Ömrünü Kudüs ve Filistin başta olmak üzere bütün mazlum coğrafyalara adayan Eyüp Güzel, eserinde “Okumadan Kudüs Kurtarılmaz” diyor.

Herkes farklı ideallerin peşinden koşarken Eyüp Güzel hayatını âdeta Kudüs’e, Filistin’e, mazlum İslam coğrafyalarına adamış bir fikir ve dava adamı. Yıllardan beri bu sahada faaliyet gösteren, atölye kuran, kitap yazan, film çeken Eyüp Güzel’in eseri, sarsıcı başlığıyla herkesi uyanık durmaya çağırıyor. Yazarımız eserinde “Okumadan Kudüs Kurtarılmaz” diyor. Kudüs şuuru ile evlatlarını yetiştiren, bölgesinde gençlerle ilgilenen ve “Hucurat Hareketi”ni kuran, herkese mazlum Müslümanların derdini anlatmaya gayret gösteren Eyüp Güzel, örnek ve öncü bir kişi. Eyüp Güzel, konu ile ilgili sorularımıza cevap verdi:

eyupguzel-259x264

Eyüp Bey, Filistin coğrafyası ve özellikle Kudüs hakkındaki çalışmalarınızla tanınıyorsunuz. Kudüs’ü niçin bu kadar çok seviyorsunuz?
    Her sene Miraç Kandilini kutluyoruz. Miraç kandili gelenek hâlini almış dinî ritüellerimiz arasında bulunuyor. Fakat Miraç’ın merkez üssü olan Kudüs’ü ıskalıyoruz. Tanıdığımızı zannettiğimiz Selahaddin-i Eyyübi’yi bir okusak aslında neleri ıskaladığımızı fark edeceğiz. Cenab-ı Allah’ın Kur’an’da “mukaddes” dediği yer, Hz. Peygamber’in (sav) “Oraya gidin” dediği yerdir Mescid-i Aksa ve doğal olarak Kudüs. Orayla ilgilendiğinizde ümmetin ne kadar değerli olduğunu görüyorsunuz. Kudüs meselesi gerçek bir İslam davasıdır. Açıkçası bu soruyu birkaç cümle ile izah etmek gerçekten mümkün değil. Net olarak söyleyebilirim ki canınızı, vaktinizi, malınızı ve hatta evlatlarınızı bahşedebileceğiniz çok net bir yerdir Kudüs ve Mescid-i Aksa. 

Tophane semtinde “Hucurat Hareketi”ni kurdunuz? Bu kelimenin manası nedir? Niçin böyle bir çalışmaya ihtiyaç hissettiniz? Temelde ne gibi faaliyetleriniz oldu? Neler yapılıyor?
    Esasen Hucurat Hareketi Tophane’de kurulmadı. Kudüs’te, Mescid-i Aksa’nın avlusunda ilk tohumu atıldı. Türkiye’den gitmiş ve Mescid-i Aksa avlusunda birbirleriyle tanışmış beş kişi tarafından kuruldu. Onlardan birisi olan ben, Tophaneli olduğum için çalışmalarımızın bir kısmı Tophane’de gerçekleşti. Hucurat kelimesi “Hücreler” anlamına geliyor ve Kur’an’da bir sure ismidir. Hucurat Suresi, 10. ayette “Ancak müminler kardeştir.” buyuruluyor. İşte bizler de bu sureyi kendimize ölçü kabul ettik. Müslümanlar arasındaki çatışmalara ve hatta mümkünse ihtilaflara dahi takılı kalmadan işgal altındaki Kudüs’ün feth olunmasına kilitlenmeyi ölçü kabul ettik. Bu yüzden Hucurat Hareketi ismini aldık.
    Hucurat Hareketi, tamamen Filistin özelinde çalışmalar yapan ve gönüllülerden, dertlenmişlerden oluşan bir gruptur. Yapmış olduğumuz işler ise Filistin hakkında yanlış bilinenlerin doğrularını anlatmak, yaygınlaştırmak ve aynı zamanda Filistin meselesi hakkında insanların duyarlılıklarını arttırmaktır. Grafik tasarımlar, belgesel çalışmaları, kitap çalışmaları, çocuk atölyeleri, duvarlara resimler, seminerler, istişari toplantılar, röportajlar ve çeşitli malzemelerden oluşan Filistin’e dair özel üretimler yaparak bunları ya satmak ya da hediye etmek gibi genel başlıklar halinde faaliyetlerimiz bulunuyor.

