Yahya Kemal Beyatlı'nın "Ses" adlı şiirinde şöyle bir mısra var:

His var mı bu âlemde, nekahat gibi tatlı?

Anlamı şöyle: "Hastalığın gidip sağlığın tekrar yerine gelmeye başlaması, yani iyileşme dönemi denilen "nekahat" kadar tatlı bir duygu var mıdır dünyada?"

Ciddi bir hastalık geçirerek belli bir süre sağlığını kaybedip sonra iyileşme sürecine girmeyen bir insanın bu duyguyu anlaması mümkün değildir.

Allah'ın insanlara ihsan ettiği sayısız nimetlerin içinde kıymetini bilemediğimiz iki önemli nimet; boş zaman ve sağlıktır. Boş zamanın kıymetini yaşlılıkta, sağlığın kıymetini de hasta olduğumuz zaman anlıyoruz. Eğer Allahü Teala hastalıktan şifa verirse, o zaman bu büyük nimetin kıymetini anlayıp, şükrünü eda etmeliyiz.
Aslında hastalık, Allah'ın bazı insanlara önemli bir ikazı hatta iltifatıdır. Yeter ki bu ikazı anlayıp istiğfar ederek şükür kapısını aralayabilsin. Kur'an-ı Kerim'de anlatılan Hz. Eyyub'un (a.s.) kıssası da bizlere hastalığın manasını, sabrı, tahammülü, sağlığın kıymetini ve şükrün önemini anlatmaktadır.

Bir ay kadar, teşhis ve tedavisi belirlenemeyen bir hastalıktan sonra Şafi-i Hakiki olan Allah'ın izni ve ihsanıyla tekrar sağlığıma kavuşmanın şükrünü nasıl eda edeceğimi çok düşündüm. Elbette önce Allah'a hamd ü sena etmek, kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirmek şükrün birinci şartıdır. Fakat nefsimize ve çevremize karşı davranışlarımızda ölçülü olmak, aşırıya kaçmamak ve vasatı tercih etmek de bir nevi şükür sayılır kanaatindeyim.

Maalesef hastalıkların yaygınlaştığı ve insanların kitleler halinde muayene, kontrol ve tedavi için hastanelere akın ettiği bir ülke haline geldik. Daha doğrusu getirildik. Hastanelerdeki binlerce insanı gördükten sonra gerçekten irkildim. Bunların hepsi hasta mı, hasta adayı mı, yoksa hastalık hastası mı? Bir hastanede bir günde sadece çeşitli tahliller için kan verme sırasına girenlerin sayısı 600 rakamını geçerse, gerisini siz düşünün.

Başta gıda ve beslenme, sağlıksız şehirleşme, ağır hayat şartları ve maneviyattan uzak psikolojik sebeplerle her geçen gün hastalıklar artıyor. Millet olarak özellikle yeni yetişen nesillerimiz sağlığını kaybediyor ve sonunda İlaç Sanayii'nin zavallı kurbanları haline geliyor. Bunun bir kısır döngü olduğunu söyleyenler olsa da, bence bu kasıtlı ve planlı olarak ciddi şekilde uygulanan bir projedir. Maalesef buna dur demeye de kimsenin gücü yetmiyor.

GAZZE DESTANI

16 Ocak 2024 tarihinde Haber Vakti'nde bir makalem yayınlanmıştı:
Filistin, Kudüs ve Gazze...
Çevresi mübarek kılınmış kutsal topraklar.
İsra ve Mi'racın yeryüzündeki kutlu tecelligahı.
Müslümanların Mescidine yönelerek namaz kıldığı ilk kıblemiz.

Bize Hz. Ömer'in, Selahaddin Eyyubi'nin, Yavuz Sultan Selim'in ve Sultan Abdülhamid Han'ın emaneti.

400 sene Osmanlı himayesinde, barış, esenlik ve huzur içinde yaşayan, 1917'den bu yana, kan ve gözyaşı girdabında boğulan sahipsiz kalmış belde.

Asıl sahibi olan Müslümanlar unuttuğu için, Haçlıların, Siyonistlerin ve Evangelistlerin bir şeyler koparmaya çalıştıkları mukaddes şehir.

