Niçin eğitim yerine maarif kelimesini tercih ediyoruz?  Kendi maarif dünyanızı kendi öz kavramlarınızla kurabilirsiniz.  Bir ilme vukufiyet o ilmin lügatine vakıf olmak ile başlıyor. Tarihe bîganelik, kültüre kayıtsızlık, maddi manevi değerlerimize yabanilik lisana yabancılık ile başlıyor. Lisan üzerinde oynanan oyunlarla bir milletin gençliği tarihinden, kendi kültür ve dinindeki insanlardan kopartıldığını biliyoruz.

Bir kere “eğitim” kavramının kökeninin menfi manalar çağrıştırdığını biliyoruz. Mesela kelimenin kökü olan eğ/eğmek fiilinden bir şeyin, bir nesnenin ya da bir insanın eğilmesi, bükülmesi, kontrol altına alınması ya da istenilen şekle sokulması anlamlarını çıkarabiliriz; yani eğitilen nesne ya da özne ‘eğitilerek’ istenen şekle sokulmaktadır. Maariften eğitime geçmenin amacı, talim ve terbiyeyi ruhtan yoksun hale getirmek,   ilimden irfana giden yolları kapatmak idi. Bu kavramı merkeze alarak bu oyuna alet olmak istemedik. 

Konuyu isterseniz bir de uzmanından dinleyelim:  Bir zamanlar Türkiye Yazarlar Birliği Başkanlığı yapmış olan D. Mehmet Doğan eğitim ve maarif ve diğer ilgili kelimeler arasındaki bağlantıları ve çarpıklıkları çarpıcı bir şekilde anlatıyor. 

“Bir zamanlar “maarif” vardı. İlgili bakanlık da bu isimle anılırdı. Sonra ne oldu da maarif “eğitim” oldu? (…) Maarif kelimesi dolaşımdayken, terbiye, tahsil, talim, tedris, tedrisat gibi kelimeler de kullanımdaydı. Bu kavramla ilgili artık eski sayılan, kullanımdan düşmeye başlayan kelimeler ne âlemde? En önemlisi “eğitim” bunlardan hangisinin karşılığıdır? “Maarif”in olmadığı kesin! “Tahsil”in değil, o “öğretim”le karşılanıyor. Geriye kalan kelimelere bakalım. Ya “tedris”? Bu kelime de “öğretim”le karşılanıyor, kelime kıtlığında! Ne güzel, iki farklı anlama tek kelime! Kelimeleri yok et, zihnini daralt!

Buna rağmen “terbiye” kelimesi unutulmadı, unutturulamadı. Onun yerine uydurulan kelime “eğitim”di. Sokakta “eğitim-li” fakat “terbiye-siz” çok sayıda insanın varlığı bu kelimeyi yaşatıyor! Şimdi maarif yerine de “eğitim” kullanılıyor! Çünkü “Maarif Vekaleti” oldu “Eğitim Bakanlığı” hem de “millî”! Derin Türkçeden sığ öztürkçeye zorunlu “anayasal” geçiş! Doğrusu “maarif”i ne “eğitim”, ne de “öğretim” karşılıyor. Maarif esasen, “marifetler, bilgiler” demek. Anlam, tahsisî olarak kullanılırsa, “tahsille elde edilen bilgi” oluyor. Fakat maarif aynı zamanda kültür kelimesini karşılayan bir anlam taşır.”

Kültür mühendisliği ya da toplum mühendisliği günümüzün en etkin savaş metodu.  Bu mühendisliğin iki önemli aracı, eğitim kurumları ve basın-yayın. Önemli oyunlardan biri de kelime oyunları. Kelimelerin içini boşaltabilirsiniz.  Her kelimenin, o dili kullananların tarihî ve kültürel birikimine bağlı çağrıştırdığı manalar vardır.  Hele öyle kelimeler vardır ki, o ülkedekilerde derin duygular uyandırır, onları harekete geçirir.  Kültür mühendisliği ile sömürgeci eğitim yapısında bu tür kelime ve terimler yıprandırılır,  gözden düşürülür.  Hatta onlara sahte manalar yüklenir. İman ve inanç ifade eden kelimelere bu özellikle yapılır. 
Maarif, talebe, mektep, muallim… de içi boşaltılan mefhumlar oldu.  Yeni kelime, terimler, kavramlar da türetilir. Bunlar malum basın-yayın yoluyla üç beş yıl içinde halkın kafasına yerleştirilir.

Cemil Meriç’in o sözünü hatırlıyoruz:  

“Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan.”

