Ülkemiz dahil, yönetimleri lâik İslâm ülkelerine özgü şartlar ve propagandalar, İslâm’a bağlı ve seküler hayata bağımlı insanları aydınlatmayı gerektirmektedir.

Aydınlatılması gereken konulardan biri de İslâm-Demokrasi ilişkisidir.

Kur’ânımızın açıklamalarına göre Allah’ın halifesi olarak yeryüzünde ilâhî yasaları uygulamak ve yaşadığı toplumu ilâhî iradeye göre yapılandırmakla  yükümlü olan mü’min insan, yönetimleri oluşturmada adâlet ve liyakatlileri görevlendirme ilkeleri yanısıra “Şûrâ” kuralını da işletmekle mükellefdir.

Al-i İmran Sûresi’nin 159. ve Şûra Sûresi’nin 38. âyetinin görevlendirdiği şûra, farklı sosyal şartlara göre, değişik şekillerde uygulanabilir çerçeve bir prensiptir.

İzlenebilir örnek nesil sahabiler, bu prensibi Hz. Peygamber’de müşahade ettikleri uygulamalar ışığında, ilk devlet başkanları Hz. Ebu Bekir’i seçerken uygulamışlardır. Ne var ki onlar bu prensibi dönemlerinin şartları gereği toplumun, tabiî temsilcileri konumundaki önder şahsiyetlerin görüşlerini alma yöntemiyle işletebilmişlerdir.

Şûra’nın seçim sistemi olarak değerlendirilmesi
Ulaşım ve iletişim imkanlarının geliştiği ve kişilerin görevlerini doğrudan eylemlerle yapabilecekleri çağımızda mü’minlerin şûra’yı işletme görevlerini, oylarını bizzat kullanabilecekleri seçim usulüyle yapmaları, yalnızca olgun aklın değil, aklı muhatab tutan İslâm’ın da gereğidir. Bu sebeple İslâm’ın, yöneticilerin demokratik usullerle ve çoğulculuk ilkesine uygun olarak seçilmelerini onaylayacağı, onaylamanın ötesinde görev alarak yükleyeceği şüphesizdir.

Seçim sistemini görevleştirilebileceğine değindiğimiz İslâm’ın, yönetimde uygulanacak yasalar konusuna yaklaşımını da şöylece özetleyebiliriz.

İslâm’a göre insanları yönetecek ana kanunları belirleme hakkı, yalnızca Allah’ındır. İlâhî şerîatlerle konulmuş bu temel kanunlar, son ilâhî mesajlar manzumesi Kur’ân’da özetlenmiştir. Bu kanunları dışlayarak Yaradan’ın insan üzerindeki egemenliğine baş kaldırmak, Yaradan’ın yerine insanı ilahlaştırmaktır. Hiç şüphe edilmemelidir ki yeryüzünde işlenen bütün zulümlerin kaynağında, büyük zulüm olan bu ilahlaştırma (şirk) eylemi vardır.

Aslında insanları özgürleştirmek ve sömürülmelerini engellemek için konulan bu temel yasaları, yanıltıcı çağrışımları gidermek için şöylece hulasa edebiliriz:

İslâmî temel yasaların özeti
“Allah’ın egemenliği tüm ferdi ve toplumsal egemenliklerin üstündedir. Renk ve dil farklılıkları içinde insanlar, insan olarak hür ve eşit yaratılmışlardır. Üstünlük inançta ve erdemli yaşantıdadır. Allah’a açık isyan ve insanî haklara tecavüz eylemleri dışında hürriyetler sınırlandırılamaz. Can-mal dokunulmazlığı vicdan ve din hürriyeti, öğretim, örgütlenme, seçme ve seçilme hakları gibi temel haklar ve ögzürlükler, Allah’ın verdiği çiğnenemez değerlerdir. Adâlet, liyakatlileri görevlendirme, şura (danışma, seçim), sözlü, yazılı ve fiili eylemlerle faydalılara yönlendirip, zararlılardan sakındırma, toplumsal hayatın temel yasalarıdır.

Barış, ilkedir. İnsanlara zulüm ve canlılara işkence yasaktır. Yasalar herkesi bağlar. Cezalar şahsidir. Yargı kararıyla suça bire bir ceza yöntemi olan kısâs, kutsal ilkedir. Toplumsal hayatın temeli ve nesillenmenin yöntemi, nikah akdine dayalı aile düzenidir. Miras haktır insan öldürme, zina, zina iftirası, hırsızlık ve meşru yönetime silahlı başkaldırı, cezâi müeyyideli yasaklardır. Bu ilâhî haramlar yanısıra inançlara baskı, içki, kumar, faiz, rüşvet, zulüm ve iftira gibi haramlar-yasaklar da meşrulaştırılamaz eylemlerdir. Hayatın amacı, bu temel yasalar ve özel ibadetler çizgisinde kulluk bilinci içinde yaşayarak, ebedî hayatın mutluluğuna ermektir.”

