Toplumları kalkındıran veya çökerten bazı uygulamalar vardır. Bunları hem hizmet ehli hem hezimet ehli iyi bilir. Ama hangi taraf daha çok çalışırsa onu muvaffak eder.
Son 20 yılda ülkemizde maddi anlamda ciddi kalkınmalar oldu. Lakin eğitim ve kültür alanında ciddi sorunlar karşımızda durmakta ve neslimize zarar vermeye devam etmektedir.
Türkiye Yüzyılı ancak eğitim, kültür ve manevi gelişimi önceleyerek yapılacak bilimsel ve teknolojik hamlelerle muvaffak olur. Nitekim bilim ve teknoloji alanında ülkemiz göğsümüzü kabartacak eserler kazandırdı.
Nesli İhyâ Medeniyeti İnşâ mefkûremize ulaşmak için önümüzdeki konu başlıkları ve çözülmesi gereken bazı öncelikli sorunlar şunlardır:

1. Kadının Beyanı Esastır
Hukuk, adil bir şekilde uygulandığı takdirde, insanın güven ve aidiyet yönlerini geliştirir. Herhangi bir kesim, cinsiyet, grup pozitif ayrımcılığa tabi tutulursa, diğer tarafın öfkesinin gelişmesine ve büyümesine sebep olur. Mağdurun beyanı esastır. Uygulamada ise “kadının beyanı esastır” uygulamasından dolayı on binlerce insan mağdur edilmiştir.

Mesela bir kadın, hiç alakası olmadığı halde sırf aynı markette bulunduğu bir süreci kanıt göstererek bir erkeğin kendisini taciz ettiğini ve o erkeği arayarak eğer belirlediği miktarca para ödemezse, kendisini şikâyet edip hapse attıracağını, süründürüp rezil edeceğini söyleyerek tehdit edip şantaj ve haksızlıklara sebep olabilmektedir. Kadının beyanı esas alındığından dolayı erkek ya boyun eğmekte ya da ceza almaktadır. Kadının beyanı esastır gibi bir yasal düzenleme en ilkel toplumlarda dahi görülmemiştir. Bu uygulamanın bir an önce kaldırılarak yerine daha adil, cinsiyetçi olmayan bir uygulama getirilmelidir. Ayrıca burada çok önemli bir noktada, bu uygulamadan dolayı nice mağdur erkek şeref ve haysiyetini kaybedip hâkim önüne çıkmakta ve itibarsızlaştırılmaktadır. İftira atan kadın ise hiçbir şey olmamış gibi, belki de başka iftira atacakları kurbanları keyif içinde aramaya devam etmektedir.

Gerçek mağdurları, bu uygulamayı şantaj olarak kullananlardan ayırmak için, iftira atan kişinin iftira attığı mahkeme huzurunda kabul ettiğinde, erkeğe verilecek cezanın aynısının iftirayı atan kadın için geçerli olmasını sağlamaktır. Böylece en azından iftiraların önüne geçilmiş olup, nice babanın, kocanın kısaca erkeğin onuru, şerefi, haysiyeti korunmuş olacak ve ailesinin dağılmasını engelleyecektir. Kadını da müfteri olma suçundan muhafaza etmiş olur.

2. 6284 No'lu Yasa
Bir yasa toplumda her ferdini koruması için çıkarılır. Diğer bir husus ise bir yasa çıktıktan sonra eğer hedeflediği alanda iyiliği, gelişmeyi sağlamıyorsa ve hatta zarar veriyorsa ortadan kaldırılmalıdır. 6284 no'lu yasa çıkarılmadan önce kadına şiddet çok daha az iken, çıkarıldıktan sonra kadına şiddet katlanarak artmaya başladı. Bunun sebebi ise genelde bu yasayı kullanarak kocasını terbiye etmeye çalışan kadınların haksız uygulamalarından dolayı, kocasına iftira, haksızlık ve adaletsizlik yapması sebebi ile erkeğin öfke ve saldırganlığını arttırmasıdır. Diğer bir boyutta kocasını evden uzaklaştırdıktan sonra başkasıyla zina yapma ortamı dahi yakalayan kadınların vakalarının varlığının medyaya düşmesidir. Yine kendi sevgilisiyle daha rahat hareket etmek için babasını evden uzaklaştıran kızlar, hatta okul müdürünü görevden aldırmak için kız öğrenciler ile iftira attıran kişiler, kendisi bizzat çevrimiçi sohbete davet edip cinsel konu açtırıp gafletini yakalayarak cinsel fotoğraf attıran erkeği 6284 nolu yasayla tehdit edip para isteyen kadınlar ve daha neler...