Fakat, artık bu gidişe dur diyen birileri var. Kanları ve canları pahasına Filistin ve Kudüs davasını omuzlamış bu kahramanlar, Gazze'de bütün dünyanın gözü önünde bir destan yazıyor!

Aman Yarabbi! Bu nasıl bir destan! Mürekkebi şehit kanları, kalemi şehit canları, kahramanı ise binlerce masum Filistinli çocuk olan şerefli bir destan!
Bu makale ile birlikte 6 Ekim Aksa Tufanından sonra yazdıklarımı bir araya getirince, bir kitap olacak muhtevaya yaklaştığını fark ettim. Filistin, Kudüs ve Gazze ile ilgili başka makalelerim ve ilave ettiğim yeni yazılar, bir kitap olarak yayınlandı. GAZZE DESTANI isimli bu kitap İnşaallah zalim Siyoniste atılmış bir kurşun olur.

Hepimiz, elimizden gelen neyse onu yapmakla mükellefiz.

Kitabın önsözü şu şekilde sona eriyor:

Ey kutlu şehitler kervanı, ölümünüz hayatınızdan daha çok İslam’a hizmet ediyor. Hiç şüphe yok ki, cennetteki makamınız her gün daha da yükseliyor. Fakat büyük vebal altındaki biz Müslümanların gün geçtikçe hesabı zorlaşıyor. Büyük Mahkeme’de sorulacak sorulara nasıl cevap vereceğiz? Hiçbir mazeretin kabul edilmeyeceği o günde kendimizi nasıl savunacağız?

Hakkınızı helal edin çocuklar!
Hakkınızı helal edin analar, bacılar!
Hakkınızı helal edin ak sakallı ihtiyarlar!
Sizlere binler selamlar, rahmetler, dualar!

RİM VE DEDESİ HALİD NABHAN

Bir dedenin torununa karşı bu kadar sevgiyle dolu olmasını merhametsiz ve vicdansız insanlar elbette anlayamaz. Daha doğrusu insanlıktan çıkmış mahluklarda sevgi, şefkat, insaf, acıma gibi duyguların bulunması asla beklenemez.

Gazze’de katil canavarlara dönüşmüş olan Siyonist ölüm makineleri; çocuk, kadın, dede torun gibi insanca kavramlardan tamamen uzak, herşeyi yok etmeye odaklanmışlar. Evleri, okulları, hastaneleri, mabetleri, bebekleri, çocukları, kadınları, yaşlıları, kedileri, köpekleri, taşı, toprağı her şeyi yok etmek...

Halbuki Kur’ân-ı Kerim’e göre, haksız yere bir insanı öldüren bütün insanları oldürmüş gibidir:

“Bundan dolayı İsrailoğulları’na kitapta bildirmiştik ki: Her kim bir nefsi (insanı), bir nefs karşılığı (kısasa binaen) veya yeryüzünde (öldürülmeyi gerektiren) bir fesadı olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (Maide Suresi, Âyet 32)

Nuseyrat Mülteci Kampını bombalayan çocuk katili terörist İsrail, Halid Nabhan’ın çok sevdiği torunları Rim ve Tarık’ı şehit etti. Siyonizm gerçek vahşi ve zalim yüzünü bir kere daha bütün dünyaya gösterdi.

Halid Nabhan şu sözleriyle bütün dedelerin yüreklerini parça parça etti. Bütün insanlığın vicdanına derin yaralar açtı. Acaba taşlaşmış kalplere de tesir eder mi? Sel olup akan kan durur mu? Çocuklar kurban olmaktan kurtulur mu?

“Rim benim ruhumun ruhu... Hep beraber 23 Aralık’ta benim doğum günümü kutlamak için hazırlık yapıyorduk. Şimdi yapabilecek miyim? Artık bu mümkün değil. Kendisi olmadan doğum günümü kutlayamam. Bana yaşatılanları Allah’a şikayet ediyorum. Sadece Allah’a. Çünkü içimdeki acı ve hasretin derecesini o biliyor. Ve bizim intikamımızı alacak tek O’dur. Allah’ın en büyük sıfatları ve eksiksiz kelimeleri hürmetine dilerim ki, kızım Rim ve Tarık’ın kanı başta olmak üzere tüm Gazze şehitlerinin kanı İsrail’e, Amerika’ya ve onların destekçilerine lanet olur.”