Yine bu oluşum içinde “Kudüs Çocuk Atölyesi”ni kurdunuz? Burada neyi amaçlıyordunuz?
    2017’de Hucurat Hareketi’ni ilk kurduğumuzda ülkemizde çocukların dünyasında Kudüs’e dair pek bir şey bulunmadığını fark ettik. Garip bir durumdu ama ne yazık ki öyleydi. Bu yüzden bakir bir alanda çalışma yapma kararı aldık. Pilot bölge olarak Beyoğlu İlçesi’nin tarihî semtlerinden ve aynı zamanda İstanbul fethinin de merkez üssü olan Tophane semtini seçtik ve orada bir atölye açtık. Adını da “Kudüs Çocuk Atölyesi” koyduk. Türkiye’de bir ilk oldu bu. Mahallenin çocuklarını atölyemize aldık ve Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya çocukça dokunmaya başladık. Çocuklara hem Mescid-i Aksa’yı öğrettik hem de sevdirdik. Küçük ahşap parçalarından çeşitli objeleri çocuklar zımparaladılar, boyadılar sonra süslediler ve ardından da evlerine götürdüler. O yaptıkları objelerin hepsi de Mescid-i Aksa ve Kudüs ile ilgiliydi. Şiirler, ezgiler öğrendiler. Hikâye ve masal okumaları derken çocuklar Kudüs Çocuk Atölyesi’nde unutamayacakları bir dönem geçirdi Öyle ki çocuklar atölyenin bitiş saatlerinde evlerine gitmek istemiyor, daha çok kalmak istiyorlardı. İlk geldiklerinde Mescid-i Aksa’nın ismini dahi telaffuz edemeyen, söylemekte zorlanan çocuklar, bir süre sonra Mescid-i Aksa’nın nerede olduğunu, Kudüs’ü ve niçin önemli olduğunu anlatmaya başlamışlardı. Rüyalarında Mescid-i Aksa’yı görüyorlardı ve masumlar artık dualarının arasına Kudüs’ü de alıyorlardı.

Okumadan Kudüs Kurtarılamaz isimli kitabınız yayımlandı. Burada “Müslümanlar okumadığı ve cahil kaldığı için işgal önce zihinlerde başlamış, daha sonra da coğrafi işgaller gerçekleşmiştir.” diyorsunuz. Biraz açar mısınız?
    Evet çünkü bana hep ilginç gelmiştir. Cenab-ı Allah, Kur’an’ı indirmeye başladığında ilk sözü ve hatta ilk emri “Oku” şeklinde olmuştu. Üstelik karşısındaki muhatabı ümmi olan bir Peygamber’di. Namaz kıl, oruç tut, hacca git diye başlamamış söze. Mesela “kalk Ey Habibim, Rabbin için Kurban kes!” dememiş Cenab-ı Allah. “Oku” diye başlamış. Haşa buradan kastım namazın, orucun vs ibadetlerin önemi ve farz oluşuyla ilgili bir değerlendirme yapmak değil. Fakat burada önemli bir şifre var. Okumadığımız ve anlayamadığımız için inandığımızı söylediğimiz şeyleri savunamaz duruma gelince, birilerinin sizleri dövmesine gerek kalmıyor. Zihinleriniz işgal edildiği gibi topraklarınız ve en kutsal mabetleriniz de işgal edilir. Kudüs’ü 1917’de işgal eden İngilizler, coğrafi işgali gerçekleştirmeden önce binlerce kitap bastırıp ümmet coğrafyasına dağıttılar. Yalan/yanlış bilgilerle önce kitlelerin zihinlerini zehirlediler. Mesela okuyup araştırmadığımız için yüzyılın en büyük yalanı olan “Filistinliler topraklarını sattılar.” şeklindeki yalana, iftiraya inandık. 