Bu yasa aileyi yıkmak isteyen müfterilerin ve aile düşmanlarının en büyük silahı haline gelmiştir.

Bir baba bana anlattı: Oğlu ve kayını gece yarılarına kadar küfür ederek, ağzını bozarak, bağırıp çağırıp sigara içerek pub-g oynadıklarını, evde yetişkin kızı olduğu için cinsel küfürlerden rahatsız olunca, bunları uyardığını, karısının ise ‘nasıl kardeşimi eve gönderirsin’ diye kendisi ile tartıştığını ve emniyete gidip uzaklaştırma kararı aldırdığını söyledi. Bunun üzerine 6 aylık uzaklaştırma aldığını ve altı ay bittikten sonra hiçbir temas olmamasına rağmen emniyetten aranıp 6 ay daha uzaklaştırmanın uzatıldığını söylemişti. Bunun üzerine boşanma davası açtığını ve dahası yine emniyet tarafından aranarak babasız kalan ailenin kızının birileri tarafından tecavüze uğradığı için arandığını söylemişti. Bu şahıs 6284 nolu yasanın hem yuvasını yıktığını hem de çocuğuna tecavüz edilmesinin önünü açması sebebiyle iki defa bu yasanın mağduru olduğunu söylemişti.

Bizim, aileyi koruyacak yasalara ihtiyacımız vardır. Ailenin içinde sadece kadını koruyacak yasalar çıkardığınız zaman, kadının narsist bir hale bürünmesini, erkeğin kimlik ve kişiliğini yitirmesini ve böylece ailenin yıkılmasını sağlarsınız.

6284 nolu yasa kaldırılarak kadının kadın, erkeğin ise erkek olmasını, görev ve sorumluluklarını doğru bir şekilde adilce tanımlayarak yeni yasalar yapılmalıdır.

3. Süresiz Nafaka
Nafaka konusu adil bir şekilde uygulandığında kadının hakkıdır. Oysa kocasından ayrılan kadın, süresiz nafaka isteyerek bazen sevgilisiyle yaşamaya devam ediyor. Hatta bir haberde okuduğumda olayın ne kadar vahim olduğunu fark ettim. Boşandığı kocasından nafaka alan kadın, bu nafakanın kendisine yetmediğini dava ederek sevgilisiyle birlikte eski kocasından aldığı nafakasını arttırmak için mahkemeye gidiyorlar. Ahlak bu işin neresinde? Adalet bu işin neresinde? Diğer taraftan süresiz nafaka yüzünden, boşanan erkek haklı bile olsa ekonomik olarak bir ev idare edemediğinden dolayı tekrar bir yuva kuramamakta yani evlenememektedir. Bu da yine aile sistemine çok ciddi zarar vermektedir. Bir başka yönden ise zengin biriyle evlenip tekrar ayrılarak denebilir ki bu işi sektör haline getirenler vardır. Adil olmayan konulardan bir diğeri ise kadın varlıklı olsa bile ve erkek çalışmasa bile yani işsiz de olsa yine kadın, erkekten süresiz nafaka talep edebiliyor. Dinen caiz olmayan ve dünyevi anlamda da birçok istismara sebep olan, evlenen kişi boşandığı takdirde süresiz nafakayla beli büküldüğü için tekrar bir yuva kuramadığından dolayı aile sistemine ve medeniyetin inşasına ciddi zarar veren konulardan biri olan süresiz nafaka kesinlikle kaldırılmalı ve iki tarafı da mağdur etmeyecek bir hale getirilmelidir.

