Derin Gerçekler

“Siyasal İslam” 1978’de olacak Fransız akademisyen Oliver Roy’ın kullandığı bir tanımlama.  Oliver Roy “Siyasal İslam’ı “Siyasetin şekillendirdiği ve yönettiği” din anlayışı. Oliver Roy 1980 öncesi kullandığı bu kavramı 1990 sonrası yeniden revize etti ve hatta “Siyasal İslam’ın İflası” diye Türkçeye çevrilen bir kitap da yazdı.

Çağdaş İslami hareketler açısından, ona göre “İslam'ı bir din olduğu kadar bir siyasal ideoloji olarak da gören, kendilerini bu yolla mevcut sistemden bir kopuş olarak tanımlayan gruplar” da vardır..

Roy’a göre  siyasal İslam’ın iktidara gelebileceğini, ancak iktidara gelse de âdetlerden ve hukuktan başka hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini, sonucun kesin bir başarısızlık olacağını düşünüyor.

Aslında “Siyasal İslam” iktidar sahiplerin örgütlediği hem kendine karşı bir tehdit oluşturmayacak, hem de o kesim üzerinde meşruiyet kazanmasına vesile olacak bir din anlayışı ile ilgilidir. Yani siyasal İslam, en büyük siyasal örgüt olan devletin örgütlediği İslam’dır. Bu anlamda Bizantinis gelenek içinde Ermeni, Rum, Süryani toplulukları teolojik olarak buna yakın olduğu kadar etnik temelde kendi kültürel aidiyetleri üzerinde bir inanca sahipler

Mesela kimse bundan dolayı Siyasal Ortodoksluk demez. Hristiyan Demokrat Partilert vardır, kimse onları Siyasal Hristiyanlık diye tanımlamaz. İngiliz kıralı aynı zamanda Anglikan kilisesinin başıdır ve onlar da Siyasal Anglikan, ya da Amerika’daki Evengelik’ler, hem siyasi bir topluluktur, hem dini, ayrıca ideolojik anlamda da Siyonist’tirler Kim se onları Politik Evengelik’ler olarak tanımlamazlar.

İsrail etnik bir temele dayalı, dini olduğu kadar ideolojik olarak Siyonist bir topluluktur, ama kimse Siyasal Yahudilikten söz etmez.

Japon imparatoru, Şintoist’tir, Tanrının oğludur, Japonya’da kimse siyasal Şintoizm’den, Hindistan da siyasal Hinduizm’den , ya da Tayland da Siyasal Budizm’den söz etmek.

Hatta öyle ki, mesele Müslüman bir topluluğunun siyasilerden inanç hak ve özgürlükleri ile ilgili talepleri bile “Siyasal İslam” kavramı ile öcü gibi gösterilirken, öte yandan bu konu laiklik üzerinden bir rejim sorunu olarak tanımlanır.

Mesela Almanya’nın Kuzey Ren Westefelya, Fransa’nın. Alsace Laurenne eyaletlerinde laiklik kuralları değil, kontrat esasları geçerlidir, bu da bir siyasal Hristiyanlık olarak tanımlanmaz.

Kaldı ki, Laiklik, varlık ve meşruiyetini İncil’den “Tanrının hakkını Tanrıya, kralın hakkını krala vermek” şeklindeki Hz. İsa’ya atfedilen bir sözden alan dini bir kurumdur. Kilise ile devlet, beden ile ruh gibi ayrılmaz. Ruhun egemenliği kilise üzerinden bedenin egemenliği ile devlet tarafından temsil edilecektir. Dolayısı ile Katoliklikte iki egemen devlet vardır, biri kral, ötekisi Vatikan’daki papadır. Her ikisine de vergi verirler ve o devletlerin teb’ası sayılırlar. Bu da siyasal İslam olarak tanımlanmaz.

Dolayısı ile burada bir kavram kargaşası, algı operasyonu söz konusudur.

Evet dini kullanarak siyasi iktidarı ele geçirmek isteyenler olacaktır. Ama bunlar gerçek anlamda dindar insanlar değildir. İslam inancına göre, Müslümanlar Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetidir ve kendilerini yeryüzünden mes’ul görürler. Başkalarının mal, can, namus, akıl, inanç ve nesil emniyetleri üzerinden hüküm koyucu olarak görmezler. Bu anlamda Hz. Muhammed (sas)in risalet öncesi Mekke dönemindeki “Hılful Fudl / Erdemliler hareketi” farklı dini, etnik, ideolojik ve politik toplulukların adalet ve barış temelli, farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesini ortaya koymaktadır.

Risalet sonrası bu gelenek, aynı temel esaslar üzerinden “Müellefetül Gulub” olarak ahlak temelli bir birlik mesajı taşımıştır. Hatta temel esaslar konusunda Müslümanlar kendi nefislerine karşısındakileri için., karşılığını yalnız Allahtan bekleyerek tek taraflı şekilde sorumlu tutmuşlardır.

