Amel kelimesini ilim kelimesiyle eşitleyen İmam Gazzâlî (rahimehullah), ilimi amelle ve ameli de ilimle birlikte değerli saymıştır.
Gazzâlî’nin bu tutumu, fiilin bilgisiz de olabileceğinden hareketle, amelin “Dünya ve ahirette ceza veya mükâfat konusu olan her türlü iş ve davranış”a mahsus, diğer bir söyleyişle fiilin genel amelin ise özel olmasından kaynaklanıyor olsa gerektir. (Bkz. TDV DİA “Amel” maddesi, Süleyman Uludağ ve yine bu yazardan Temel Tasavvufî Kavramlar, Ketebe, 2021)
Bu bağlamda Kur’an ve hadisin Arapça olması nedeniyle yalnız bunların anlaşılmasına yarayacak kadar edebiyat, lügat ve nahiv bilgisinin kafi geleceğini belirttikten sonra bu yönlü bir iktifa etmede, Kur’an ve hadis hükümlerinin yerine getirilmemesini, İhya’sındaki aldanışlar listesine dahil eden Gazzâlî, ilim ve ameli bu hususta da birleştirerek, manaların aletleri saydığı harflerden maksadı manada (tasavvuftaki karşılığıyla zevkte, tatmada) toplamıştır. (İhya, 30. Kitap: Aldanışların Yergisi)
Bu köşedeki ilgili yazılarımda zaman zaman lügatle pehlivanlık etme bahtsızlığına uğrayan biri olarak, öncelikle kendi faydam için zikrettiğim yukarıdaki bilgiyi tahkim eden bir sözlüğün haberini iletmek isterim:
Semîn el-Halebî’nin (ö. 756/1355) daha çok Umdetü’l-Huffâz olarak anılan tam adı Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfâz olan Kur’an sözlüğü…
Misalli Ansiklopedik Kur’an Sözlüğü adıyla Veysel Akdoğan tercümesinden Ketebe’nin yayımladığı bu sözlük, ilmiyle amelini ve ameliyle ilmini taçlandırmak isteyenler için hazine değerindedir.
Müfredâtü elfâzi’l-Kur’ân’ın sahibi Râgıb el-İsfahânî’den yaklaşık 300 sene sonra vefat eden Semîn el-Halebî eserini, adının En Şerefli Lafızların Tefsirinde Hafızlara Dayanak şeklindeki tercümesine göre sahih bir maksada bağlamıştır. Zira hafız ve tefsir kelimeleri her durumda ilmi ve ameli birlikte gerektirmektedir.
Muhakkiki Abdüsselâm Ahmed Altuncu, müellifi hakkında da zengin bilgiler ihtiva eden yazısında Umdetü’l-Huffâz’ı şöyle takdim etmiştir:
“Bu eser, Kur’ân-ı Kerim’deki ifadeleri oluşturan terimlere özgü bir çalışmadır. Müellifi, yapım eklerinden soyutlamak suretiyle terimi çözümlemekle başlamakta, köklerine, türevlerine, anlam genişlemelerine ve kullanım farklılıklarına dikkat çekmektedir. Yani müellif, terimi morfolojik ve kökenine uygun bir biçimde izlemekte, lafzı bütün yönleri ve anlam boyutları ile verme amaçlı herhangi bir şey yapmamaktadır. Bu nedenle eser, İsfahanî’nin el-Müfredât’ının da önüne geçmektedir. Zira müellif, bu eserle kıraatlerde var olan eksiklikleri tamamlamış, bu konuda İsfahanî’nin eksiklerini gidermiştir. Anlamların kapsamlılığı ve farklılıklarına rağmen dikkatle araştıran Semin, terimin bulunduğu tanıklara dayanmaktadır. Bunun ana nedeni, belki de onun, bir tek terimin çeşitli anlamları arasındaki farkları ve ayetin anlamını salt tefsirin açıklayamayacağını bilmesidir.
Buna göre bu eserin önemi apaçık, somut bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu durumda tefsiri amaçlanan terim, Yüce Allah’ın, kutsal kitaplarının en üstünü ile ilgili olduğu içindir. Allah (cc), onu kullarının en hayırlısına şüphe ile kesin bilgiyi ayıran bir Kur’ân olarak indirmiştir. Kur’ân’ın dili, açık ve net konuşanları (füsehâ), aynı şekilde belâgat ustalarını; ‘birbirlerine destek olsalar bile’ (İsrâ: 81) onun bir benzerini getirmekten aciz bırakmıştır. Zira Allah (cc), Kur’ân’da özdeyişlere (darb-ı mesel), nasihat ve tavsiyelere yer vermekte, helal ve haramı ayırmakta, tekrarlar ve uyarılar halinde kıssalar sunmaktadır. Bütün bunlar, usandırmayan, eskimeyen, apaçık, arı duru terimlerle verilmektedir. O hâlde bu hedefin kusursuz olan konusuna uygun olarak kusursuza yakın, konunun tamamını kuşatan bir hedef olması doğaldır; anlamak ve hidâyete erişmek üzere insanların Kur’ân’ı iyice düşünmeleri içindir. Bunun gerçekleşmesi için de Kur’ân denizlerindeki görülmemiş mücevherlerin, henüz erişilmemiş anlam incilerinin bilinmesi gerekir. Bu amacın bir gereği de sarf, i’rab gibi alet ilimleridir. Zira bunlar olmaksızın Kur’ân hükümlerinin bilinme imkânı yoktur. Belki de bunlar müellifi bu eseri telife itmiştir.”
Kahire’de İbn Tolun ve İmam Şâfiî camilerinde talebe yetiştirmiş, bir ara kadılık görevine vekâlet etmiş ve vakıfların idaresinde görevlendirilmiş bir zat olmasından hareketle Semîn el-Halebî’nin ilim ve amelin tekli dairesinde durduğuna hükmedebilir ve bundan kendi sözlük okurluğumuzun veya ilgimizin asıl maksadını tayin edebiliriz:
Sözlükler, Kur’an ve Hadislerin anlaşılması ile kulluğumuzun idrak ve ifası yani amelimiz için vardır.