İslâm’da İnsan Hakları ve Hürriyetleri
Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği kutsal kitapların özü ve özeti olma vasfını taşıyan Kur’ân-ı Kerim’e göre, insanı şöylece tarif edebiliriz:
İnsan, Allah’ın kendi zâtından değerler üfleyerek en güzel şekilde yarattığı, göklerde ve yerdeki varlıkları hizmetine sunduğu bir varlıktır. Yaratılanların büyük çoğunluğuna üstün kılınan bu varlık, iman ve inkâra, adâlet ve zulme, güzellik ve çirkinliklere kabiliyetli olarak yaratılmış; kendisine verilen temel haklar ve yüklenen ana görevlerle ilâhî denemeye uğratılmıştır. Denemeye uğratıldığı hususlarda özgür iradesiyle seçme hakkıyla da donatılan bu mükellef varlık, ölümle başlayacak âhiret hayatında Allah’ın huzurunda yargılanarak mükâfatlandırılacak veya cezalandırılacaktır.
İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem olduğu için, ilk insan toplumundan itibaren insan, kendisini bu özetlenen değerler, görevler ve yükümlülükler içinde tanımıştır.
İnsanı tanımadan onunla ilgili konular temellendirilemeyeceği için, sunduğumuz insanı tanıtıcı Kur’ânî bilgileri insan hakları ve özgürlükleri bağlamında üç ana başlık halinde şöylece açabiliriz:
a- Haklar ve hürriyetler yaratılıştandır
İnsanlığın ortak değerleri olarak belirlenen hayat, mülkiyet, kanun önünde eşitlik, seçme ve seçilme, öğrenim, öğretim ve seyahat, örgütlenme, işkenceden korunma ve âdil yargılanma hakkı, din ve vicdan hürriyeti, dinî ve ahlâkî değerleri tebliğ hürriyeti, düşünce ve ifade özgürlüğü vs. gibi haklar ve özgürlükler, temelde Allah’ın insanlara yaratırken verdiği ve Peygamberleriyle duyurduğu, pekiştirdiği haklar ve özgürlüklerdir.
Bu haklar ve özgürlükler verilmeseydi, insan ilâhî denemeye uğratılamaz, sorumlu tutulup yargılanamazdı. Ne var ki, hayat hakkı ve inanç özgürlüğü ile başlamış bu haklar ve özgürlüklerin seçme ve seçilme hakkı gibi türlerinin, sosyal hayatın gelişimine paralel olarak gelişen ilâhî şerîatlerin öğretileriyle tekemmül ettiği, son ve evrensel Peygamber Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği Kur’ân’la zirveye ulaştığı da bir hakikattir.
İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem’in iki oğlundan kurbanı kabul edilenin, edilmeyenine, “Sen beni öldürmek için girişimde bulunsan bile, ben seni öldürmek için teşebbüste bulunmayacağım. Çünkü, ben bütün varlıkların Rabbi olan Allah’tan korkarım”(Maide 28) dediğinin Kur’ân-ı Kerim’de açıklanmış olması, ilâhî hükümlerin ilk insan toplumunda tebliğ edildiğini, bu tebliğin sonucu olarak, inanç özgürlüğü yanı sıra hayat ve mülkiyet haklarının da bilindiğini göstermektedir.
Ayrıca, Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen Peygamber kıssaları ve de arkeolojik bulgular, açıkladığımız gerçeğe şahitlik etmektedir. Öneminden ötürü bir daha vurgulamak isteriz:
Açıklanan türden haklar ve özgürlükler, düşünürlerin keşfettiği ve siyasî otoritelerin verdiği, vermek zorunda kaldığı haklar ve özgürlükler değildir. Onlar Allah’ın lütûflarıdır. Peygamberlerin öğretip kökleştirdiği değerlerdir.
Burada bilvesile ifade etmek isteriz ki; tarihi asırlardan dönemimize kadar haklar ve özgürlükler alanında yaşlar ve kanlar dökülerek verilen ve verilmekte olan mücadeleler, bu fıtrî kutsalları Allah tanımaz, ilâhî sorguya inanmaz gasbedici zalimlerden geri alma ve koruma amacıyla gerçekleştirilmiştir ve aynı amaçla gerçekleştirilmektedir.
b- Haklar ve hürriyetler görev niteliklidir
İnsan hakları ve özgürlükleri, haklar-görevler manzûmesidir. İslâm bu değerleri haklar olarak belirlerken, görevler olarak da yükler. Örneğin; can dokunulmazlığı bir haktır, ama cana kıymamak da bir görevdir; mesken dokunulmazlığı bir haktır, fakat izin almaksızın konutlara girmemek de bir görevdir. Haklar görevleri, görevler de hakları doğurur.