Kitabınız bir hadis-i şerifle başlıyor: “Oraya gidin ve içerisinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.” Buradaki “zeytinyağı”ndan kasıt nedir?
    Hz. Peygamber (sav) Kudüs’ün fethini görmeyi çok istiyordu. Orduyu hazırlamıştı fakat hastalığı çok ilerlemiş ve ayağa kalkacak takati kalmamıştı. Nitekim yola çıkan ordu çok az bir yol kat etmişti ki Efendimiz (sav) vefat etmişti. Hz. Peygamber (sav), ashabına Mescid-i Aksa’nın ve çevresinin önemini anlatmış ve oraya gidilmesi gerektiğini ifade etmişti. Sahabe efendilerimizin “Peki ya gidemezsek?” şeklindeki sorularına ise “Zeytinyağı gönderin.” diye buyurmuştu Hz. Peygamber. Buradan kasıt marketten zeytinyağı alıp kargoyla Filistin’e göndermek değil elbette. Orayla ilgilenmek, orayı boş bırakmamak, oradakileri yalnız bırakmamak, işgal edilmesine müsaade etmemek, işgal edilmişse özgürlüğüne kavuşması için mücadele etmek gibi manalar içeriyor. 

Yine Kudüs’ü sahiplenme konusunda Halepli bir marangozun bir “minber” ideali ve hedefi var. Bu hadiseyi anlatabilir misiniz?
    Etkilendiğim ve rol model aldığım bir hadisedir. Haçlıların Kudüs’ü işgal ettiği yıllardı. Hani bazılarının “ne işi var ülkemizde?” dedikleri Suriyeli kardeşlerimiz var ya. İşte o Suriyeli kardeşlerimizden Halep şehrinde yaşayan bir marangoz ustamızın, günümüze kadar ulaşan efsaneleşmiş bir hikâyesidir bu. Marangoz ustamız Kudüs’ün haçlılar tarafından işgal edilişini dertlenmiştir. Hani “Gidemezseniz, yağ gönderin.” buyurmuştu ya Hz. Peygamber. İşte o marangozumuz da gidemiyor ama dertleniyordu. Bir tane minber yapmaya karar veriyor. Fakat o yapacağı minber sıradan olmayacaktı. Hem Hz. Peygamber’in “yağ gönderin” şeklindeki hadisini kendi hayatında pratiğe dökecek ve hem de Mescid-i Aksa’ya yakışır olacaktı. Tutkal ve çivi kullanmadan şahane bir eser ortaya çıkarır. Görenler hayranlıkla bakarlar. Zenginler minberi satın almak isterler ve yüksek paralar teklif ederler. Buna rağmen marangozumuz satmamakta diretir. “Satmayacaksan niçin yaptın?” şeklindeki sorulara “Mescid-i Aksa için yaptım.” diye cevap verir. Bu cevap karşısında kimileri alaycı kimileri de öfkeli bir tavırla “Mescid-i Aksa’yı işgalden kurtardın da minberi mi eksik kaldı sanki?” şeklinde karşılık verirler. İşte marangoz ustamız da kitaplar dolusu dersler içeren o kısa ama derin sözünü söyler: “Ben bir marangozum ve elimden gelen budur. Ben bunu yapabildim. Çıksın bir komutan orayı fethetsin ve bu minberi de oraya yerleştirsin” der kündekârımız.
    Selahaddin Eyyübi, Kudüs’ü haçlılardan kurtarıp fethettiğinde o minberi alır ve Mescid-i Aksa’ya yerleştirir. Marangoz ustamız “elimden gelen budur.” demiş ve elinden geleni yapmıştı. Yaptığı minberin ileriki yıllarda Kudüs’ün fethinin bir sembolü olacağını da bilmiyordu. Herkesin Mescid-i Aksa için yapacağı bir minberi olmalı veya göndermesi gereken bir yağı olmalıdır.

