Ev okulu uygulamasında tüm öğretimin evde gerçekleştiği anlamına gelmiyor. Tamamen ebeveynlerin sorumluluğunda yürüdüğü anlamına da gelmiyor. Pek ala danışman rehber öğretmen ve kurumlar bulabilirsiniz. Müfredat ve kaynakların önceden belirlendiği geleneksel bir sınıftan farklı olarak, evde eğitim programı başarılı bir sonuç elde etmek için müfredatı ve teknikleri değiştirebilirsiniz.

Gençliğim bir bakıma eğitim ve bilim sorunlarına nasıl çözüm bulabilirim arayışı ile geçti. Sanki bu ülkenin maarifinin yükü üzerimdeymiş gibi bu yolda çaba içine girdim.  Başlangıçta daha çok yanlışlara kafa tutarak geçiyordu vaktim.  Arkada hükmeden derin ve yönlendirici gücü, medya ile teşkil edilen kalın suru fark edemiyordum. Bu yüzden de gerçek problemler yerine yansıma ve gölgelere takılıyordum. Medya ve basın bize öyle gösteriyordu çünkü. Çözüm yollarını karartıyor, gerçeklerin üzerine kalın bir perde örtüyordu. Ülkenin milli meselelerine sahip çıkacak aklı başında bir medyası bulunmadığından dıştan güdümlü ayarlı medya hep yalancı çözümleri öne çıkarıyor ve göz boyuyordu.

Çözüm mevkiinde olanlar da dâhil aydınlarımızın büyük çoğunluğu asıl kök problemlerin semtine yaklaşmıyorlardı. Eğitimin görünmeyen gizli ajanları; maarif dünyamızın gerçek sorunlarının üzerine perde çekiyordu. 

Gerçeklerin farkına vardığım yıllar benim için de  zihni dönüşüme kaynaklık etti. Şöyle ki karanlığa kızmak yerine mum yakmak; kendi etki alanımızda iyi örnekler teşkil etmek, kendi gücümüz ve vüs’atimiz çapında yeniliklere öncülük edebilmek daha doğru bir yoldu.  Aslında kendi derslerimizde yaptığımız buydu. Eğitim sohbetlerimiz bir iksir oluyor, öğrencinin zihnen dirilmesine vesile oluyordu. Farklı ve yenilikçi uygulamalarımızın çevrede yer yer örnek alındığını ve küçük çapta model teşkil ettiğini görüyordum.        

Demek ki herkesin kendi çapında yapabileceği şeyler vardı. Bir kere kendi çocuğumu, etki alanımda olan diğerlerini (mesela akrabalarımı) okulların kimliği yozlaştıran yıkıcı ortamından kurtarabilirdim. Bunun için belli bir arayışa girebilir ve çeşitli planlar yapabilirdim. Daha ileri düşününce okul denen zorunlulukların çok da gerekli olmadığını görebiliyorsunuz. Açık öğretim imkânlarını, bazı özel kurs imkânlarını da kullanabilirsiniz. Ufkunuzu genişletince ev okulu imkânları da karşınıza çıkıyor.

Dünyada yayılan ve kabul gören bir eğitim şekli ev okulu modelinden söz edelim bu vesile ile.  Aileler okulların örseleyici şiddet ortamlarından kurtarmak özellikle evrim gibi düşüncelerin dini inançları yıkıcı etkilerinden korumak için ev okulu modeline ilgi duyuyorlar.  Özellikle ilkokul çağında ev okulu uygulaması daha fazla kabul görüyor.  Ahlaki kaygılar bu okulları gözde hale getiriyor.  İlginç olan ise mesela Amerika’da Harvard ve MIT gibi seçkin üniversiteler ev okulu (Home Schooling) mezunlarını öğrenci olarak öncelikle tercih ediyorlar.  

