteyenlerin, göz alıcı, kandırıcı, akıl ve gönül tuzaklarına mı? Kime yönelmeliyiz? Gözümüze ve gönlümüze temas edenler temiz olursa biz de temiz kalırız. Bunlar kirli ise biz de kirleniriz. Zihnin ve gönlün kirlenmesi, düşünce ve duygularımızı bozar ve bizi istemediğimiz istikamete doğru ilerletir. Çevremiz de bu anlayışa sahip insanlardan oluşmaya başlar. Eğer dünyaya gönderenin gönderme maksadını gündemimizde canlı tutup ona uygun olarak hâlimizi düzeltmeye çalışmazsak, o kadar hızlı bir şekilde yanlış tarafa ilerleriz ki, ne kadar ilerlediğimizi görünce biz bile şaşarız. Doğrunun adımları emin, ağır ve oturaklıdır. Yanlışın adımları hızlı, güvensiz ve düşüncesizcedir ve ilâveten zararı çok derinlere işler. Bu durumda doğru bir hayat için, farkındalığı yüksek bir anlayışa ihtiyacımız var.  

Dualarımız imdadımıza yetişmeli

Bazen Hak’tanmış gibi görünen ve bizi yanıltan kişiler, ilişkiler olabilir. En çok bilenimiz ve millete akıl verenimiz bile yanılabilir. Beşer olan şaşar. Fakat biz hangi durumda ve kimlerle beraber olursak olalım, dualarımız doğru olursa, Rabbimiz (c.c.) rahmeti ve merhametiyle bizi o darboğazdan kurtarabilir. Bu da neyi istememiz gerektiğini bilmekle alakalıdır. Diyebiliriz ki; “Ey Rabbim (c.c.), ben yanılabilirim fakat Sen yanılmazsın. Ben bilemem fakat Sen bilirsin. Benim gücüm hiçbir şeye yetmez fakat Senin gücün her şeye yeter. Sen beni kendi yolunun yolcusu eyle. Dostlarımı sevdiklerinden seçebilmemi nasip eyle. Beni doğruya ulaştıracak bilgileri, işaretleri zihnime ve gönlüme nakşet. Arayışım Sen ol. Doğru soru sordur ve cevabı Sen ol. Beni bana bırakma ey âlemlerin Rabbi (c.c.) olan ulu Allah’ım (c.c.).”