Bugünkü sohbetimize şu sorularla başladım:
- Çocuklarımızı kim şekillendiriyor?
- Çocuklarımız, hangi anlayışla ve kimlerin arzusu istikametinde bir terbiyeden geçiyor?
- Çocuklarımızın gönüllerinde, ideallerinde, hedeflerinde hangi misaller ve şahsiyetler var?
- Bizim gençlerimiz; bir İngiliz, Fransız, Alman vb. milletlerin gençlerine kıyasla ilimde, sanatta, düşüncede ne durumda?
- Gençlerimiz, kendilerinin başlarında esen devrin bela rüzgârlarını (Deizim, Ateizim, LGBT vb. menfi akımlar) ne kadar biliyorlar?
- Gençlerimiz, ülke ve dünya meselelerine (Ermeni Meselesi, Filistin ve Doğu Türkistan meseleleri, Mavi Vatan vb.) ne kadar hâkim?
Doğru sorular dozer gibi önünüzü açıyor ve projektör gibi etrafı aydınlatıyor. Bu ve benzer sorular istikametinde sormaya başlayınca eğitime ve müfredata kimlerin hangi vasıtalarla hakim olduğunu görebiliyorsunuz. Metin seçiminden sayfa düzenine, sınama-sınav durumlarından anlatım diline, kavram öğretiminden konu alanına kadar her yönüyle doğru tasarlanmış ve bizim ruhumuza uygun ders kitapları ile eğitim öğretim materyaline olan ihtiyacı daha iyi kavrayabiliyorsunuz. .
Evet, öyle bir eğitim sistemi hazırlayalım ki kendi ruh köklerimizden beslensin; dünyaya yeniden çaplı adamlar ve çığır açıcı fikir, sanat ve ahlâk akımları armağan etsin diyoruz.
-Peki bu yolda engel ne?
“Eğitim piyasası ve sektörü” diye yeni bir rant, ticari kazanç alanı açıldı. Algı yanıltma tuzaklarıyla aileler piyasacı sisteme hazırlanmaktadır. Özel okullar ve kursların alabildiğine çoğalması piyasacı ve rantçı yapının sonuçları…
Evet eğitim rant haline gelsin diye ders kitapları yüzeysel ve parçalı bilgiyi (malumat yığını, mekanik bilgi) sunmaktadır. Ders kitaplarının bilimselliği ve eğiticiliği bu şekilde yok edilmektedir. Hazırlık kurslarının idamesi gibi, onları besleyen hazırlık kitapları piyasaya hâkim olduğundan piyasacı ve rantçı eğitim sektörünün gizli güçlerinin cirosuna bir bakın ve oluşan güçlü bir pazarı görebilirsiniz.
-Bunun için mi yol alamıyoruz?
Kendi ders kitaplarınızı ve kendi bilim anlayışınızı hayata geçirmiyorsunuz. Kendi ruhunuzu gösteremiyorsunuz. Kendi kavramlarınızı bırakıp başkalarının kavramları (ruhu) ile yola çıkıyorsunuz.
-Eğitim sisteminin ruhunun bize ait olmadığını nasıl anlayacağız?
İnsanların bir ruhu olduğu gibi onlara ait eserlerin de kendilerine özgü bir ruhu vardır. Milletler kendi mefkûreleri ile eserler meydana getirir ve muhafaza ederler. Bize rağmen, bizim milletimiz için, bizim ülkemizde kurulmuş olan bu eğitim sisteminin hem dünya görüşü; hem eğitim, insan ve bilim felsefeleri; bizim tarih, kültür ve değerlerimizle çelişiyor. Hatta milletimizin değerleriyle ortak yönü bulunmuyor. Milletimiz kendi ruhuna sahip olmayan irfan boyutunu kaybetmiş bir maarife tabiyiz. Reenkarne olmuş bir yapıdan söz ediyoruz.
-Yeni Müfredat bu yolda bir çözüm sunmuyor mu?
Çok şükür ki son günlerde Milli Eğitim Bakanlığı yönetiminde sömürgeci Batı eğitiminin paydaşı olmak istemeyen ve bunu maharet zannetmeyen kadroların varlığını görüyor ve bu çabaları elbette takdir ediyoruz. Bu çabaların sonucu olarak bazı cesur adım atıldığını söyleyebiliriz. Milli Eğitim bürokrasisine şimdiye kadar genelde cismi burada ve ama zihni başka coğrafyalarda olan sömürgeci kafaların çizdiği, içerikleri onaylama mercii halinde idi. Hatta en acıklı olanı itiraz edenleri bünyesine alarak asimile ettiği bir yapı idi. Şimdi ise buna dur diyen sınırlı da olsa bazı değişimler ve cesur atımlar var.