En azından boşanmalarda kusurlu taraf göz önünde bulundurulmalı ve ona göre nafaka verilmesi sağlanmalıdır. Sadece erkeğe değil kusur iki tarafa da uygulanmalıdır. Elbette erkeğe nafaka verilsin demiyoruz ama en azından nafaka vermemesi gereken erkeğin de mağdur edilmemesi gerekmektedir. Biz bunları savunduğumuz zaman, sözde kadınları savunan, gerçek sosyal hayattaysa kadınların boşanmasına sebep olup çok daha zor bir hayat yaşamalarına sebep olan kadın savunucuları, bizi kadın düşmanı ilan etmektedir. Oysa biz hem kadını hem erkeği yani bir bütün olarak aileyi güçlü tutmak ve devamını sağlamak için mücadele etmekteyiz. Çünkü aile çökerse toplum çöker, medeniyet çöker. Bu sebeple hem kadının hem erkeğin adil bir şekilde hakları muhafaza edilmelidir. Haksız olanlar devlet tarafından adilce bu haksızlıkları bertaraf edilmelidir. Devletin sağlamadığı adaletin kişiler kendi kurallarıyla sağlamaya çalıştığı için, şiddet bu kadar yüksek seviyededir ve giderek de artmaktadır. Nafaka süresi evli kalınan süre ve kusurlu taraf göz önünde bulundurularak sınırlandırılmalıdır.

4. Erken! Evlilik Mağdurları
18 yaş sınırı batı için evlilik yaşı kabul edilir bir sınırdır. Çünkü ergenliğe giriş yaşı batıda 16-19 yaşlardır. Ama bu yaşlar Arabistan ve ekvatoral çevrede dokuza kadar düşmekte, Türkiye için 13-14 yaşa karşılık gelmektedir. Biyolojik olarak ergenliğe giriş yaşı evlilik için olgunluk yaşıdır. Fakat bu kişinin evlenmesi için tek kriter değildir. Psikolojik, sosyolojik, ekonomik anlamda aile kurup aileyi kaldırabilecek yani devam ettirebilecek yaş ve olgunluktaki insanlar evlenmelidir.

Evliliğin bir diğer olgusu ise toplumdan topluma gerekliliklerin değişmesidir. Mesela Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de 14 yaşında ergenliğe giren iki gencin 15 yaşında evlenmesi uygun olmayabilir. Lakin Güneydoğu Anadolu'da 13 yaşında ergenliğe giren iki gencin birbirini severek 15 yaşında evlenmesi ve geniş aileye dâhil edilmesi gayet normaldir. Çünkü burada geniş aile olması sebebiyle zaten ekonomik bir süreç tek başına gerekmiyor. Bununla birlikte zaten iki senedir ergenliğe giren ve aynı zamanda kendi istekleriyle de evlenen iki genci yıllar sonra, üç beş çocuğu doğduktan sonra, erken evlendi diye erkeği hapse atıp kadının başkalarının elinde rezil olmasına adalet diyenlerin akıllarını ve kalplerini tekrar yoklamaları gerekir. Bugün yüzlerce hatta belki binlerce insan kendi isteğiyle evlenmesine rağmen, yıllar sonra yapılan şikâyetler yüzünden yuvasından koparılmış, çocukları babasız, hanımları kocasız bırakılmış ve rezil bir hayata maruz bırakılmıştır. Bazı kadınlar psikolojik bunalımlar dahi yaşamaktadır. Kadının kocasını hapse atarak mı kadını seküler sözde kadın savunucuları koruyacak?En kısa zamanda tecavüzcü yaftası yapıştırılan bu insanların hapisten çıkarılıp, çocuklarının ve hanımının aile yuvasına gönderilmelidir.

Diğer bir boyut ise Allah'ın izin verdiği bir yaş sınırındaki evliliğe batının çizdiği bir sınır yüzünden Müslüman aileler mağdur edilmesi kabul edilir bir durum değildir. 14-15 yaşında Kendi isteğiyle cinsel ilişkiye giren gençleri herhangi bir şikâyet olmadığı takdirde ceza vermezken, kendileri severek, isteyerek Allah'ın emri peygamberin kavli ile nikâh kıyarak evlenen gençlere uygulanan bu zulüm arşı alayı titretir. Elbette tecavüzden dolayı, hele ki çocuk tecavüzünden dolayı hapse atılanlarla bunları karıştırmamak gerekir. Bir an önce bu mağdurların hapishaneden çıkarılması gerekir. Bir kesimin bağırıp çağırması yüzünden daha fazla bu insanlar çocuklarından ve hanımlarından uzak tutulmamalıdır.

