Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Meclis’teki bir grup toplantısında yaptığı konuşmada İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yolsuzluk ve terör soruşturmaları üzerinden CHP’yi eleştirirken, “Henüz heybede duran büyük turplar ortaya dökülmedi” ifâdesini kullanmış ve “Heybedeki büyük turplar ortaya saçıldığında bunların, bırakın milleti, kendi yakınlarının suratlarına bakacak yüzleri dahi kalmayacak” şeklindeki sözleri de peşinden eklemişti. İşte o gün bu gündür politik bir fenomene dönüşen turp, şimdilerde herkesin dilinde.
Demirel’in siyasete kazandırdığı turp
Turpun büyüğü heybede, ifâdesini her ne kadar bir deyim olarak kullanıyorsak da aslında bu bir Aydın fıkrasıdır. Türkiye’de bunu ilk defa siyaset terminolojisine kazandıran da Süleyman Demirel.
Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, 2005’te NTV’de İsmet Solak’ın programına konuk olur. Program sona erdikten sonra gazeteciler Baba’yı bırakmaz, soru yağmuruna tutarlar onu. O da sorulan bir konuya açıklık getirmek için bu fıkrayı anlatır:
Aydın’da köylünün biri yetiştirdiği turpları, satmak üzere pazara getirmiş. Fakat adamın tupları yamrı yumru ve ufakmış. Müşterinin biri gelmiş, turpları incelemiş, gözü tutmamış, eliyle şöyle evirip çevirip eliyle tartmış; turpları beğenmeyip tezgaha bırakmış ve uzaklaşmaya başlamış. Turpları satan köylü müşterinin ardından seslenmiş:
Geri gel beyim, turpun büyüğü heybede, turpun büyüğü heybede!
Gazeteciler, takip eden günlerde Demirel’in peşini bırakmazlar; her fırsatta, turpun büyüğü heybede deyimini hatırlatıp bir daha sorarlar. Bunlardan birisi de Yavuz Donat’tır, gündemde de derin devlet tartışmaları vardır o sıralar:
Efendim, turbun büyüğü derin devlet mi?, diye sorar.
Demirel, saklamaya hâcet görmeden, “Evet” der ve devam eder:
Demokratik istikrar korunamazsa, yönetimde zaaf belirirse turpun büyüğü ortaya çıkar.
Yahya Kemal’in göz zevki
Yahya Kemal, turpu pek yemese de sofrada onun göz zevkinin olmazsa olmazıdır turp. Büyük şairin demlendiği bir sofrada, bir tek kuş sütü eksik olurmuş. Öylesine eksiksiz, muhteşem bir sofra …
Bir akşam bakar ki sofrada turp yok. Hemen garsonu çağırır, “Hani, nerede kırmızı turp?” diye sorar. Garson, “Efendim dikkat ettim hiç dokunmuyorsunuz. O yüzden sofraya turp koymadım.” der. Yahya Kemal buna itiraz eder:
Ben sofraya konan her şeyi yemem zaten. Bazıları da benim göz zevkim içindir. Turp da öyle!
Turpun izini süren Timur
Bir turp hikâyesi de Timur ile ilgili. Timur, Anadolu’daki halk anlatılarında genellikle öfkeli ve kindâr birisi olarak gösterilir. Şarkışla’nın kuruluşu ile ilgili anlatılan bir efsanede de Timur bu şekilde tasvir edilir.
Timur’un kızı, büyü marifetiyle kaçırılarak bir yere (Sivas ve Şarkışla) götürülür. Kız, sabaha kadar dans ettirildikten sonra ahlâksız muamelelere maruz bırakılır. Bu eziyete dayanamayan kız bir süre sonra ağır bir şekilde hastalanır. Timur, kızı sıkıştırıp meseleyi öğrenince öfkelenir ve intikam peşine düşer.