Bu adımların, sistemin diğer sorunlarına da çözüm olacağı, sıranın asıl sorunlara da geleceğini düşünüyoruz. Temennimiz yerli ve milli müfredat çalışmalarına başlanması; bu çalışmalar sonucunda da felsefesi ve kavramları ile bize ait bir eğitim modelinin vücuda gelmesi. Milli Savunmada, “zihni milli ve aidiyeti yerli olanların” asırlık sorunları nasıl çözdüğünü görüyoruz
- Bakanlığın son çalışmaları eğitim sektörünü mevut ranta bağımlı yapısından kurtarabilir mi?
Müfredatın felsefesine dair son zamanlardaki yeni müfredat çalışmaları da bunlardan birisi. Dikkat edilirse müfredat değişimi, bilgi yerine becerileri ve uygulamaları öne çıkarıyor. Bu demektir ki, bilgi ve sınav merkezli, yani rantçı eğitim yapısını temelinden sarsacak yapılanmaları getirebilir. Piyasacı ve rantçı kesimleri ekmeğinden edecek adımlar atılabilir. Özellikle zorunlu eğitim kaldırılır, mesleki eğitimi öne çıkarılırsa bitirme sınavları gelirse portfoy gibi sistemler hayata geçirilirse, öğretmen ve yöneticilerin yetkilileri artırılırsa okullar ve öğretmenler büyük nefes alacaktır. Bu yönde bazı adımlar atıldığını yada atılacağına dair işaretler görüyoruz. Mesela sınıfta kalmanın getirilmesi bunlardan birisi. Keza öğretmen ve okul idarecilerine yetkinleştirmeye yönelik çabalar da bunlardan içinde.
-Bakanlığın müfredat çalışmalarında eksik bıraktığı husus ne oldu peki?
Yanlışlık çalışmaların tek bir müfredat üzerinden yürütülüyor olmasıdır. Halkın, piyasanın, çağın ve ebeveynlerin talebine göre müfredatın yapısını esnekleştirip çeşitlendirilmesi gerekir. Çünkü bu çocuklar devletin olduğu kadar, anne-babanın da çocuğudur. Tek tip müfredattan çoklu müfredata geçelim. Valilik ve kaymakamlıklar/belediyeler başta olmak üzere ilin, ilçenin, hatta kimi okulların kendi müfredatını yapabilme yetkisini artıralım.
Örnek diye bize gösterilen Batı ülkelerine bakıyorsunuz, karşınıza çoklu ve çeşitli müfredatlar çıkıyor. Müfredat tekeli ve katı yapısından dolayı ülkemizde ev okulu uygulamalarına imkân bulamıyorsunuz. Hâlbuki ABD’de onlarca çeşit ev okulu müfredat çeşitliliği ile karşılaşıyorsunuz. Eğitimin felaketi nedir diye bana soracak olsanız, ben “ortak müfredattır, müfredat tekeli” derim.
-Açıklamalarınızdan tek-ortak müfredatın yada müfredat tekelinin aslında bir felaket getirdiğini anlıyorum.
Evet, onu anlatmaya çalışıyorum. Hiç değilse şunu yapalım: Farklı yetenek ve ilgi düzeylerine göre müfredat farklılaştırılabilse ve ders atlama, konu atlama, sınıf atlama gibi seçenekler kullanılabilse eğitim kalitesinde büyük farklar meydana gelecektir. Özellikle ileri düzey zekâ ve yetenek sahibi öğrenciler sistem tarafından köreltilmekte ve okul ortamından soğutulmaktadırlar. Bu tür öğrencilerin söz konusu problemi yaşamalarının sebeplerinden biri düzeylerinin altında bir müfredat takip etmesi ve zorlayıcı rekabet ortamının tesis edilememesidir. Bu ise öğrencinin gerekli çalışma disiplini kazanamamasına sebep olmaktadır. Tüm öğrencilerin aynı düzeyde olması, fıtrata muhalif olduğuna göre, her branştan ve her sınıf düzeyinden en az dört farklı derecede müfredat hazırlayıp, yeteneğe göre müfredatın farklılaştırılması ve zenginleştirilmesi elzemdir. Bu durumun yükseköğretime yansıması, tematik üniversiteler şeklinde kendini gösterecektir. Zira mevcut hâlde Türkiye’de her üniversite aynı şekilde yapılandırılmakta ve benzer müfredat uygulanmaktadır. Hem de bu çağda bu kadar farklı meslek varken, bu denli bireysel farklılıklar vakıa iken ve piyasa bu denli çeşitlenmiş iken.
-Merkezi sınavlar yeni müfredatın önünde en büyük engel değil mi?
Bakanlığın Türkiye yüzyılı modeli ve yeni müfredat yolu ile bazı çabalarına şahit oluyoruz. Elbette bir asırı aşkındır ruhu elinden alınan mevtanın bir anda canlandırılması mümkün değil.