5. LGBTİQP+: Cinsiyetsizleştirme Politikaları
Yaklaşık 200 yıldır ifsat komitesi ailenin yıkılması için ve özellikle son zamanlarda nüfusun düşürülmesi için başvurmadıkları ifsat kalmamıştır. Daha önce DSM ruhsal hastalık tanı kitabında bir rahatsızlık olarak alınmasına rağmen, baskı ile bunu kitaptan çıkarttıran LGBT lobisi, bütün dünyada neslimizi ifsat etmeye ve cinsel kimliğinden uzaklaştırmaya devam etmektedir. Allah, insanı bir kadın ve bir erkekten yaratmıştır. Diğer bir kimlik kabul edildiği takdirde evvel yaratılışa karşı gelinmiş demektir.

LGBTİQP+ lobisi toplumun ahlakını ve neslimizi ziuzeber etmektedir. Yürüttükleri sözde onur yürüyüşü adı altında benim dahi burada yazamayacağım kadar cinsel içerikli, ahlak karşıtı pankartlar ile gençlerimize kötü örnek olmaktadırlar. Bir eşcinsel yetişkinin yürüyüş sırasında daha bebek sayılacak küçük bir çocuğun dudaklarından öpmesi ahlaksızlık değil de nedir? İstismar değil de nedir?

Elbette biz bu eşcinsellerin kimlik ve kişiliğine saldırmıyoruz. Kendi cinsel kimliğini kendi içinde yaşaması konusuna da müdahale etmiyoruz. Fakat Lût kavmini helak eden eşcinselliğin gerek sosyal medya, dizi ve televizyonlarda gerekse sosyal hayatta propagandasının yapılması ile çocuklarımızın zehirlenmesine karşı çıkıyoruz.

Biliyoruz ki bu genetik değildir. Biyolojik değildir. Dolayısıyla gerekli terapilerle bu rahatsızlıktan kurtulduklarını da biliyoruz. Bu elbette onlara kalmış lakin devlet bunların önüne geçerek bütün STK’larını, dernek ve bütün yapılarını kapatmalıdır. Kendi cinsel kimliğini kendi içinde yaşamasına sözümüz yok. Lakin topluma bir bomba gibi düşüp neslimizi yoldan çıkaran LGBT lobilerinin bütün faaliyetlerinin bizzat devlet tarafından durdurulması gerekmektedir. Nice devletler bunların faaliyetlerini durdurmuş ve yasaklamıştır. Çünkü nesli muhafaza edemeyen devlet bir süre sonra Allah muhafaza çökmeye ve yok olmaya maruz kalır. Neslini koruyan devlet ise nice Fatihler, Yavuzlar, Selahaddinler yetiştirerek nesli ihyâ medeniyeti inşâ eder.

6. Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi
Şu an okullarda Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesinin (ETCEP) uygulamalarından dolayı erkek erkekliğini, kız ise kızlık kimliğini kaybetmeye maruz kalmıştır. Gerek ders kitapları içerikleri ve fotoğrafları gerekse bir kısım eğitimcilerin yaklaşımlarıyla çocuklarımız ve gençlerimiz okul eliyle cinsiyetsizleştirilmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği projesi bütün uygulamaları ve etkileri ile beraber bertaraf edilmelidir ki neslimizi kimlik kargaşası yaşamaktan muhafaza edelim. Uygulanmış, bitmiş bir proje gözüyle bakmak yerine, projenin devam eden etkileri ve uygulamaları ortadan kaldırmalıdır. Nitekim bir proje zaten belli bir süre için uygulanır. Sonrası ise uygulamalarını devam ettirme sürecine girer. Neslimizi muhafaza etmek için bu projenin bütün etkileri ortadan kaldırılmalıdır.

7. Ateist, Din Karşıtı Müfredat ve Ders Kitapları
Sayın cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın Erbakan Hoca'dan sonra büyük bir cesaretle “dindar bir nesil yetiştirme” düşüncesinin önündeki en büyük engellerden biri, ders kitapları içeriğinin ve müfredatın inancımızdan kopuk olması ve bir nevi ateist bir içeriğe sahip olmasıdır.
Mesela temel eğitim kitaplarında dini kavram ve sembolleri araştırdığımızda ilkokul ve ortaokul kitaplarında toplam 9 kez Allah isminin geçtiğini, bunun da sadece konu bazlı olduğunu, hiçbirinin inanç ve itikadı içermediğini fark ettik. Zaten ikisi de Hacivat-Karagöz'ün Allah Allah şaşırtmasıydı (https://dergipark.org.tr/tr/pub/jier/issue/72377/1141747).