İnsanların yaratılıştan eğilimli olduğu, ilâhî şerîatlerden öğrendiği ve de tecrübelerle doğruladığı bu temel yasaların büyük bir bölümü, bilindiği gibi seküler sistemlerin de yasalaştırdığı değerlerdir.

İman sistemine bağlayarak yaşanmalarını Cennet’le, çiğnenmelerini de Cehennem’le irtibatlandırdığı bu temel yasalarını değiştirilemez kılan İslâm, onları anlama ve yaşama görevini bütün mü’minlere vermiştir. Bu temel yasalar çizgisinde ihtiyaç duyulabilecek ilave kanunlar-tüzükler-yönetmelikler yapma görevi de mü’min bilginlere verilmiştir.

Siyasî örgütler kurulması
Allah’ımızın Kur’ân’daki şura emriyle seçme ve seçilme haklarıyla donanımlı kılınan mü’minler, yaşadıkları toplumun gerektirdiği atılımları yapabilirler. Örneğin İslâm’ın yukarıda özetlediğimiz değiştirilemez temel düsturlarını-yasalarını egemen kılmak için siyasî örgütler kurabilirler.

Onlar, bu değiştirilemez düsturlar çevresinde oluşturacakları, farklı yöntem ve öncelikleri ve de uygulamada tedriciliği öne çıkaran programlarıyla yönetime talip olabilirler.

Bu siyasî kurumlar kendi aralarında yönetime gelme yarışına çıkabilecekleri gibi, değişik inançları içeren toplumlar da diğer seküler siyasî kuruluşlarla da bu yarışa girebilirler.

İslâmî olarak nitelendirilebilecek fakat Allah adına değil, yalnızca seçmenleri adına yönetecek bu kurumlar, çoğunluğun oylarıyla gelebilecekleri yönetimi, kabullenilen seçim sistemi gereği yine çoğunluğun oylarıyla bırakırlar. Bırakırlar, çünkü “dinde zorlama yoktur” ilkesiyle lehine baskılar yapılmasını onaylamayan İslâm’ın, çoğunluğun iradi tercihlerine karşı, adına dayatmalar yapılmasını doğrulamayacağı açıktır. Bu gerçek, Peygamberimizin, Mekke Site Devleti ile imzaladığı Hudeybiye Sulh akdine bağlılığı ile örneklendirilmiştir.

Burada şu gerçeği vurgulamak isteriz. İslâm yalnızca siyasî ve hukukî egemenliğini kurduğu toplumlarda değil, bütün toplumlarda ve tüm şartlarda güç ölüsünde yaşanılması için gönderilmiş dindir. O’nun mü’minlerinin kabul edemeyeceği tek olgu şu veya bu değil, yalnızca vicdan ve din hürriyetinin kısıtlanmasıdır. Bir diğer ifadeyle insanın hür iradesinin prangalanmasıdır. Çünkü Yüce Allah, insana yüklediği kulluk görevlerinin hür iradeyle yapılmasını istemektedir.

İslâm’ın seçim ve yönetime esas olacak yasalarla ilgili yaklaşımlarını sunmaya çalıştık. Bu arada demokrasinin gereği olarak açıklanan insan hakları ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğü ve halkın yönetime katılması gibi ilkelerin İslâm’ın değiştirilemezleri arasında yer aldığına da değindik.

Özetlersek; referansımız ve değer yargımız olan dinimiz İslâm, Yaradan’ın yarattığı insanların mutluluğu için koyduğu dindir. Bu hak din, doğası gereği demokrasi gibi insanlığın ortak eğilimlerini ve kabullerini doğrudan veya gereken düzenlemeleri yaparak kabul eder. Çünkü onun vazı, insanın halıkı olan Allah’tır.

Bu genel kuralın ve de verilen bilgilerin ışığında İslâm’ın, Allah’ın indirdiği ve çoğunluğun tercih edeceği yasalara saygılı demokrasiyi onaylayacağı, onaynalanacak demokrasinin de amaçlarını takdis eden İslâm’a ihtiram duyacağı inancındayız.

Yanılmadan ve yanıltmadan Allah’a sığınır, yazımızı bir âyetle bitiririm.

Nahl Sûresi âyet 9:
“(Yaratıcınız olan pek merhametli bir Rab olduğu için size) doğru yolu göstermeyi, Allah, üstlenmiştir. Çünkü o yoldan sapacak (pek çok) insan vardır. (Sizleri denemek için O doğru yolu göstermekle yetindi.) Çünkü O dileseydi sizin hepinizi doğru yola çıkarırdı.”