Haklar ve özgürlükler, yaratılıştan gelen tabii bir olgu olduğu için, Kur’ân ve Sünnet’te daha çok görevler öne çıkarılmıştır. Sunacağımız âyetler bu gerçeği örneklendirmektedir:
[“Adâleti gerçekleştirme dışında Allah’ın saygıya lâyık kıldığı cana kıymayın…” (İsra 33) “Ey inananlar! Birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin, heba etmeyin…”(Nisa 29) “Ey iman edenler! Kendi evlerinizin dışındaki evlere, sahipleriyle kaynaşıp izin almadan ve bir de ev sakinlerine selâm vermeden girmeyin…”(Nur 27)
“Dinde zorlama yoktur (Baskı ile inançları kabul ettirme yoluna gitmeyin)…”(Bakara 256)
“İçinizden dininizin olgun aklın ve ilmin verilerine (maruf) çağıran ve zıdları olan (münker)dan sakındıran bir topluluk oluşsun, örgüt bulunsun…” (Al-i İmran 104)
“…Gizlilikleri araştırmayın…”](Hucurât 12)
Böylece görev kılınarak haklara ve özgürlüklere canlılık ve devamlılık kazandırılırken, haklar ve özgürlükleri güçlendirici, koruyucu ilâhî yasalar da konulmuştur.
Meselâ; cana kıyanlara kısasla ölüm cezası verilirken; gasp, faiz ve kumar gibi yasaklarla da mülkiyet hakkı korunmuştur. Kültürel cihadla da düşünce ve ifade özgürlüğü güçlendirilmiştir. Örnekleri çoğaltabilirsek de, biz burada canı, malı, aklı, dini ve nesli korumanın bütün Peygamberî şerîatların ana hedefi olduğu gerçeğini hatırlatmakla yetinelim.
c- Haklar ve hürriyetlerden ötürü sorgulanılacaktır
İnsan hakları ve özgürlükleri, Yaradanımız’ın verdiği nimetler ve de yüklediği görevler olduğu için, herkes bu hakları çiğneyip çiğnemediğinden, görevlerini yapıp yapmadığından sorgulanacaktır. İlâhî muhakemenin sonuçlarına göre de armağanlandırılacak veya cezalandırılacaktır. İnsan hakları ve özgürlüklerine işlerlik kazandıracak olan asıl unsur, bu ilâhî yargılanma gerçeğine imandır.
Tarihi dönemler yanı sıra, kültürel, siyasî ve hukuki büyük gelişmelerin sağlandığı asrımızda da çıkarlar ve ideolojik eğilimler uğruna yapılan zulümlerle insan hakları ve özgürlüklerinin dehşet verici ölçülerde çiğnenebilmesinin temel sebebi, işte bu imandan, yani Allah’ın huzurunda yargılanılacağı ve Cehennemî bir cezanın çekileceği gerçeğine imandan yoksunluktur.
Haklar ve hürriyetleri kavramada akıl yeterli, uygulamada iman gereklidir
Kur’ân’ın tanıttığı şekilde insanı tanıyalım. İnsanlığın yararına konulmuş ilâhî yasaklar dışındaki bütün alanlar açık olduğu için, bilinen ve de belirlenecek olan insan hakları ve özgürlüklerinin en yüksek insanî değerler olduğunu bilelim. Hiçbir kişi ve kurumun bu kutsalları Allah’a isyan bağlamında yorumlayamayacağı, kısıtlayamayacağı ve kaldıramayacağına inanalım. Bunları çiğnemenin, Allah’ın rûhundan değerler üfleyerek yarattığı aziz bir varlığa tecavüz olduğuna ve Cehennem azabına düşüreceğine iman edelim.
Şu gerçeği de asla unutmayalım: İnsan hakları ve özgürlüklerinin gerekliliğini kavramada fıtrî özelliğimiz olan akıl yeterliyse de, uygulamada iman gereklidir. Mesajımızı âyet anlamlarıyla bitiriyorum:
“İman edip de (kendilerine ve insanlığa yararlı) salih ameller işleyenler, onlar yaratılmışların en hayırlılarıdır. Onların, Rab’leri katındaki ödülleri içlerinden ırmaklar akan Adn Cennetleri’dir. Sonsuza kadar orada kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuştur. Onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte bu hoşnutluk, içi ürpererek Rabbine saygı duyan (her bir) kişi içindir.”(Beyyine 7-8)