Sabahın erken saatlerinde işe giderken, yol kenarında park etmiş bir arabanın arka camında okuduğum yazı, tefekkür sağanaklarının kelepçelerini çözüverdi: "Ya fark ettiğinde farkın kalmazsa..."
Fark... Mühim bir kavram... İnsanları farklı kılan pek çok hassa sayılabilirse de... Kanaatimce belirleyici olan esas husus ahlaktır. Zira ahlak olmayınca gerisini konuşmanın bir alemi yoktur.
Yaşadığımız zamana ve şahitliklerimize bakınca, ciddi bir ahlak buhranının en çetrefilli yerinde olduğumuzu söylesek başımız ağrımaz.
Unutmadan şunu da not edelim: Malum hastalığımız... Kendi kavramlarımızı bırakıp yabancı ve manasına vakıf olmadığımız kelimeleri, entelektüel pozları kesmek adına çokça kullanır olduk. Bu çerçevede ahlak yerine etik lafını sakız gibi çiğneyip duruyoruz! Gelin aradaki farkı konunun alimleri nasıl izah ediyor görelim evvela:"Etik doğru ve yanlış davranış teorisidir. Ahlak ise onun pratiğidir. İlkeler söz konusu olduğunda etik kavramı kullanılırken, davranış söz konusu olduğunda ahlak kavramı kullanılır. Etik bir kişinin belli bir durumda ifade etmek istediği değerler iken ahlak ise bunu hayata geçirme tarzıdır."
Demek ki sürekli teori bataklığına gömülüp kalan bir cemiyet haline dönmekten, pratiği terk edip davranış boyutunu ıskalamaktan ötürü... Her zerremize nüfuz etmiş bir ahlak buhranı ile karşı karşıyayız!
Hem etik diye diye ahlâkı taca atarken meşhur atasözümüzü de devreye sokmuş olmuyor muyuz? "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı..."
Hayatı yaşarken, doğru fiiller ile donatamıyorsak... Ahlaken düşüklük göstermiş olmuyor muyuz? Burada vurgulamak istediğim ahlak, çok geniş bir alanı kapsayan ve şahikasında erdem zirvesine kavuşturan bir örgü...
Somut misallerle yürüyelim:
Kişi olarak ahlak, bir başkasının rahatını, huzurunu, saygınlığını öncelemek... İnce düşünmek ve davranmak... Olduğunda ahlak... Bu tanımdan yola çıkınca tessüfle itiraf etmeliyiz ki; cemiyet olarak bencil, kibirli, nobranlar sürüsü olmaktan imtina etmiyoruz! Teoride kabullenir rolü yapsak da işimize gelmediğinden gayriahlaki bir seyre yelken açarak perişanlığımızın üstüne tüy dikiveriyoruz.
Hepimizin iyi kötü birer mesleği yahut sanatı var. Ama bir meslek ahlakımız yok! Bu sebepten sabahtan akşama kadar birbirimize doğrudan yahut dolaylı olarak zulüm ediyoruz. İşin acı tarafı bu hali içimize sindirmekten rahatsız dahi olmuyoruz! İş ahlakı yoksunluğumuz bizi her geçen gün aşağıya çekerken, kul hakkıyla dolan heybemizi, sırtına vuracak bir abalı denk getirmeyi maharet sanmak pespayeliğinden de gocunmuyoruz. Bize verilen mühletin daraldığını hatırlayıp keşke kendimize gelebilsek...
Bir de ticaret ahlâkı var malum... O kadar iliklerimize işlemiş ki; "liberal ahlaksızlık" genel geçer ahlak olmuş... Maziye dönüp bakınca, bu topraklarda bir zamanlar ahlaksızlığın bile bir ahlâkı varmış demeden edemiyor insan!
İlim ahlâkı... Siyasi ahlâk... Varlık ahlâkı... Yokluk ahlâkı... Harp ahlâkı... Sulh ahlâkı... Kalem ahlâkı... Kürsü ahlâkı... Sükut ahlâkı... İsyan ahlâkı... Nisyan ahlâkı... Aşk ahlâkı... Sözün özü herşeyin ahlâkı... En nihayet kul olmanın ahlâkı...
İşte unuttuğumuz ve/veya es geçtiğimiz nokta... Ahlâk libasını giymedikçe, sefalet zemherisinde üryan gezmeye mahkumuz.
İşe nereden başlamak gerektiğini sorar gibi olduğunuzu farz ederek cevaplayayım efendim:
Önce kendi muhasebemizi hakkıyla yaparak şu andan tezi yok her hal ve şartta, bedeli ne olursa olsun, her hususta ahlâklı olmaya azmetmeye başlayarak... Her birimiz bu azimde olursa göreceksiniz iyi hâl üzre olmanın hayırlı bulaşıcılığı, cemiyetimizin tedavisini de mümkün kılacaktır Allah'ın izniyle...
Bir Brezilya atasözüyle bitirelim:
Taşı delen su damlalarının kuvveti değil, sürekliliğidir.