Ortaçağda Müslümanları Bilim ve Araştırmada Zirve Yapan Sırrı Nasıl Yakalayabiliriz?

Müslümanların bilim alanında sistematik düşünme biçimine Kuran-ı Kerimle  kavuştu ise  peki  bu kavram sisteminin şekli ve muhtevası nasıldı? Bu sorudan  doğan başka bir soru: Kuran-ı Kerim ile gelen kavramsal dönüşümler ve değişen paradigmalar nelerdir?

Kuranın mesajını anlamayı birinci gündem maddesi haline getiren Müslümanlar kendilerini büyük bir araştırma şevkinin içinde buldular.   Kuran- Kerim’de geçen “emr”  ve “ilm” kavramı  her varlığın bir sistematiği ve çalışma prensibi bulunduğu anlatılıyordu. Eşyanın hakikatının öğrenilmesi isteniyordu. Sonuçta mantık, fizik, kimya, astronomi, botanik gibi bilimlerleride büyük keşifler ortaya çıktı.    

Kuranda “emr” 250 defa geçer. Emr ile ifade edilen Allah’ın ‘Hak’ isminin tecellileri esasen  tabiat kitabındaki  ‘bilimsel gerçekler’ dir.  Tabiat bir sanat galarisi ve fuar gibi hali ile  Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olmaktadır. Hangi varlığa nazar etsen orada Allah’ın varlığını ve birliğini ihtar ve işaret eden bir levha görürsün. Onun için her şey Allah’ı hatırlatıp tevhidi huzuru kazandıran birer vasıta halini alır;  Kur’an kainat kitabını okutturan ve ders veren bir muallim konumuna çıkar. Bu yüzden bilimle dinin, Kuranla kainatın ayrıklığı ve laikliği düşünülemez.

İslam'da ilme, öğrenmeye ve düşünmeye verilen önem, aslında insana verilen önemin bir göstergesidir.   Çünkü insanlar dünyaya bir ilim öğrenme programı ve donanımı ile dünyaya geliyorlar.  Mahiyet itibarı ile her şey ilme bağlı bulunmaktadır. Hz. Peygamber Kur’an vasıtasıyla Müslümanlara ilmin  ve tefekkürün en büyük   ibadet olduğu  dersini verdi. “Bir saat tefekkür bir sene ibadete eşdeğerdir”  dedi.

Asrı Saadet ve devamındaki asırlarda Müslümanlar Kuran’ın her cihetten insanı marifetullah adına tabiattaki sırları  öğrenmeye teşvik ettiğini gördüler. Bu teşvik bilimsel araştırma için şevk ve heyecanı doğurdu.  İlahi rızaya ermenin en önemli bir yolu tabiat kitabında  esma tecellerini  okumak ve böylece  tahkiki imana ulaşmak… Bilim marifete basamak olunca ilimden irfana giden yol açıldı. 

Müslümanlardan kainatın bir kitap gibi  okumaya ve sırlarını bir bir çözmeye başladılar. Bilimsel araştırma, teknik çalışma ve mesleki  faaliyetler  ibadet  hükmünde olduğunu Kuran ve Hadislerden ders aldılar. Bu anlayış  bilimsel sıçramada en büyük şevk kaynağı  oldu. Arkasından maddi terakki  ve gelişme sökün etti.   

Asr-ı Saadet ile  başlayan dönemde araştırmacı ve gözlemci’ bir toplum olmanın alt yapısı böylece kuruldu. Çünkü ''Kainat kitabını” okumak Kuranın emri idi. Kainat kitabını “okumak” için gerekli ve geçerli yolun fen ve matematik ilimleri ile sanatla yoğun bir şekilde  meşguliyetten geçiyordu. Matematik ve fen bilimlerinde gelişme mantıki tutarlılığın önünü açtı.  Doğru bilgi  için testler geliştirildi.   Tüm testler,  mantıklı, gözlemlerle tutarlı ve bilinen gerçeklerle uyumlu ise geçerli olabiliyordu. Kur'an’ın mesajları bu şekilde doğru anlaşıldı. 

Ancak 12. Asırdan sonra bir takım Yunan orijinli yanlış felsefi akımların ve batıl cereyanların etkisi ile   ilimdeki motivasyon yavaş yavaş kayboldu. Bilimler daha önce Kuran’ın bakış açısı ile  bir bütün olarak değerlendirilmekte idi.  Bu bakış  açısı terkedilmesi ile bilimler “dini” ve “dünyevi” diye ayrıma tabi tutuldu. Fen bilimleri gibi “dünyevi” addedilen bilimler gözden düşmeye başladı.

Eski Yunan düşünce geleneğinin kavramsal yapıları müslüman düşünürler ve kelamcılar tarafından Kur’an’daki kelime dokusuyla ciddi bir şekilde karşılaştırılarak değerlendirilmesi gerekiyordu. Bu bozulmanın en çarpıcı örneklerinden biri vücud (varlık) kavramının lisanlarında, Kur’an’daki  en temel kavramlardan biri olan Hakk (gerçeklik) kelimesinin yerine geçmiş olmasıdır. Bu kavramsal bozulma  Kur’anda’ki diğer birçok kelimenin de kullanım çerçevelerinin dışına itilmesine yol açtı. [1]Halbuki bu kelimeler gerçekliğin tanınmasında ve bilinmesinde en zengin ve en uygun kavramlar ağacını meydana getirmektedir.