Merkezi sınavların ortaya çıkardığı uygulama ve yapıyı karşıtını kendine benzetmek gibi bir alışkanlık kazanmıştır ve bir süre sonra kahraman yiyen bir canavara dönüşmüştür. Çoklu zekâ, toplam kalite gibi projelerin yanında etkileşimli tahta, dizüstü bilgisayar ve bedava ders kitabı projeler amacına niçin ulaşmadı? Merkezi sınavlar eğitimin ruhsuzlaştırılmasında ve onun mekanik bilgiye indirgenmesinde tahrip edici ve bozucu rol üstlenmiş görünüyor. Milli eğitimin müfredatını yozlaştıran en büyük etken ne diye bana sorulsa bu merkezi sınavların oluşturduğu “paralel müfredatı” ya da gölge müfredatı gösterirdim. Göreceksiniz, Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin (TYMM) uygulanamazsa en başta sorumlu bu merkezi sınavlara dayalı mevcut sistem olacaktır.
Bundan dolayı eğitimi bir vücut gibi bütüncül düşünmek lazım; mesela müfredat değiştirilirken; üniversiteye giriş sistemi değiştirilmezse; bunun yannda öğretmen yetiştirme sistemi değişmezse veya mevzuat değiştirilirken eğitim yöneticisi yetiştirme sistemi değişmezse müfredat değiştirmeleri amacına ulaşmayacaktır.
Tekrar edecek olursak; müfredat çalışmalarının amacına ulaşması, merkezî sınavlara odaklayan ikinci müfredatın etkisini yok etmekle mümkün olabilir. Bu yüzden öncelikle mesleki eğitime yönlendirme ve üniversiteye giriş sistemi acilen yapılandırılmalıdır.
Problemler kısa ve uzun vadeli (akut ve kronik) diye ikiye ayrılabilir. Bakanlığın mevcut sınav sistemine yönelik projeler geliştirdiğini ve farklı sistemlerin alt yapısını hazırladığını biliyoruz. Akut bir çözüm yolu olarak mevcut merkezî sınav sisteminin lise bitirme sınavı olarak değerlendirilmesini teklif ediyorum.
Eğitim sistemimizde üç ana sınav var: liseye geçiş sınavı, üniversiteye geçiş sınavı ve istihdama yönelik sınavlar.
Liseye geçiş sınavını ortadan kaldırmak için zorunlu eğitimi ortadan kaldırmak gerekiyor. Bir başka ifadeyle bizim yetenek temelli eğitime geçerek ortaokulda başlayan yönlendirmelerle öğrencileri mesleğin içine çekmemiz lazım. Mevcut öğrencilerin yarıdan fazlasını (yüzde 60-70 oranında) formal (Mesleki Eğitim Merkezleri gibi) ya da informal (meslek odalarınca oluşturulacak bir yapıyla) mesleğe yönlendirmemiz gerekir.
-Liseler için nasıl bir yapılanma öneriyorsunuz?
Geriye kalan öğrenciler yapılacak sınavla liselere yerleştirilmelidir. Lise düzeyi elbette ciddiye alınmalı ve bu bağlamda öğrencinin tek bir dersten bile başarısız olduğunda sınıfta kaldığı zorlu bir süreç/sistem kurulmalıdır.
Ardından öğrenci liseden öğrendiklerinin ölçülüp değerlendirildiği bir lise bitirme sınavına girmelidir. Bu sınavdan alınan puanın ve üniversitede gireceği bölüme uygun olan 5-6 dersin puanlarının etkisiyle üniversitelerin bölümlerine yerleştirilmelidir. Merkezî sınavlar üniversite giriş puanı olarak değil, lise bitirme sınavı olarak kabul edilmelidir.
-Bu durumda üniversite giriş sistemi de değişikliğe uğrayacaktır. Nasıl bir yol takip edilebilir?
Üniversiteler veya fakülteler hatta belki bölümler isterlerse lise bitirme sınavı puanı, bunun yanında ÖSYM’nin merkezî sınav puanlarını da kullanabilir. Gireceği bölüme uygun olan lisede aldığı ve başarılı olduğu 5 ya da 6 dersin ortalamasından ayrı olarak daha önce açıkladıkları konuda sınav da yapabilmelidirler. Böylelikle üniversiteler ve liseler istekli, başarılı ve yeteneğinin farkında olan insanları geliştirmeye çalışır. Şimdi olduğu gibi isteksiz, yani zorunlu bir şekilde okula gelen, üstelik ne tür bir yeteneğinin olduğunun farkında bile olmayan, ayrıca başarılı olup olmadığını kimsenin bilmediği bir öğrenciyle uğraşmak bıktırıcı bir hayat demektir.
Eğitimimizi bu tür bütüncül bir değişikliği gerektiren reforma tabi tutmadığımız takdirde müfredat değişikliği çalışmaları amacına ulaşmayacaktır. Özet olarak eğitimde tekil değişikliklerle bir yere varılacağını düşünerek kendimizi kandırmaya ve yönetici olur olmaz tabloyu güzel gösterme yanlışlığına bir son vermek gerek artık.