Deprem konusunda uzun soluklu bir mücadeleye hazır olmamız gerek.

Yaraları sarmak yetmez, bundan sonra olacaklara ne kadar hazırız. İstanbul’da, İzmir’de, GAP bölgesinde, yıkılacak yapıları bugünden yıkabilecek misiniz? O sahildeki gökdelenleri boşaltıp sorumlularından hesap sorabilecek misiniz?

İbadetin çok olanı değil sürekli olanı makbul.

Bakın, kimse, Allah’ın yardımı olmadan bu işlerin üstesinden gelemez. Allah’ın yardımı da şarta bağlı. Allah cahillere ve zalimlere yardım etmeyecek, aksine onların işlerini zorlaştıracak.

Def-i mazarrat celbi menafiden evladır. Allah’ın yardımının bize ulaşması için biz ne kadar hazırız.

Bakıyorum, ne siyasiler, ne diğer yetkililer, Allah’ın yardımından söz etmiyorlar. Kaderden, ecelden, Dua’dan söz etmeye korkuyor sanırım birileri. Birileri dine soğuk, birileri de dini kavramların içini boşalttı. “Beka sorunu” gibi tehlikeli tanımlar konusunda çok cesurlar.

Önümüzde Ramazan var. İnşallah o zamana kadar bu ilgi ve destek devam eder. Şimdi herkes seferber oldu da, yarın bu destek durursa, sıkıntı olur. Bu Afetin yarasını sarmak bugünden yarına olacak iş değil. Hele bu afetler devam edecek olursa enkazı kaldırmak bile daha uzun süre alabilir.

Bu süreçten çıkartılacak dersler, bundan sonrası için tecrübe olmalı. Dilerim ağız dalaşı ile bu süreç dejenere edilmez.

Bu vesile ile Kenevir konusunu tekrar hatırlatayım. Bakın hem bölgede, hem de Suriye’deki göçmen bölgelerinde Kenevir ekimine öncelik verilebilir. Kenevir gıda olarak, tekstil için, tahta, metal, plastik, kağıt ve sunta için selülöz kullanılan her yerde kullanılabilir. Yakıt olarak, gıda olarak, ilaç olarak kullanılabilir. Kök ve yaprakları bio kütle olarak kullanılabilir. Bio-kütle hem kömür gibi yakıt, hem gıda olarak hem de inşaat için tuğla yerine kullanılabilir. Çekirdek olduğu gibi gıdadır, ayrıca yemeklik yağ olarak kullanılabilir, ilaç olarak kullanılabilir. Bu ürünler radyasyon emiyor, haşeratı kovuyor, oksijen salınımı çok yüksek, mikrop barındırmıyor. Bundan sonra buna daha çok ihtiyacımız olacak. Havanın, suyun, toprağın bu aziz bitkiye ihtiyacı var. Esrar bahanesi ile birileri bu nimeti engelliyor. Esrar ilkokula inmiş, Tiner ve diğer solventler hırdavatçılarda satılıyor serbest, Kırtasiyecilerde satılan bazı yapıştırıcılar da uyuşturucu olarak kullanılabiliyor.  Öje sökücü Aseton eczanelerde satılıyor, onlar da uyuşturucu olarak kullanılıyor, kimsenin ona sesi çıkmıyor. Batıda her olan hemen getiriliyor, bu konuda batıdaki uygulamaları görmezden geliyorlar.

Esrar, birilerinin elinde uyuşturucu ile mücadele maskesi olarak kullanılıyor sanki. İstedikleri zaman istedikleri kadar kullanıcı ve torbacı yakalamak kolay. Ekim’i de nasıl oluyorsa, erişkin döneme kadar kimse bir şey görmüyor, sonra da ele geçirilen Kenevirler yakılarak imha ediliyor, havaya, toprağa zarar verdiklerinin farkında değiller. Bu akılsızlıklar yıllardır yapılıyor. Kenevir söz konusu olunca sağlık bakanlığı, Gıda Tarım sus-pus. Jandarma ve içişleri işin operasyon boyutu ile ilgileniyor.