Burada “yaratır” kelimesine takılanlar kelimelerin birden çok mana taşıdığını unutuyorlar. Hocanın (Muallim) en önemli görevi var olanı yinelemek/tekrarlamak/aktarmak değil, bilgiyi kullanmak, bir şeyi üretmek ya da oluşturmaktır.  Yazar yeni bir şey icat etmek ve üretmek anlamında  “yaratma” kelimesini kullanmış.  
Başkalarının kavramlarıyla kendi maarif dünyanızı kuramıyorsunuz. Kendi kültür ve medeniyet değerleriniz ile yetişmeyince kimliğiniz oluşmuyor. “Ezik ve omurgasız” kişilikler haline geliyorsunuz.  Üzerimizden başkaları kolaylıkla hâkimiyet kurmaya başlıyor.  

Yusuf Kaplan’ın bu konuda oldukça dikkat çekici bir sözü var: “Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız, Dünyaya kral olamazsınız. Ancak kralların soytarısı olursunuz.”  Bu sözün tecrübe edilmiş çok örneklerini sunabiliriz.  Türkiye’nin, anayasası, hukuk, kültür, siyaset, eğitim ve okul sistemi… hangisi kendimize ait? Başkasının gözleriyle ve gözlükleriyle, zihin kalıplarıyla ve kavramlarıyla kendi sorunlarımızı anlamaya kalkışıyoruz.  Olaylara Batılı zihin kalıplarıyla baktığımızdan temel meselelerimizi sürekli olarak yanlış değerlendiriyoruz.   

Nizamiye medreselerinin kurucu fikir babası Nizam-ül Mülk şöyle demişti:    

“Kitaplar bize ‘biz’i anlatmalıdır. Mektep ise ‘biz’i yaşatmalıdır.  Muallimler de ‘biz ’den biri olmalıdır.” 
Halbuki, kitaplar bizi anlatmadı, mekteplerde bizim modellerimiz uygulanmadı. Muallimler bizden birisi olmaktan çıkarıldı. 

Maarif Davamızın özünü bir kere daha özetleyelim. Davamız biz olmak meselesidir. Kaybettiğimiz geçmişimizi bulma ve öze dönme meselesidir.

Yeni ve Yerli Maarif  Modeli Denemesi

Bin yıldır âlim, ârif ve âsil (3A) insanlar yetiştiren maarifin temellerini ve esaslarını yeniden keşfetmemiz ve  diriltmemiz gerekiyor. “Güzel ahlak gibi asalet olmaz” peygamber sözünde ifade edildiği gibi “asalet” kavramı, ahlak ve âdab anlamı ile yüklüdür. Kuran Ahlakını yaşayan Resulün hal ve hareketleri,  söz ve davranışları, ecdadımızca örf ve gelenek, hatta kültür ve medeniyet haline getirilmiştir. 

Talim, terbiye ve tedris (3T) sürecinin amacı akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim (3S)  sahibi insanların (insan-ı kâmil) yetişmesini sağlamalıdır.  İman, kalbi ve kesbi bir istikameti ifade ediyor. İman, imanın meskûn mahalli kalp, ona malik olan da ruh olduğuna göre, şahsiyetin inşası, kalb-i selimin iktisabı ile başlıyor. İrade kalbin kastıdır.  Kalbin dirilişi iradenin de hakkını vermeye bağlıdır.  Esasen insanın imtihan sırrı irade ile tecelli eder (İnsan, imtihan ve irade; 3İ)
Akıl, kalp ve zevk(yaşama kültürü ve sanatı) alanlarında “selim” neticeler elde edebilmek için öncelikle üzerinde anlaşılmış bir kavramsal zemin teşkil edilmelidir. Akıldan kalbe ve kalpten akla yol vardır. Akıl ve kalp birbirini besliyor ve birbirine bakıyor. Aklın marifet ile beslenmesi sonucu ilim marifet halini alıyor ve ilmi ile amil ihlaslı insanlar yetişiyor. İlimden irfana giden yol böylece açılıyor (ilim, irfan, ihlas, 3İ).

İstidat çekirdekleri fıtrat tarlasında yeşermeyi beklemektedir. Okullardaki manevi hava, ruhların yüceliğinden doğan ilim ve irfan ve ibadet (3İ)  atmosferidir.  İnsani istidatlar öğrendikçe ve bu havayı soludukça daimi inkişaf haline geçer. (İnsan, İstidat ve İnkişaf; 3İ )        

Kalp aydınlığından mahrum kalan aklın kendi yolunu görmesi mümkün olmuyor.  Bilim aklı, maneviyat ve iman ise gönlü/kalbi büyütüyor.  
Akıl ve kalp “selim” yolu bulmuşsa, bu birliktelik zevk-i selimi doğuruyor.  Estetik dünyasında ve sanatkârlık semasında kişi kanat çırpmaya başlıyor. Üç selim (3S) bir bakıma üç kuvvenin  (3K)  dengesinden doğar (Kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye, 3K).    