Ah melek Rim! Bütün şehit çocukların gülen yüzü oldun.

Ne mutlu sana! Cennette sevdiklerinle beraber hayal bile edemediğimiz bir mutlu ebedi hayat seni bekliyor! Şehit kardeşlerin olan binlerce çocukla beraber öyle güçlü ve yenilmez bir ordu oldunuz ki, sizin düşmana vurduğunuz darbe, büyüklerinizin yaptığından kat kat fazladır. Sizin tertemiz kanınız, büyük bir sel olup başta Siyonizm canavarını, ardından katilleri destekleyen vicdansız sürüleri yutup boğacak ve insanlığı zalimlerden kurtaracaktır. Muhakkak ki, Allah Aziz’dir, intikam sahibidir. İntikamını er veya geç mutlaka alacaktır.

EBU UBEYDE’LER BİTMEZ!

Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) “Ümmetin emini” iltifatına mazhar olan, Cennetle müjdelenen, Suriye ve Filistin’in birçok şehrinin fatihi, Kur’ân-ı Kerim’in hafızı, tevazu ve haya sahibi bir komutan sahabi, Ebu Ubeyde.

Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın (r.a.) onuncu dedesinde Hz. Peygamber (s.a.v.) ile soyu birleştiği bilinmektedir. Hz Ebubekir (r.a.) vasıtasıyla Müslüman olup, İslamiyet’in yayılması için çok gayret etti. Müşriklerin baskıları üzerine önce Habeşistan’a daha sonra Medine’ye hicret etti.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ile bütün savaşlara katıldı. Bedir Savaşı’nda müşrikler tarafında olan babası kendisine hücum edince onu öldürdü. Uhud’da ordu dağıldığı zaman Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) yanından ayrılmayan14 kişiden biriydi. 

Hz. Ebubekir (r.a.) 634 yılında vefat edince, yerine Hz. Ömer (r.a.) halife oldu. Yeni Halife Suriye ve Filistin’de fetihler yapmak üzere Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a.) adlı sahabeyi ordu komutanı olarak görevlendirdi.

Ebu Ubeyde 637’de Kudüs’ü kuşattı. Patrik Sofronyus Kudüs halkının anlaşma yoluyla şehri bizzat halifeye teslim etmek istediğini söyledi. Bunun üzerine 638 yılında Kudüs’e gelen Halife Hz. Ömer (r.a.), Patrik’ten şehrin anahtarlarını aldı. Kudüs halkına yazılı bir “Emanname” vererek onlara can, mal, namus güvenliği ile din, inanç ve ibadet özgürlüğü sağlandığını bildirdi.

İZZETTİN EL-KASSAM SÖZCÜSÜ EBU UBEYDE

Takma adını 1400 yıl öncesinden Ebu Ubeyde bin Cerrah’tan alan Kassam sözcüsü, her beyanatında Siyonistlerin yüreklerine korku salıyor. Kefiyenin arkasında simasını gizlese de, gözlerindeki cesaret, metanet, kararlılık, güven ve imandan onun karakterini tahmin etmek zor değil. Aslında Ebu Ubeyde, Hamas’ın ve Kassam’ın bir sembolü durumunda.

76 yıllık Siyonist işgal ve zulmü, Hamas’ı öylesine azimli ve kararlı yapmış ki, korkak İsrail saldırganlarının psikolojisi bozuldu. Yıllardır şişirilen İsrail ordusunun teknolojik ve eğitim üstünlüğü palavrası, üç ay içinde iflas etti. Sadece Filistin’de değil, bütün dünyada her şeyden haberi olduğu zannedilen istihbaratı da açıkça çöktü. Artık Siyonizmin sonu geldi. Destekçileri de onu kurtaramayacak.

İslam ülkeleri ve özellikle başlarındaki kukla liderler uyumaya veya ihanete devam etse de, Gazze bütün dünyayı uyandırdı. Siyonist baskı ve propagandası ne kadar sindirmeye çalışsa da, insanlık vicdanı harekete geçti. Bunu durdurmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. 35 bini geçen şehidiyle çok ağır bir bedel ödeyen Gazze, sadece Filistin'in değil, bütün dünyanın özgürlük fitilini ateşlemiştir.