Müslümanların lisanında meydana gelen bu ciddi kavramsal değişimin sonucu olarak,  Dünyaya ve olaylara bakışlarda da değişim oldu;  gerçeklik (HAK) kelimesi yerine varlık (vücud) merkezli bir kavramlar örgüsü hakim oldu. Tüm bunlara    Kadim Yunan anlayışının yerleşmesine tepki olarak ortaya çıkan bilimlerdeki bölünme sebep olmuştu. Kelamcıların bu akımlara çözüm sunamamaları içe kapanmayı netice verdi ve korumacı anlayışı doğurdu.

Bilgi ile gerçeklik arasındaki alaka bu şekilde kopunca   araştırma geleneği zayıfladı. [2]  Müslümanlar  bilimsel araştırmalardan çekildiler.  Müslümanların  mirasını devralan Avrupa ise   bilim ve gerçeklik arasındaki alaka ile hiç ilgilenmediler. Çünkü tabi oldukları Aristo felsefesi ve materyalist anlayış “hakikat” (Hak ismini) yerine varlığı öne çıkarıyordu.

Müslümanlar ilk 6 asır ilimde bilimde ve fikirde büyük gelişme içinde bulunduklarını gayet iyi biliyoruz.  Müslümanların bilime ve bilgiye dair yeni kavram sistemine Kuran sayesinde   kavuştuklarını da  biliyoruz.

Müslümanlar başlangıçta bilimlerde çok önemli deneysel çalışmalar yaptılar. Üstelik bilimlerde   araştırma metodolojisi geliştirdiler. Neden ve hangi  saikle bu başarılı metodolojileri  terkettiler? Bugün bile müslümanların büyük bir çoğunluğunun aynı menfi tutumu devam ettirmelerinin  söz konusu  tarihi kırılmanın  etkisi var mı?

Müslümanların bilimdeki altın çağında olduğu gibi bilim ve araştırmada motivasyonu tekrar kazanmak için   nasıl bir dönüşüme  ihtiyaç bulunmaktadır? Bu yönde bir çaba mevcut mu?[1]

Hemen  belirtelim ki, felsefenin ateizme hizmet eder hali ve fen bilimlerinde hakim dünyevilik ve ateist felsefe, fen bilimlerine Müslümanların soğuk bakmasına yol açmaktadır. Bu uyuşmazlık bilimdeki motivasyonsuzluğun temel kaynağını teşkil etmektedir.  

Şu halde şimdi olduğu gibi fen ve dini bilimlerin ayrık bir halde kalması ve fen bilimlerinin inançsızlığa alet edildiği sürece Müslümanların  bilim ve araştırmadaki motivasyonu tekrar kazanmaları mümkün görünmüyor.

O halde bilimle dinin hakikatlerini birlikte (mezceden)  sunan bir metodu yeniden  hayat geçirebilir miyiz? Yada bu son sorumuzu şu şekilde değiştirebiliriz: Fenleri bir kainat kitabı okuması ve marifet vesilesi haline getiren ve böylece insanımıza aynı zamanda bilimsel bakış açısı ve araştırma ruhu kazandırabilecek bir potansiyeli ve aksiyon ülkemizde yada Dünyanın her hangi bir köşesinde mevcut mu? Bu sorulara cevabına bir çırpıda cevap vermenin mümkün olmayacağını biliyoruz. Nasip olursa sonraki bir yazımızda konuyu tafsilatlı ele almak isteriz.

__________________________________________

[1 ] Bu kavramsal bozulma ve sonuçları konusunda tafsilatlı bilgi için bakınız: Kocabaş, Ş. (1997). İslam’da Bilginin Temelleri. İstanbul: İz Yayıncılık

 İslam medeniyetinin gerilemesi ve sonunda etkinlik açısından ortadan kaybolmasının temelinde  şu hakikat bulunuyor:  Başlangıçta doğru anlayan ve anlaşılan/hayata doğru yansıyan   Kur’an’da verilmiş   kavramsal yapılar   sonraki yıllarda   ihmaller yoluyla bozulmuştur.  Özellikle Yunan felsefesi ve İsrailiyat’ın müdahelesi ciddi kavram kargaşası ve bozulmasına yol açmıştır.

Kuran-ı Kerimin  ve Hadislerin ortaya koyduğu orijinal anlayıştan   bir sapma ve ayrılma olmuşsa, bunu anlamanın kolay bir yolu vardır:  Bunun için o çağlara  gidilmeli ve   7-12. Asırlardaki bakış açısı ve     orijinal  ve asli kavramlarla buluşulmalı ve sonraki yıllardaki kullanım ve anlayışla karşılaştırılmalıdır.  Bu konudaki bir çalışmaya Şakir Kocabaş ve ekibi yapmıştır.

[2] Son büyük müslüman bilim felsefecisi ve aynı zamanda Maliki hukukçusu olan İbn Rüşd, bilim ve felsefenin fıkhî gerekliliğini Faslü’l–Makal isimli kitabında tafsilatlı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bakınız: Hourani, G.E. (1976). Averroes: On the harmony of religion and philosophy. London: Luzac & Co.