Akl-ı selim seküler bilim telakkisinden (epistemolojik işgalinden) hürriyete kavuşmasında merkez karargâhı görevi yapar.  Akl-ı Selim, bilimi haçlı işgalinden kurtarmayı hedef alır ve yeniden İslam medeniyet yürüyüşüne ad olur. Tahlil, tasnif ve terkip  (3T) vasfı  kazanan akıl,  akl-ı selimdir ve  Mana-yı Harfi bakış açısına sahiptir. Mana-yı harfi bakış açısı, bilimin arka planda yeniden inşa edilmesi ile bilimleri kendi özüne ve asliyetine çevirir. Onu dünyeviliğe/materyalizme alet olmaktan kurtarır. Böylece mana-yı harfi, akl-ı selim mertebesine ulaşılması için basamak olur. Yani felsefenin hikmetle, bilimin ruhani boyutla bağı kurulur.  Sonuç olarak,  akl-ı selim,  eğitim/sanat ve maarif dünyamıza, medeniyet fikri, ruhu ve iddiası kazandırır.     

Bu modelde  talim ve terbiye,  istidlal/ispat, İstihraç/çıkarım  ve İlham/ buluş (3İ) üzerine bina edilecektir.  Bu tedris, talim ve terbiye (3T) modeli kullanıldığı takdirde  kişinin ulaşacağı nihai nokta, “dirayet” makamı olacaktır. “İstihraç” unutulunca, bilinenden bilinmeyeni çıkarmak, bilgiyi üretmek ve kullanmak da unutuldu. Dirayet de unutulan kavramlarımızdan birisi. Dirayet kavramı unutulunca dirayetli  insanlar kayboldu.  Yani ileriye dönük ve derinliği olan konularda geniş boyutlarda düşünme ve bunun neticesinde yeni şeyler bulma vasfına sahip insanlar kalmadı. Bu kelimenin karşılığı olarak Türkçe başka kelime bulmak mümkün olmadığını düşünüyoruz. 
Bu model bilginin aynı anda üç (3) yakinini kullanacaktır:    (ilmel yakin, aynel yakin, hakkel yakin). 

Bilginin “inanç” halini alması için fikrin çıktığı yolda   tahayyül, tasavvur, taakkul ve tasdik (4T) basamaklarını katetmesi yeterli değildir.  Müteakiben, ek olarak  iz’an, iltizam ve inanç  (3İ)  mertebelerine de uğraması  gerekir. Fikir ham olarak hayalde yeşerdiği noktada yolculuğa çıkacak ve “inanç” adlı 7. “istasyonda”  tam ve  olgunlaşmış meyve haline gelecektir. 

Önemli olan, fikrin inanç haline geldiği  eğitim ortamlarını sağlayabilmektir. Teklif ettiğimiz modelde öğrenme sığ malumatla yürütülecek bir etkinlik olmaktan çıkarılır; hakikatler kökleriyle öğrenilir.  Böylece öğrenilenler hayata geçer.

Kendi kavramlarımıza dayalı model, fikrin zihindeki mertebelerine mutabakat ettiği gibi, insandaki üç temel  potansiyel kuvvetlerin de (kuvve-i akliye, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye; 3K)  dengede tutulmasını dikkate alır.  Fatiha suresinde, “bizi doğru yola hidayet eyle” ifadesi ile üç kuvvenin ifrat ve tefrite (aşırılıklara) düşmekten korunması, yani Sırat-ı Müstakim’e erişilmesi istenir.Adalet (denge) her konuda ifrat ve tefritten uzak durarak orta yolu takip etmekle sağlanır. Bu üç insanî duygunun adalet hali sırası ile “hikmet, iffet ve şecaat” (HİŞ) kavramları ile  ifade edilir. 

Modelimizde adalet  merkezî kavramdır. Bu kavram, fıtrattaki tohumlar şeklinde var  olan istidat çekirdeklerinin  inkişafını esas alır.  Böylece tüm insani istidatların kendi mecralarında dengeli şekilde yürümesi sağlanır ve istidatlar “hakkı” ile inkişaf etmiş olur.    Sonuç olarak teklif ettiğimiz  modelde, talim ve terbiyenin, kısaca maarifin fıtrata dayalı şekli ortaya çıkacaktır.*

*Modelin daha geniş şekli Maarif Davamız kitabında ele alınmaktadır.