Ders kitaplarımızda fiil var lakin fail yok, doğada sanat var fakat sanatçı olan Allah yok, yaratılan var fakat Yaratan Allah yok. Doğada her şey kendiliğinden oluyor. Kendi kendini idare ediyor, kendiliğinden yok oluyor… Din kültürü öğretmeni derse girip “Allah yaptı” demesinin ardından, biyoloji öğretmeninin derse girip “kâinat kanunları” demesi ve “kendi kendine var oluyor imajı çizmesi” gençlerin inanç krizi yaşaması için yeter de artar. Bir taraftan inançlı bir nesil yetiştirme söylemi diğer tarafta bütün eğitim sisteminin neredeyse batının seküler ve inançtan uzak hatta inanca karşı bir yapıda dizayn edilmesi… Bir an önce inançlı uzmanlardan, akademisyenlerden ve hatta sivil toplum kuruluşlarından heyetler, çalışma grupları oluşturularak müfredat ve kitap içerikleri yeniden inancımız ekseninde ele alınmalıdır.

Ayrıca din dersleri ana okuldan yani okul öncesinden başlanmak şartıyla üniversite son sınıfa kadar zorunlu hale getirilmelidir. Bu gün deizm ve ateizm gençlerimizi inanç krizine sürüklemekte ve nice bunalımlara ve hatta intiharlara sebep olmaktadır.

8. Öğretmen Yetiştirme Programı
Ben de Eğitim Fakültesi mezunu bir şahsiyet olarak, eğitim fakültelerimizde eğitim pedagojisi adı altında verilen derslerin 100 yıl önceki bilim adamlarının fikirleriyle aktarıldığını ve 100 yıl öncenin fikirleriyle, bilimiyle bugünün öğretmenlerini yetiştirip, yarının neslini yetiştirmesini sağlamaya çalışıyoruz. Bu ne bilimseldir, ne pedagojiktir. Neredeyse iki yılda bir, bilimin ve bilimsel çalışmaların değiştiğini her 6 ayda bir insanın bütün vücudunun hücrelerinin değiştiğini bildiğimiz bir zamanda, öğretmenlere 100 yıl öncenin pedagojik formasyonu ile yetiştirmek ve sadece dersleri iyi olduğu için bu alanda öğretmenlik bölümünü kazanması, bir nesli yetiştirmesi için asla yeterli değildir. Bugün öğretmenler daha üniversiteye kabul edilirken, sadece sınav değil çeşitli testler ve görüşmelerle daha sınava girmeden, kişinin öğretmenliğe uygun olup olmadığını tespit etmek gerekiyor. Nitekim istisnasız her genç, yani her çocuk öğretmenin elinden geçerek topluma hazırlanıyor. Eğitimin zorunlu olması bu anlamı taşıyor. Öğretmenlik mesleğine uygun olan kişilerin üniversiteye kabul edilmesi ve günümüz pedagojik formasyonları ile yetiştirilmesi durumunda bu öğretmenler “nesli ihyâ medeniyeti inşâ” edecektir.

9. Karma Eğitim
1789 Fransız devrimini yapan çoğu ateist grup, kilisenin bütün uygulamalarına karşı zıt uygulamalar getirdi. O dönemde kilise kız ve erkeği ayrı eğittiği için, bu ateist grup kız ve erkeği birleştirerek aynı sınıfta okutmaya başladılar. Her ne kadar eşitlik ilkesini uygulasalar da, eşitlik bazen büyük bir adaletsizliği beraberinde getirir, getirdi. Ülkemizde Cumhuriyet dönemi ile birlikte karma eğitime geçilmiş ve nice genç karma eğitim sebebiyle harcanmıştır. Mesela bir kızın bildiği bir soruyu dahi sınıfta erkek olması sebebiyle dillendirememesi, kendini ifade edememesi; bir erkeğin de aynı şekilde kız var diye bu süreci yaşaması bastırılmışlık duygusunun had safhada olduğu bir gençlik yetiştirmemize sebep oldu. Bunu bizzat ben dahi yaşadım. Sosyal, girişken ve eğitim hayatım boyunca sınıf başkanlığı, okul temsilciliği yapmama rağmen, bazen bildiğim soruları dahi sınıftaki kızlardan dolayı anlatamadığım oldu. Öğretmenlere bazen bunu anlattığımız zaman, çok ilkel bir şekilde bir kısım öğretmenler “kız olmazsa erkeği, erkek olmazsa kızı sınıfta susturamayız,” dediklerine şahit oldum. Oysa kızı erkekle, erkeği kızla bastırır yani bir baskı aracı olarak kullanıp susturacaksak, Eğitim fakültesinde aldığımız sınıf yönetimi dersi ne işe yarayacak?