Eserin ilk bölümünün başlığı biraz kışkırtıcı. “Bana Ne Filistin’den!” Bugün de bazıları “Bizim Suriye’de, Libya’da, Irak’ta ne işimiz var?” diyebiliyor. O tarzda sorayım: “Bizim Filistin’de, Kudüs’te ne işimiz var?”
    İmkân bulmuş ve Fransa’ya gitmiştim. Orada katedral dedikleri büyük kiliseleri vardı Fransızların. Merak edip gidip baktım. Kiliselerini görünce içim ürperdi. İtici, soğuk bir yapıydı ve “İyi ki Müslümanım.” dedim. Yani bilindik tabir le “Elhamdülillah Müslümanım” demiştim kendi kendime. Kilisenin çevresinde oturmuş ve insanların gidiş gelişlerini izliyordum. Açıkçası zihnimde tarihî bir yolculuğa çıkmıştım. Haçlı seferlerini okumuştum daha önce. Bulunduğum yer ise Haçlı seferlerinin fitilinin ateşlendiği yerdi. Haçlı ordularının hazırlanması ve Kudüs’ün işgal edilmesi için alınacak kararların ilk merkeziydi o kilise. Fransa’da bir kilisede papazların çağrısıyla Avrupalılar toplanmış ve Kudüs’ümüzü işgal için kendi aralarında tartışıp program yapmışlar. Geçmiş yüzyıllarda yaşanmış olmuş bitmiş bir hadise olarak bakarsak yanılmışız demektir. Günümüz haçlıları halen Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de ve ülkemizde çalışmalar yapıyorlar. Ne işleri var peki buralarda? Ümmet coğrafyamızda ne işleri var yahu? Ümmet coğrafyamızı kana bulayanlar, bizleri Kürt, Türk, Arap diye ırklara bölenler, ne yazık ki bizlere “Ne işimiz var Suriye’de, Libya’da, Filistin’de?” demeyi de öğrettiler.  Hz. Peygamber, “Oraya gidin.” dediği yerle ilgili bugün içimizden (!) birileri, “Bizim orada ne işimiz var?” diyebiliyor. Bu soru, bu bakış açısı İslam kimliğine aykırıdır. 

Türkiye’de ve dünyada, bilhassa İslam dünyasında bir “Filistin ve Kudüs Şuuru” nasıl uyandırılabilir?
    Filistin’in 1917’de, İngilizler tarafından işgal edilmesinin üzerinden bir asır geçti. Kudüs hiçbir zaman bu kadar uzun süreli işgal altında kalmamıştı. Haçlılar döneminde 88 yıl işgal altında kalmıştı. 1917’de Osmanlı’nın elinden çıktıktan sonra ümmet olarak bizler sadece “Bir Selahaddin çıksın.” diye bekledik. Başka bir şey yapılmadı. Selahaddin olmak ya da Selahaddin yetiştirmek pek aklımıza gelmedi sanırım. Ayetler, hadisler ve günümüze kadar ulaşan tarihî yaşanmışlıklar mutlak surette öğrenilmeli. Kudüs’ün Fatihleri ve fetihleri araştırılmalı. Birilerinden sürekli ve sadece beklenti içerisinde olmakla hiçbir şey olmaz. “Birileri yapsın, Selahaddin gelsin.” diye beklemek tamamen faydasızdır. Herkes “Yapabileceğim bir şeyler mutlaka vardır.” yaklaşımına sahip olursa şuur ve aşk kendiliğinden oluşacak zaten.