Ev okulu uygulamasında tüm öğretimin evde gerçekleştiği anlamına gelmiyor. Tamamen ebeveynlerin sorumluluğunda yürüdüğü anlamına da gelmiyor. Pek ala danışman rehber öğretmen ve kurumlar bulabilirsiniz. Müfredat ve kaynakların önceden belirlendiği geleneksel bir sınıftan farklı olarak, evde eğitim programı başarılı bir sonuç elde etmek için müfredatı ve teknikleri değiştirebilirsiniz. Diyelim ki kızınız matematik ya da fen bilimlerinde hızlı gidiyor, okullarda olduğu gibi yavaş bir tempoda ilerlemeye zorlayan bir müfredat kullanmıyorsunuz. Hızlı ilerleyen öğrencinin önünü açıyorsunuz.  Belki bir yılda üç yıl birden atlama şansı olabiliyor. Ev okulu, bire bir öğrenmeyle ilgilidir. Bizim geleneksel eğitimin temeli de bilindiği gibi bire bir usta çırak eğitimine dayanır. Yüksek lisans ya da doktora danışmanlığı yaptığım örnekleri hatırlıyorum da öğrencinin kendi kurguladığım programla üç dört yıllık boşluğunu bir yılda doldurabildiğimi gördüm. Esasen resmi müfredatlar çoğu kere boş ve gereksiz şeylerle doldurulmakta zaman israfına sebep olmaktadır.

Sonuçta, ebeveyn olarak, çocuğunuzun günlük öğrenimini organize ve kontrol edebiliyorsunuz. Ya da artı olarak bir öğretmenle birlikte bunu gerçekleştirebilirsiniz. Evde eğitim gören çocukların genellikle ev dışında daha fazla dersleri vardır. Ev okulu öğrencileri çoğu zaman evden dışarı çıkarlar ve müzelere, sanat merkezlerine, parklara, bilim merkezlerine, anlaştıkları laboratuvar ve atölyelere, kütüphanelere vs yerlere giderler. Yerinde, yaparak ve yaşayarak öğrenme esastır. Öğrenimlerinin bir parçası olarak daha çok seyahat ederler.

Bu konuda eğitsel kaynak kavramının anlaşılması için kitabımızda yer alan “Evde ve Uzaktan Eğitim Formülleri” başlıklı yazımız gözden geçirilebilir. Bu münasebetle “Eğitsel kaynak” kavramına dikkat çekmek isterim. Eğitsel kaynak, bir eğitim hedefine erişmek için yararlanılabilecek “akla gelebilecek her şey”dir. Bir ameliyathane, bir koleksiyon, bir havaalanı, uçak seyahati, botanik ya da hayvanat bahçesi, il veya ilçe kütüphanesi, bir bilgisayar yazılımı, bir internet adresi, özel bir konuda deneyimli bir kişi ya da bizzat deneyimlenecek bir “durum” olabilir. Daha öz bir deyimle, bir konuda bilgi, beceri, tutum ya da davranış kazanmaya doğrudan veya dolaylı yardımı olabilecek her şey bir “eğitsel kaynak”tır.  Eğitsel kaynak, tek başına anlaşılması güç bir kavramdır. Bu kavramı daha iyi kavramak için “senaryo temelli eğitim” kavramının iyi anlaşılması gerekir. Konu ile ilgili ayrıntı, ilgili yazımızda yer almaktadır.

Çocuklarımızın müfredatların elinde yeteneklerinin un ufak edilmesine seyirci kalmamak için ev okulu imkânları da dâhil her imkân ve fırsatı değerlendirmek zorundayız. Bir Alman, Rus, İngiliz, Japon, Amerikalı ailesinde çocuklar kendi töresine ve kültürüne göre yetiştirilir ve bir kimlik kazanır. Toplum da gerekli şartları haizdir. Devlet gerekli desteği verir. Amma, ülkemizde çocuklarımızı Türk ve Müslüman gibi, hatta insan gibi yetiştirmek istediğimizde gerekli tedbirler alındığını söyleyemeyiz.  Mesela çocuk edebiyatımız milli değildir. Çizgi filmlerimiz de.  Bize ait internet oyunlarımız da yoktur. Bunlar genelde yabancılar tarafından üretilir. Belli merkezlerde üretilen çizgi filmler olsun ve internet oyunları olsun şuur altına verilen mesajları ile yıkıcı etkilere sahiptir. Oyun ve oyuncak deyip geçmeyelim. Küçük kızınızın sadece pullu giysiler sevmesi, aylarca aynı prenses elbisesiyle dolaşması ya da Barbie’ler dışındaki oyuncakları sevmemesi size kişisel bir tercihmiş gibi gelmemeli. Bu işaretler onun kendi isteklerinin ifadesi değil, küresel prenses kültürüne mahkûm olduğunun işareti olabilir.