Yine ergenlerde nice istismarın, taciz ve tecavüzün karma eğitimden kaynaklandığını da unutmamak gerekir. Bir kesim bu fikirlere karşı çıkabilir. Lakin madem demokratik bir ülkede yaşadığımızı dillendiriyorlar, demokratik bir ülkede her kesimin faydasına olacak ortamlar hazırlanmalıdır. Biz muhafazakâr ve mütedeyin insanlar kızlarımızın ayrı, erkeklerimizin ayrı okuyacakları okullar talep ediyoruz. Bir kısım okullar ise yine karma olsun. Böylece isteyen çocuğunu karma eğitime gönderir isteyen kız okuluna ve erkek okuluna çocuğunu gönderebilir. En demokratik yol budur, aynı zamanda bu en büyük adalettir, haktır.

10. İmam Hatip Okullarına İdareci ve Öğretmen Seçimi
İmam hatip okullarını diğer okullardan ayıran en önemli özellik din derslerinin yoğun olması ve topluma yön veren imamların, müezzinlerin büyük oranda da ilahiyatçıların bu okullardan çıkmasıdır. İmam hatiplere öğretmen ve idareci seçilirken, çocuğunu dini anlamda yetiştirmeye çalışan ailelerin hassasiyetleri göz önünde bulundurulmalıdır. Yani öğretmenler sadece puanla bu okullara gelmemelidir.

Dini hassasiyetinden dolayı çocuğunu İmam Hatip okullarına gönderen ailelerin mustarip olduğu konulardan bazıları şunlardır:
İnançsız ve İslam'a karşı olan öğretmenlerin burada olması, aşırı açık giyinen ve yine dine karşı olan öğretmenlerin İmam Hatip okullarında görev yapması, içki içtiği bilinen öğretmenlerin görev yapması, ağzı argolu, küfürlü olan öğretmenlerin görev yapması… Velilerin tepkisiyle sebep olmaktadır. Elbette herkesin inancı kendine ve herkes istediği gibi kendi özel hayatında giyinebilir, inanabilir ve yaşayabilir. Fakat İslam'ı temsil eden ve Müslümanların çocuklarını gönderdiği bu okullarda gerek ders kitapları gerek öğretmenler gerekse idareciler seçilirken dikkat edilmelidir. Sonuçta belli bir kesim çocuklarını bu okullara göndermekte ve bu kesimin de hassasiyetlerini göz önünde tuttuğumuz takdirde bu okullar asli amacına ulaşacaktır. Elbette bütün okullar bizim ve bütün çocuklar bizim sorumluluğumuzdadır, bizim çocuklarımızdır, bizim okullarımızdır. Lakin hassasiyet meselesi göz önünde bulundurulmalıdır. Bütüncül baktığımızda ise her çocuk kazanılmalıdır ve her kurumdaki çocuk bu vatanın evladıdır, bizimdir…

11. Gençlere Meslek Kazandırmak Amacı: MESEM
Yakın zamanda üniversitelerin birçoğu ve özellikle belli bölümleri etkisiz hale gelecektir. Uzaktan eğitim ve yaygın eğitim sürekli yükselişte ve ön planda, daha da çıkacak ön plana…
Bugün mesleki eğitimin önemi en iyi şekilde anlaşılmıştır. Nitekim işverenler teknik eleman bulamamaktan yakınmaktadır. Bir ülkede bir mühendisin olduğu yerde bazen 10 bazen 100 teknik elemanının çalışması gerekmektedir. Meslek liselerimiz 28 Şubat’la birlikte imam hatiplerle aynı projeye dâhil edilmiş ve bu yıkım projesi ile itibarsızlaştırılmıştır. Meslek liseleri her yönden tekrar canlandırılmalı ve özellikle mesleki eğitim merkezleri ortaokuldan başlamak şartıyla yaygınlaştırılmalıdır. Mesleki eğitim merkezleri pedagojik anlamda çıraklık yaşı olan ortaokuldan başlatıldığı takdirde, lisede ustalık öğrenecek ve böylece ülkemize” Türkiye Yüzyılında” ciddi anlamda katkı sağlayacaktır.


