Akşamın serinliği, yerini gecenin derinliğine bırakırken… Gökyüzüne başkaldıran bloklar arasında, can havliyle atıldığı belli cılız bir çığlık yankılandı.
Avuç içi kadar balkonumun daha da daralmasına aldırmaksızın kulak kesildim bu sese… Zira şehir(?) denen heyulanın mekanik sesler keşmekeşine ait olma ihtimali çok düşüktü. Ses hafızamı yokladım. Bu cılız çığlık, kime ait olabilirdi? Hafıza raflarının en ücra bir köşeciğinde bir ipucu yakaladım. Bu cılız çığlık, yırtıcı bir kuşa ait olmalıydı. Lakin beton üstüne betondan müteşekkil bu donuk atmosferde, hürriyetine düşkünlüğüyle bilinen bir yırtıcı kuşun ne işi vardı? O gece bu sual cevabını bulamadı.
Takip eden günlerde cılız çığlık zaman zaman yankılandı apartmanlar arasında… Fakat çığlığın sahibinden bir iz yoktu. Ta ki kargaların organize bağırtılarıyla, önlerine kattıkları bir kerkenezi kovaladıklarına şahit olana kadar…
Şaşırmıştım. Çünkü kerkenezler şahinden sonra en çok rastlanan küçük bir doğan türüydü. Uzun, ensiz, sivri kanatları ve ince-uzun kuyruğu ile nev-i şahsına münhasır bir kuşcağızdı vesselam...
Açık arazide, su kenarlarında ve çalımsı bitkilerle kaplı sahralarda görmeye alıştığım bu garipçik ne arardı ki kentsel işgalin orta yerinde? Şehirleştire şehirleştire herc-ü merç ettiğimiz memlekette, baba ocağını bırakmak istemeyen şu garip kerkenezi 20 katlı bir binanın çatısında ikamet etmeye mecbur bırakmamız ne kadar da acı idi. Zavallı kerkenez hala karga ve martıların tacizine maruz kalarak, beton yığınlarının tasallutu altında fıtratının gereğini yerine getirmeye çabalıyor.
Bu hikâyede kargalar kötü adam(?) gibi algılanmış olabilir. Hâlbuki onların da mağdur olduğu bir başka hikâye daha var. Onu da anlatayım…
Bundan onbeş sene kadar evvel Kozlu mezarlığında ziyaret esnasında İstanbul’un sakini olduğuna hayretle şahitlik ettiğim yeşil papağanlar… Evet! Bu alımlı ve de çalımlı kuşlar… Yavaş yavaş Yedi Tepe’nin ne kadar park, koru, ağaçlık vb yeri varsa zaptetmiş meğer…
Geçenlerde Emirgan’a yolum düştüğünde kargaların papağanlar elinden muzdarip olduğunu müşahade ettim. Sayısal üstünlüğü ele geçiren (çoğulcu demokrasivari bir durum sanki!) papağanlar, bizim zavallı kargalara mekânı dar etmekte…
Kargalar, yerlisi oldukları mekânı paylaşmaya razı görünseler de aleyhlerine gelişen durumun farkında… Papağanlar, yuva edindikleri kısma tehdit gördükleri kargaları, tam bir takım oyunu anlayışıyla kovalamaktan ötesini yaparak uzaklaştırıyorlardı. Meğer Emirgan’da papağanlar gettolaşmış(!), yeşil alanın kadim müesses nizamının hilafına arıza çıkarır olmuşlardı. Karga gibi, yüz yılı aşkın ömür süren bir kuş türünün, sahip olduğu tecrübe dahi papağanlarla baş etmeye kifayet etmemişti.
Hoşnutsuzluğun dalga dalga yayıldığı kuşlar âleminde yayınlanan bir gazete olsaydı sanırım şu başlığı atardı: “Genç kargalar rahatsız”