Güzel Türkçemizin en güzel kelimesi, tartışmasız gönüldür. Gönül kelimesinin başka dillerde layıkıyla bir karşılığı var mıdır aceb? Sanırım yoktur.
Türklüğün İslam'a akışı, evvela Allah'ın bir ikramı olmakla beraber fani dünyaya gönül merkezli bir bakışın hakimiyetinin eseridir kuşkusuz...
Gönül adamı olmaktır, hem alp hem de eren sıfatını kuşanabilmenin sırrı...
Adil, mert, doğru, özü sözü bir olabilmek gönül işidir.

Gönülsüz ne bilsin erdem çeşmesinden akan hakikatin tadını?
Gönül üstüne bina ettiğimiz bir hayatı, ellerimizle tuğla tuğla sökerek ayazda kaldık kalalı...
Gönül lafta ve dahi rafta kaldı.
Türkülerde bozkır ağzıyla nazal "n" ile telaffuz edilirken, epeyce uzağına düştüğümüz gönül hakikatinin ağlayışını duyamıyor iseniz...
Sadece gönülsüz olmakla kalmayıp, gönlü ölmüş bedbahtlar arasına katıldığınızı üzülerek ifade etmeliyim.

Gönül bir insanı beşer mertebesinden yukarılara taşıyan bir binektir. Bu sebepten yaya kaldığımız şu tuhaf vadiden bir türlü düze çıkamıyoruz! Yayalığımızı, yamalarımızla örtmek garabetinden rahatsız olmazken... Kulağımızı, bizi gönülden mahrum eden vesveselere de tıkamıyoruz!

Gönüllü olmakla gönlü var olmak aynı şey değil!
Gönülsüzlük, itirazsızlık halinin devam edemeyeceğinin altını çizerken, gönülden mahrum kalmışlık manasına gelmiyor!
Gönülden gönüle kurulmuş köprüler üzerinden işleyen kervanları, haramilere yem eden bir hayırsızlık sinmiş köşe bucak...
Gönüller yapan irade, gönülden sapan... Gönül koyan hissiyat, vefadan nasipsiz ellerde kaşla göz arasında yaban!

Kişiyi, kalıbının adamı gönlü yapar!
Gönlümüz kadarız! Gönül bir dağ, bozdoğanların haşmetli kanatlarıyla, boz yılanların sürünerek çıktığı...
Gönül kazanmak büyük dava... Lakin gönül kazanılarak sahip olunan bir meta da değil! Kaybederken kazanmak tezadının kilidini gönül olmadan açmak muamma...
Vicdansızlık, gönlü yokların marazi hali değil midir? Keza vefasızlık! hodbinlik gönül sahiplerine uğrar mı? Gönül eri olan kişizadeler, hiç gönül yorar mı?

Gönül meselesi... Anlayacağınız...
Sadece Leyla-Mecnun, Ferhat-Şirin, Kerem-Aslı, Yusuf-Züleyha kıssaları çerçevesinde sıkışıp kalacak bir mevzu değil! Şiir kadar serin, sükût kadar derin...

Haydi gelin bütün ayarsızlıklarımızın adını koyalım: Önce yerinde saydı sonra kaydı gönlümüz! Bunca kaymaya tahammül edemeyip bizden en nihayet caydı gönlümüz! Nefes alıp veren cesetler misali, gönülle birlikte aslında herşeyi yitirdiğimizi belki bir gün anlayabileceğiz de... Gönlü, tekrar tahtına nasıl davet edeceğiz? Etsek de acaba kir pas içinde bıraktığımız hanesine icabet edecek mi? Sahteliklere gömülmüş bu manzaraya acıyarak bakan gönül, yoksa ilelebet çekip gidecek mi?
Gönül avutmak hilekârlığından sıyrılmak için geç değil...

Sözü rahmetli Ozan Arif'in gönle söyledikleriyle bağlayalım...
"Yeter, yeter gönül yeter, senden çektiğim!
Avuca sığmadın, ele sığmadın,
Ömür boyu gözlerimden döktüğüm,
Yağmura sığmadın, sele sığmadın...

Gönül seninle gitmek zor işmiş,
Seni adım, adım gütmek zor işmiş,
Seninle yolculuk etmek zor işmiş,
Dağlara, taşlara, yola sığmadın...

Sen yoldaş değil de esir aradın,
Esirin de oldum kusur aradın,
Emellerin için asır aradın,
Mevsime sığmadın, yıla sığmadın...

Sen bitmedin ben artık bittim,
Sazımla beraber peşinden gittim,
Onu da derdine âmade ettim,
Perdeye sığmadın, tele sığmadın...

Hizmet ettim sana hizmet herşeyle,
Sonunda gocattın Arif'i böyle,
Destan mı yazmadım şiir mi söyle,
Kaleme sığmadın, dile sığmadın..."