Türkiye’de eser veren edebiyatçılar, kalem erbabı Kudüs’e sahip çıkabiliyor mu? Geçmişte Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt ve Cahit Zarifoğlu gibi edipler bu mevzuda çok değerli eserler verdi. Bugün bu çizgide kalem oynatan edipler yeterli midir? Ümmet olma şuuru nasıl geliştirilebilir? 
    Özellikle geçen eylül ayından itibaren edebiyatçılarımızın Kudüs’e yaklaşımıyla ilgili bir zihin çalışmasına başladık. İnanıyoruz ki edebiyatçılarımızın Kudüs’e yoğunlaşmaları Türkiye’deki Kudüs ve Mescid-i Aksa konusunda şuur düzeyi çok daha yüksek seviyelere çıkacaktır. Sorunuzda bahsettiğiniz isimler ne kadar değerli insanlardı değil mi? Ama günümüz edebiyatçılarının Kudüs’e olan ilgilerinin çok zayıf olduğunu görüyoruz. Popüler kültür daha çok tercih ediliyor Kalem oynatan edebiyatçılarımız, şairlerimiz, yazarlarımız, çizerlerimiz niçin Kudüs meselesini gündemlerine daha yoğun bir şekilde almazlar, doğrusu yadırgıyorum. Kudüs herhangi bir şehir değil ki. Mescid-i Aksa herhangi bir cami veya mescit değil ki. Üç kutsal şehrimizden ve üç kutsal mescidimizden bir tanesidir. Bu ilgisizliğimizden dolayı vebal altında olduğunu açıkça söyleyebilirim. Bu düşüncelerden hareketle sizin de sorunuzda bahsettiğiniz üzere 22 Ekim’de edebiyatçılarımızla butik bir toplantı gerçekleştirdik. İstişare toplantısıydı ve olumlu sonuçlar aldık. Ortaya çok güzel fikirler çıktı. Ufak ufak da olsa edebiyatçılarımızın dikkatlerini Kudüs üzerine yoğunlaştırma çalışmalarımızı sürdürüyoruz. İkinci toplantımızı ise kitap evleri, yayın evleri, dergiler ve radyocular gibi yayın dünyasından isimlerle gerçekleştireceğiz. Bıkmadan ve ihlasla, aşama aşama bu saha çalışmamızı sürdüreceğiz.

Malum Miraç Gecesi Müslümanların tarihinde hususi bir yere sahip. Miraç Gecesi ve Kudüs arasındaki münasebet nedir, özetler misiniz?
    Miraç Gecesi çok özel bir zamanda gerçekleşiyor. Hz. Peygamber’in çok sevdiği amcası vefat etmiş. Kıymetli eşi Hz. Hatice vefat etmiş. İslam’ın ilk yılları olması nedeniyle her türlü baskı ve zulüm had safhada uygulanıyor. Taif’e gitmiş ve orada hem taşlanmış hem de çok ağır hakaretlere maruz kalmış. “Hüzün yılı” denilen dönemde bir gece yarısı Cenab-ı Allah’ın izni ile mucize gerçekleşiyor ve Burak isimli binekle Mekke’den Kudüs’e gidiyor. Bu yolculuğa İsra denilir. Mescid-i Aksa’dan ise Allah katına yükseliyor ve buna da Miraç deniliyor. Ertesi gün müşrikler ve münafıklar çok yoğun bir propagandaya başlıyorlar. Çünkü bu hadise şayet yayılır ve kabul görürse müşrikler için tam bir psikolojik yıkım olacaktır. Miraç hadisesi hikmetlerle ve Müslümanların tavırları da örnekliklerle doludur. Düşünün ki her türlü baskı kuruluyor, her türlü medya sahasında psikolojik harp kuralları uygulanıyor ve iman edenleri nefes alamayacak hâle getirmeye çalışıyorlar. Öyle güçlü bir baskı anında Hz. Ebubekir (ra) hiçbir şeye aldırış etmeden ve tereddütsüz bir şekilde “O dediyse doğrudur.” cevabını veriyor ki bu net bir Müslüman duruşudur.

“Oku ve öğren ki zihinlerimizi işgal etmesinler. Çünkü ilk kıblemizi işgal önce zihinlerde başladı. Okumalıyız. Okuyalım ki, Kudüs’ün yeniden fethinin bir parçası olabilelim.” Bu sözlerinizi biraz açabilir misiniz?
    Türkiye’nin herhangi bir şehrinde sokağa çıkalım ve yoldan geçen herhangi birini veya birilerini çevirip “bize Filistin ile ilgili 3 şey söyler misiniz?” diye soralım. Verilen cevaplardan bir tanesi ne yazık ki “Topraklarını sattılar.” yalanı olacaktır. Peki gerçekte öyle mi? Asla! Ama işte okumadığımız için bu ve benzeri yalanları doğru gibi kabul ediyoruz. Mesela herkes “Ağlama duvarı” diyor. Oysa onun gerçek ismi “Burak duvarı” dır. Okumadığımız için Kudüs’ü herhangi bir şehir gibi algılıyoruz. Okumadığımız için birileri zihinlerimizde işgali gerçekleştiriyor. Okuyup öğrenmediğimiz herhangi bir şeyi nasıl savunabileceğiz ki? 

(Milat Gazetesi)