Mimarlık psikolojisi, “inşa etme sanatının ilgili araçları sayesinde fertlerde uyandırılan ruhsal etkilerin izlenim / intiba yoluyla dışavurumu” olarak tanımlanır.
Bu tanımda, mimarlığının mahiyetiyle fonksiyonunun ya da özüyle işlevinin çakıştırılması gözetilmez, bilakis ait olduğu sanattan ve onu eser olarak ortaya çıkaran sanatçıdan bağımsız olarak orta yerde duran bir mimari yapının onunla kurulan göz ve akıl temasının ruhlar üzerinde yaptığı etkiyle bu etkinin söze, soyuttan somuta yani bilgiye dökülme süreci gözetilir.
Diğer bir ifadeyle, kişiler bu tanımda hem isim hem de mizaç/ferdiyet olarak birlikte silinir. Zira isimlendirme sadece işaretlemeden ibaret olduğu için, isimlendirilenin mahiyeti hakkında bir bilgi vermez. Dolayısıyla izlenen bir yapı onun izlenmesiyle oluşan ruhsal bilginin dışavurumundan ibaret olur.
Biz de bu izleğe uygun olarak, Her yığın layık olduğu efsaneyle yönetilir başlıklı yazımızda ilkin Kemalizm tarikatına vurgu ile Selçuklu ile Osmanlı’nın Bâtınîler, Fâtımîler ve İsmailîler’le muhatap olma tarzlarının izlenim esasında dışa vurumları hakkında altı menzillik bir yolculuk yaptık.
Şimdi sıra o yazılarımızın ilk hareket noktası olan Bâtınîlikle Kemalizm tarikatları arasındaki ilişkiyi tam da zikrettiğimiz usulle ele almaya geldi.
Batınîlikle Kemalizm tarikatı arasındaki ilişkinin temelinde, önceki yazılarımızda zikrettiğimiz din esaslı iki arayış ve uygulamanın yattığı malumdur.
Buna göre Selçuklu’nun heretik unsurlarla karşıtlığa, Osmanlı’nın ise onları dışın içinde tutarak devlet hizmetinde kullanmaya mahsus irade ve uygulamaları, her iki devlette de belli dönemler itibariyle kimi olumlu sonuçlar vermesine rağmen son tahlilde kalıcı, geleceğe ait umut verici, istikrarlı bir çözüme dönüşmemiştir.
İtilaf tanımlı Fransa, Sırbistan, Rusya, İtalya, Yunanistan, Portekiz, Romanya ve ABD; İttifak tanımlı Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan’ın katıldıkları I. Dünya Savaşı’nda, Avrupa’nın asıl Haçlılık maksadında gizli, ortak ve nihai arzusu olarak Osmanlı’nın yıkılışını ve bunu takiben Anadolu halkının verdiği İstiklal mücadelesiyle kurulan Yeni Türkiye’nin de kendi tarih, inanç ve kültür temelini oluşturan Selçuklu ve Osmanlı örneklerindeki gibi İslam bütününde Sünnîlerle heretik unsurların ve ayrıca Hıristiyanların… çatışmalarını giderecek ve dolayısıyla tebayı yeni devlete tam bağlayacak bir yönetim arayışına girilmesi ilk bakışta tabiî görülecektir.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla uçlanıp, Tanzimat Fermanı ile resmileşerek, asıl uygulamaları -ordu ve eğitim önceliğinde- II. Abdülhamid tarafından yapılarak bir devlet/sistem tercihi haline getirilen Batılılaşmanın, bir kısmı tecrübe edilmiş veriler olarak Cumhuriyet meclislerine devredilmiş olması, söz konusu yeni arayışın mahiyetini de daha baştan belirlemiştir.
Osmanlı’nın hasta adam devrindeki Batılılaşma tercihinin, salt devlet/saray iradesiyle ortaya çıkmadığı, hem bir ihtimal hasta adamın ölümden kurtulma reçetesi hem de Haçlıların rekabetten düşürülmüş, güdülebilir bir Türkiye yaratma emellerinin ortak sonucu olduğu malumdur.
Bu safhada özellikle İngilizlerin nifak merkezleri Selçuklu ve Osmanlı tecrübelerini tersine çevirmede son derece etkili olacak, asla Batılı sayılmayacak ama tarih, inanç ve kültür itibariyle kendisi (Müslüman Türk) olarak da kalamayacak ama son tahlilde Haçlı dünyasının dışının içine çekilip, bu yolla her zaman müdahaleye açık tutulacak bir Türkiye hayali, yeni devletin kendi demir yumruğuyla gerçekleştirilecektir.
Sırasıyla yeni Türkiye’de saltanat ve hilafet kaldırılacak; cumhuriyet sistemi benimsenecek; Tevhid-i Tedrisat başlatılacak; şapka giyme ve Avrupaî kıyafet zorunlu olacak; tekke, zaviye ve türbeler kapatılacak; Osmanlı elifbasından Latin alfabesine geçilecek; Roma hukukuna dayalı Kara Avrupa’sının hukuk sistemi benimsenecektir.
Bunlardan bir ya da birkaçına karşı çıkanlar -Sünnî, heretik ayrımı yapılmaksızın- İskilipli Atıf örneğinde olduğu gibi infazı öne alıp kararı sonraya bırakan İstiklal Mahkemeleri’nce idam edilecek, Ali Şükrü örneğindeki gibi sosyal rolleri nedeniyle idam edilmeleri zor olanlar suikastlarla ortadan kaldırılacak, Menemen hadisesinde olduğu gibi karşı çıkmadıkları halde karşı çıkmaları arzulananlar muhtelif provokasyonlarla tahrik edilerek cezalandırılacaklardır.
Yeni devletin demir yumruğunu işletmedeki en büyük dayanağı ise Osmanlı bakiyesi tebanın Göktürkler devrinden beri devletin varlığını zorunlu, yöneticisini gerekli gören bir anlayışa ve bu anlayışı tahkim eden İslam’a tabi olmalardır.
Bir diğer ifadeyle Türk-İslam devlet geleneğinde “…Dinî düzenin ancak dünyevî düzen ile dünyevî düzenin ise ancak itaat edilen bir devlet başkanı ile gerçekleşmesi…” (Gazzâlî) önemli ilkelerden biri olarak yaşatılmıştır.