Eskiler ne demiş: “Geçme namert köprüsünden… Ko aparsın su seni!”

Adamlığın ehemmiyetine vurgu yapan bu ifade aslında ne kadar çok şey söyler bize… Duymak ve anlamak derdi olana tefekkür kalesinin kapılarını ardına dek açar. Ve doğru zeminde yükselen bir tefekkür… Gözleri kamaştıracak kadar kuvvetli bir ışık saçar. Tefekkürden mahrum kalışımızın kararttığı, hakiki varlık kaynağından beslenemeyişimizin benzimizi sararttığı bir demdeyiz. Ummanı emrimize veren hakikate sırtımızı dönmüşüz… Hâlâ… Ama hâlâ oltanın ucundaki kıytırık yemdeyiz…

Adamlık mühim mesele… Hoş… Şimdi adam kavramını kullanırken, mefhumun derin kadim manasını es geçip cinsiyetçi yaklaşımlarla sözü ve dahi özü tahrip edenler kızacaklar belki… Onlara rahmetli Necip Fazıl üstadın diliyle cevap verelim: “Adamlık cinsiyet meselesi değil, şahsiyet meselesidir!”

Adamlık yekpare bir şekilde hayatını ahlak üzere tertip edip yaşayan demek. –mış gibi yapan değil… Bulunduğu kaba ve zemine göre şekil alan değil. Hak olanı nefsine göre eğip büken ise hiç değil! Bedel ödemekten korkmayanlar ekseriyetle adamdır. Ahlak gereği adamlar –ki Yüce Rabbimizin emrettiği ve Peygamber Efendimizin bizlere yaşayarak öğrettiği ahlak- dosdoğru bir ok olup atılmayı, eğri büğrü bir yay olup elde tutulmaya yeğlerler.

Ahlak… Giderek iklimimizden eksiliyor. Laftan ibaret bir ahlak anlayışıyla yetinmekten şikâyet de etmiyoruz. Duvarlara “Edeb Ya Hû” yazılı hat levhaları asmakla mevzu kapanmış olmuyor. Herkesi aldatmış olsak bile kendimizi aldatamayız ki… Keza Yüce Yaradanı!

Ahlaki fakr-u zaruret… Her meselemizin başlıca sebebi… Dürüst olamıyorsak… Tutarlı duramıyorsak… Onca çaba ve koşturmaya rağmen bir yere varamıyorsak… Hırs ve tamah yarasını sabır ve şükür ile saramıyorsak… Ahlak hususunu hafife aldığımızdan… Belki de sahtelikler denizine çıkmamak üzere daldığımızdan!

Herkes haksızlığa uğradığından şikâyet eder muhakkak bir noktada… Haksızlığı icra eden ahlaken düşmüştür de… Bazen hak iddia eden de ahlaki nazarı incitecek bir haddi aşışla kabahati çoktan bölüşmüştür.

Cemiyeti (toplumu değil) yükseklere taşıyan… Onu oluşturan fertlerin ahlaki yüksekliğidir. Tıpkı damlaların birleşerek devasa su kütlelerini oluşturması gibi… Fertlerin (bireylerin değil) ahlak seviyesi cemiyet dediğimiz yapının görünür unsurlarında kendini daha güzel göstermek gibi bir maharet sahibidir. Cemiyeti oluşturan fertler ahlaken yeterli noktada değilse, ticaret ahlakı sancılıdır, meslek ahlakı can sıkar, dostluk-yarenlik içi boşaltıldığı için riyâ kokar, “hep bana Rabbena” anlayışının çürüttüğü ve ahlakı fütursuzca terk edenin gemisini yürüttüğü bir manzaranın orta yerinde kalınır. Kalınır da kitabın ortasından konuşulunca herkes alınır. Alınacak ne var ki? Her an her saniye seyredip yaşadıklarımız bizi titretip kendimize döndüremiyorsa… Esas bu donukluğa, tepkisizliğe, kendimizi hesaba çekmekten aciz oluşumuza alınmalı değil miyiz?

Zor… Ve zor olan hep kimsesiz kalır. Çünkü kolayına koşmayı sever insan… Terlemeden kazanmak ister. Hatta her şeyin arzu ettiği biçimde gökten kucağına düşmesini ister. Bu arızalı vaziyete kaptırınca yakasını… Dünyada misafir bir dünyalı olduğunu unutup… Sırılsıklam bir dünyacı da oluverince… Her şeye müsait oluvermek işten bile değildir. Kendine bahşedilen bütün meziyetleri hunharca nefsi için kullanır. Bundan da zerre kadar rahatsızlık duymaz. Her şey mubahtır zira… Bahaneler bulunur vicdanın sızlayışlarını dindirmeye… Öyle bir an gelir ki ahlaksızlığın bile ahlakına pabucunu ters giydirebilir insan (?)

Bütün acılarımızın… Bereketsizliklerimizin… Bir başına kalışlarımızın… Yolumuzun hep sarp dağlara sarmasının… Hayra kurulan saatlerin ansızın durmasının… Çözülmelerimizin… Üzülmelerimizin… Ezilmelerimizin… Ahlak kaftanını sırtımıza geçirmiyor olmamızın bir neticesi olduğunu… Şapkamızı(?) önümüze koyup idrak ve ikrar etmeliyiz. Yoksa… Maazallah! Bir düşüşten bir başka düşüşe savruluruz.

Ecdadımız ahlak ve adamlık noktasında, emredildiği gibi yürüdüğü için… Her ferdiyle iman, ahlak ve adalet sahibi olduğu için… Şimdi imrenerek okuyup öğrendiğimiz nice güzellik ve başarının muhatabı olmuş… Son üç asırdır o anlayış ve yaşayıştan uzaklaşa uzaklaşa mevzi kaybetmeye devam ediyoruz. Son tahlilde öyle güzel adamların ne yazık ki böyle tarifi meçhul torunlarıyız.  Meğer o güzel adamlar güzel atlara binip gitmişler. Atlar da adamlar da bizi terk etmişler!

Terk edilmişliğimizi idrak eyleyip… Develili Âşık Seyrânî’nin nasihatiyle tefekküre kulaç atalım:

Behey gafil öleceksin bilmen mi?

Azrail canını alsın almasın!

Son deminde n'olacağın bilmen mi?

Dünya dolu malın olsun olmasın!

***

Dinle nasihatım can kulağın aç,

Namerdin yanına varma geri kaç!

Olursa düşmanın kapına muhtaç,

Sen bir eylik eyle bilsin bilmesin!

***

Seyrani der Hakk'ı hazır bilince,

Gönül aynasının pasın silince,

Benim canım Hakk'a vasıl olunca,

İmam cenazemi kılsın kılmasın!