Kız, kaçırıldıktan sonra nereye götürüldüğünü bilmiyordur. Gittiği yeri tarif etmesini, orayı tanıtacak ipuçları vermesini ister Timur. Kız, epeyce düşünüp taşındıktan sonra götürüldüğü yerde bolca turp ekili olduğunu hatırlar. Timur, kısa bir araştırmadan sonra turpun o civarda en çok Sivas’ta yetiştirildiğini tespit ederek bir sefer düzenler ve bütün masum halkı kılıçtan geçirir. Bu efsanede ayrıca Sivas-Şarkışla ahalisinin Timur’un neslinden olduğu inanışına da yer verilir.
A turp oğlu turp!
Mevlana, meşhur Mesnevi’sinde hırs ve tamahın zararlarından bahsederken hırs gösteren insanı aşağılamak için “A turp oğlu turp” diyerek turpu bir aşağılama ifâdesi olarak kullanır:
A haris adam, doyacak kadar ye,
hatta yemeğin helva ve paluze bile olsa.
Tanrı, teraziye dil verdi.
Aklını başına devşir de Kuran’dan Rahman suresini oku.
Kendine gel de hırsından teraziyi bırakma.
Hırs ve tamah seni azdıran birer düşmandır.
Hırs, hepsini ister; fakat bütün lezzetlerden mahrum olur.
A turp oğlu turp, hırsa tapma!
Dilimizde Turp
Türk Dil Kurumu, turpun Farsça kökenli (turb-turub) bir kelime olduğunu söylese de Kaşgarlı Mahmud, bunun aksi yönde bazı malumatlar veriyor. Kaşgarlı Mahmud Dîvânü Lugâti’t-Türk’te Oğuzcadaki geşür (havuç) kelimesinin Farsçadaki “gezer” kelimesinden gelip gelmediğini tartıştığı bölümde geşürü yani havucu, turp başlığı altında verir. Turpun o dönemdeki Türkçe karşılığı olarak da “turma” kelimesini verir. Ayrıca Türklerin önemli bir kısmının havuca sarıg turma yani sarı turp dediklerini de ekler. Öte yandan çeşitli Türkçe ağızlarında turpun yanında turma sözcüğünün hâlâ kullanıldığını, Macarca ve Moğolcada da turma sözcüğünün kullanıldığını belirtmekte fayda var. Turpun aslında Farsça mı yoksa Türkçe kökenli mi olduğuna karar verme meselesini işinin ehline havale edelim.
Türkçedeki deyimlerde de turpun etkili bir şekilde kullanıldığını görürüz. Turpun büyüğü heybede deyimini başat söyledik zaten. Bunun dışında; aptal ve bön kimseler için “anası turp, babası sarımsak”, düşünce ve davranışlarını beğenmediğimiz kimseler için “aklına turp sıkayım”, sağlamlığı ifâde etmek için “turp gibi” deyimlerini kullanırız. Kendisini yapmadığı bir şeyi yapmış gibi gösterenleri de “eksik olma bayır turpu” diyerek alaya alırız. Büyüklerimizin turpun faydalarına dikkat çekmek için söyledikleri “Turp yemesen de tarlasından geç” şeklindeki tavsiyeyi de burada hatırlamak lazım. Biz çok duymamış olsak da Bulgaristan Türklerinin konunun anlaşılmadığını belirtmek için kullandıkları “anlayan turp yesin” deyimi de var. Turp, bir atasözüne de konu olmuş; “Turpun sıkısından seyreği iyidir.” Görüşmeyi, konuşmayı sıklaştırmamak daha iyidir anlamında.
Cumhurbaşkanı’nın, ülkenin siyaset gündemi bağlamında turp ile ilgili bir deyimi kullanmasının ardından turpun böylesine revâç bulması, bizim de bu kadar turp anekdotunu araştırıp yazmamıza vesile oldu.
Netice itibariyle; Turp turp olalı böyle pâye görmedi.