Bakın bu inşaat sürecinde Kenevir temelli bir inşaat, depreme dayanıklı inşaat için bir dönem başlatılabilir. TOKİ de dilerim bu konuyu dikkate alır.

Basınımız, yardıma gidenler, yardım edenler, herkes bu olaydan, bundan sonrası için kendilerine göre dersler çıkartmalı. Ambalajların mevsime göre dayanıklılığı çok önemli. Islak zeminde yardımlar zarar görebiliyor. Ve kutuların içinde ne olduğu mutlaka ambalaja adet olarak yazılmalı. Herkes ilk anda yola çıkınca birçok açıdan sorun olabiliyor.

Basının, sivil toplum örgütlerinin bundan kendileri için ders çıkartması gerek. İstanbul için ayrıca çok farklı disiplinler oluşturulması şart. İstanbul birçok bakımdan buradaki durumdan farklı. Ölçekler çok farklı. GAP da çok farklı. Ve tabi Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın yıkılması durumunda bu hem Suriye, hem Filistin ve Yahudi topluluğu, hem de Ürdün açısından çok farklı etki ve sonuçları olacaktır.

Bu süreçte en önemli hadise iç barış ve dayanışma konusu. Unutmamak gerekir ki, “Tefrika girmeden bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. Onun için, dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik felsefi ve vicdani kanaat farklılıklarına dayalı kışkırtmalardan, düşmanca ifadelerden sakınılması gerekmektedir. Bunun için sosyal media ve klasik mediadaki trol dedikleri tetikçilerin susturulması gerek. Birilerinin aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmek isteyen çevrelerin oyununa gelmememiz gerekiyor. Farklılıklarımıza rağmen, barış içinde bir arada yaşama iradesini güçlendirmemiz gerek. Bunun yolu da en başta adalettir.

Önümüzde seçim var. CHP’nin “Tek Adam” dönemini ve bizimkilerin “Saltanat” dönemini model alan söylemleri ile bir yere gidemeyiz. Osmanlının yıkılış dönemine hakim olan zihniyet İttihat Terakkinin askeri kanadının zihniyetidir. Cumhuriyet Monarşisinin, oligarklarının (!?) (ne derseniz deyin), zihniyeti İttihat Terakkinin siyasi kanadının zihniyetidir. Türkiye bu dairden çıkamadı hala.

Seçimlerde adayları parti üyeleri ön seçimle seçsin. Ya da seçiciler kurulunu seçsinler, onlar adayları seçsin. Seçmen olarak bizler de parti seçmenin ötesinde adaylar arasında, onların yaptıkları sıralamaya bağlı kalmaksızın tercih de bulunabilelim.

Parti üyelikleri mevcut hali ile bir garip, çoğu doğru düzgün aidat bile ödemiyor ve çoğu, iktidar olurlarsa, parti üyeliğini iş almak ya da atama için bir belge olarak kullanılıyor. Bu hukuki de değil, ahlaki de. Bugünkü haliyle tam anlamda bir politik derebeylik. Liderlik dedikleri  böyle bir şey. Partilerin sahipleri var. Partilerin STK görünümlü arka bahçeleri var, hatta şirketleri var. Böyle bir şey olmaz. Bu derneklerin çoğu sivil değil. Bunlar politik dernek olarak ayrı bir kategoride ele alınmalı. Dini vakıflar var, memur dernek ve sendikaları var mesela. Onlar aslında yarı resmi Demokratik Kitle örgütleri. Kamu yararına çalışan dernekler, Oda gibi özel yasa ile kurulan, herkesin üye olmak zorunda oldukları yapılar ayrıca tanımlanmalı. Başkanlık sisteminde yeni bir düzenleme yapılacaksa, o da bayramdan sonra gündeme alınmalı.

Selam ve dua ile.