Medine döneminde sözleşmeli bir topluluk olarak yine farklı dini, etnik, ideolojik, politik topluluklar, adalet temelinde, barış içinde ve özgür şekilde, beş temel emniyete yönelik açık ve yakın bir tehdit oluşturmak üzere ilk kez tarihte bir hukuk toplumu oluşturmuşlardır.

Hz. Ömer döneminde Kudüs beyannamesi ise, Milletlerarası bir düzenin ipuçlarını veriyordu. Ve bu sacayağının üç temelinin başında, Adalet vardı. Diğer ayakları Barış ve Özgürlüktü. Kudüs’ün adı bunun için Dar-us selam değil mi zaten.

“Siyasal İslam” tartışması aslında cahilce bir tartışmadır. İslamofobik zorlama bir tanımlamadır. İslam’a ve Müslüman toplumlara karşı, Dini ve sosyolojik bir saldırı bahanesidir.

Kuşkusuz Peygamberlerin yaşadıkları dönemlerde, hatta onların evlerinde yakın çevrelerinde bile kabul edilemeyecek şeyler oldu. Hz. Lut, Hz. İbrahim zamanında yaşadı ve Hz. İbrahim’in yeğeni idi. Hz. Nuh ya da Hz. Musa dönemi. Peygamberler her zaman masumdu. Ve Hz. Adem’den, son peygambere kadar İslam hiçbir zaman adaletsizliği, zulmü ve ahlaksızlığı, masumlara karşı düşmanlığı meşrulaştırmadı. Ama hala günümüzde bile birileri İslam ve Müslüman düşmanlığı yapabiliyor. Öte yandan bu çevreler Pedefolik Satanistlerin dünyasına sempati duyabiliyorlar.

Kaldı ki “Siyasal İslam” tanıma mefhumu muhalifi yönden bakarsanız, dinleştirilen bir siyaset ve ideolojiden söz etmek de mümkün. “Kutsal devlet ve Kutsal lider/kıral” anlayışı buna denk gelecektir.

Cumhuriyetin ilk yıllarından “Türkün Dini Kemalizm’dir” diye yazanlar oldu, Mustafa Kemal’e Mevlid yazan Behçet Kemal Çağlar yanında mesela özel ezan yazanlar, “Türkün Yeni Amentüsü” diye kitap neşredenler oldu. Dinleştirilen siyaset ve ideolojinin sahipleri, “Kabe Arap’ın olsun, Çankaya bize yeter” diye şiir yazanlar da oldu. Hatta Osman Nuri Çerman “Dinde Reform” projesinde, Kur’an’dan ahkam ayetlerinin çıkartılmasını ve yerine Nutuktan parçalar eklenmesini savundu. Hatta buna benzer ifadeler “Cumhuriyetin 10. Ve 15. Yıl albümleri”ne de girdi.

İslam’a kim ki vahiy ve risalet dışında bir şey ekler ya da ondan bir şey çıkartırsa, kişi eklediği ile başbaşa kalır, Din aradan çekilir. Onun İslamın önüne ya da sonuna bir sıfat eklenemez. Din olmayan şeyi dine nisbet edenler ya da buna tevessül edenler, kim olursa olsun ve kime hizmet ederlerse etsinler, yalan söylüyorlar, iftira ediyorlar. Din-i Mübin-i İslam, Allah, Resul ve kitapla mukayyettir. Dine ilişkin görüş ve yorum sahiplerinin görüş ve yorumları kendilerini ve taklid edenleri bağlar. İslam’ı ve Müslümanları bağlamaz. Onların söz ve eylemlerinden yola çıkarak İslam’ı ve Müslümanları hedef alanlar aslında iyi niyet sahibi olamazlar. Eleştirecek olanlar sosyolojik olarak belli bir kişi ya da topluluğun söz ve fiillerini elbette tartışabilirler, ama bu eleştirilerini İslam’a ve bütün Müslümanlara şamil kılamaz.

Fundamentalizm tartışması, kişi ve veya toplumların psiko-sosyal sosyo-kültürel ve politik tepkileri ile ilgili bir durumdur. Siyonist Fundamentalizmi ve Hristiyan dünyasının Gazze olayı karşısındaki tutumunu, Afrika ve Amerika’daki, Asya’daki yaşanan gerçekleri biliyoruz. Afganistan ve Irak’ta yaşananlar da herkesin malumu. İŞİD’in nasıl bir yapı olduğunu ve arkasındaki güçleri de biliyoruz artık. Soğuk savaş yıllarındaki darbeler, terör eylemlerinin nasıl etiketlendiğini de. Adnan Oktar olayını da yaşayarak öğrendik, FETÖ/BÇG’yi, Kalkancı tarikatını da kimlerin niçin ve nasıl örgütlediğini de. Selam ve dua ile..