Oyuncak kültürünün köşe taşlarından birisi olan Disney, çocukların dünyaya bakışlarını yeniden şekillendiriyor.  Prensesler kızlarımızın doğallık, sadelik ve güzellik kavramlarını tepetaklak ediyor.  Çünkü abartılı ince beller,  minik el ve ayaklar, hiç bir şartta bozulmayan saç ve makyajlar, çocuklarımızda ulaşılmaz bir beden algısı vücuda getiriyor. 2016 yılında Brigham Young Universitesinden Profesör Sarah M. Coyne yeni nesil oyuncakların çocuklar üzerindeki etkisi üzerine bir çalışma yapmış. Prenses oyuncaklarını daha fazla oynayan 6-7 yaşındaki kız çocukları üzerine yapılan çalışmaya göre, bu çocuklar bir yıl sonra toplumsal cinsiyete dair yargılara daha fazla eğilim gösteriyor. Çalışma sonucuna göre bu çocuklar matematik ve fen gibi sayısal derslerde kendilerine daha az güveniyor ve yeni şeyler denemeye daha kapalı hale geliyorlar. Bu gruptaki kız çocukları, dış görünüşlerine yaşıtlarından daha fazla önem veriyor, daha gösterişi giysiler tercih ediyorlar.[1]

Önemli olan çocuklarımızın gelişim çağında kişiliğini bulmasıdır. Bunun için sadece internet oyun ve filmleri değil, oyun ve oyuncaklarımızın kendimizden olması gerekir. Hatta çocuklarımızın üzerindeki urbaların da önemi büyük. Tüm bunlar çocuğun karakterini ve ahlâkî gelişimini derinden etkiliyor ve yönlendiriyor.

Okul, medya/internet, sokağın çocuğu içten içe yiyip bitirmesi karşısında seyirci kalmak yerine her aile kendi çocuğunu yetiştireceği ortamları hazırlayabilir. En azından okul öncesi dönemde sahip çıkarak, çocuğumuzun karakterinin inşası ve kimliğini bulması için belli bir arayışın içine girebiliriz.

Bir Hint atasözünü hatırlıyoruz: “Çocuklarınızı altı yaşına kadar bana verin, altmış yaşına kadar sizin olsun.” Hz. Ali şunu demiştir: “Çocuğunuzla yedi yaşına kadar oynayın, on beş yaşına kadar arkadaş olun, on beş yaşından sonra istişare edin”. Çocuğunun geleceğini düşünenlerin yapacağı çok şey var aslında: Onlar, çocukları ile oynamayı, çocuk daha büyükse onlarla arkadaş olmayı ve istişare etmeyi biliyorlar. Onlara zaman ayırıyorlar.  Çocuklarını okuyacağı hikâye ve masallara kadar milli çocuk edebiyatı örnekleri buluyorlar. Milli ve yerli çizgi film ve internet oyunları üreten gruplar da var çok şükür. Bu duyarlı aileler çocuklarını yabancı oyuncaklardan uzak tutuyorlar.  Çocuklarını yabancı sembol, işaret ve yazı bulunduran giysi ve elbiselerden de uzak tutuyorlar. 

Hulasa geldiğimiz nokta itibariyle şunu söyleyebiliriz:  Çocuktan daha çok ailelerin eğitilmesine, bilinçlendirilmesine ihtiyaç var. Dikte ederek, nasihat ederek, hatta korkutarak çocuklarımızı eğiteceğimizi zannediyoruz. Her şey örnek olmanın ve temsil etmenin sihrine bağlı. Gönlüne girmediğiniz ve sevgi dili kullanmadığınız sürece yapılacak telkinler faydadan çok zarar getirecektir.

Öğrenmeye dayalı yanılgılardan kurtulacağımız ve berrak bir bakışa sahip olacağımız günlerin özlemi içindeyiz hepimiz. Bu aydınlık geleceği,  başkalarından beklemek yerine kendimiz oluşturabiliriz. Çevremize baktığımızda birçok iyi örnek görebiliyoruz.

[1]- ‘Prenses Kültürü’ ve Çocuklara Verdiği Örtülü Mesajlar, Eğitim Kolektifi, https:// egitimkolektifi.com/prenses-kulturu-kizlara-ne-ogretiyor/