Yapılan yanlışlardan biri de “yıllardır çalışan kişinin mesleki eğitim merkezlerine kayıt yapılıp sayıyı arttırmış olmaktır. Zaten hâlihazırda çalışanları MESEM'e dâhil etmek devlete sadece yüktür. Sayısal veriler yerine gerçek anlamda kalkınmayı sağlayacak yeni meslek elemanları yetiştirmek gerekir. Meslek kazanamayan gençlerimiz başıboş bir hale bürünüp hem kendine hem topluma hem devlete zararlı bir yaşam sürebilmektedir. Bu sebeple mesleki eğitim merkezleri bütün okullardan daha hızlı bir şekilde yaygınlaştırılmalı ve desteklenmelidir.

12. Mesleki Ortaokulların Açılması
Covid döneminde fen liseleri dahi tatil yaparken ve neredeyse hiçbir fonksiyonu, faydası yokken, meslek liseleri dezenfektan, kolonya, maske ürettiler… Hatta Covid'in ilk dönemlerinde eczanelerde dahi maske bulamazken ve yüksek fiyatlarla alırken, meslek liselerinin yaptığı çalışma sonucu maskelerin fiyatları ciddi anlamda düştü. Kolonya ve dezenfektan krizinden ülkemiz kurtuldu. Bu da meslek liselerinin ne kadar büyük öneme sahip olduğunu bize kanıtladı. Lakin şu gerçeği görmemezlikten gelemeyiz: bugün en başarısız öğrenciler, normal liseye gidemeyen öğrenciler, meslek lisesine yönlendirilmektedir. Meslek liselerinde alan dersleri yeterince hassasiyetle işlenmemekte ve ciddi disiplin sorunları yaşamaktadır. Bu işin en önemli çözümü, meslek ortaokullarını açmaktadır. Mesela meslek açısından baktığımızda Selçuklu ve Osmanlılarda, bugün ilkokul dediğimiz yaşta öğrencilere temel ahlak ve okuma yazma öğretilirdi. Ortaokul yaşında çıraklık, lise yaşında kalfalık öğretilir ve liseden mezun olan yaş anlamında usta olurdu. Bu da devleti ayakta tutan en önemli ekonomik unsurdu.

Bugün ortaokul yaşı olan çıraklık lisede verilmeye çalışılmaktadır. Oysa liseye gelen kişinin artık çıraklığı öğrenmesi çok zor çünkü o yaşı geçmiştir.
Meslek liselerinde öğrenci sayısı çok azaldı. Meslek ortaokullarını tıpkı imam hatip ortaokullarını lise bünyesinde açıp yaygınlaşınca ayırdıysak (genelde), aynı şekilde meslek ortaokullarını da meslek lisesi bünyesinde açabiliriz. Böylece öğretmen ve mekân (okul binası) zaten hazır olmuş olacak.

  • Lanzarote Sözleşmesinin iptal edilmelidir.
  • Uluslararası Sözleşmelerin gözden geçirilmesi gerekmektedir.
  • Milli eğitimin AB merkezli eğitimlerinin yenilenmesi ve değerlerimize uygun hale getirilmesi gerekmektedir.
  • Genel öğretim ilkelerine ahlakilik, manevi yönelimlilik gibi bir ilkeler eklenmelidir.

Bu konu başlıkları hallolmadan nesli ihyâ medeniyeti inşâ mefkûremize ulaşamayız. Türkiye Yüzyılı ve sonrasını inşâ etmek için bu konular çözülmelidir.
Adnan Kalkan
Eğitimci yazar/Sosyolog
Psikoloji Bilimi Uzmanı
Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Vekili
[email protected]