Bu sayfada yer yer eğitim hatıralarıma ve tecrübelerine  yer veriyorum. Bu yazıda, öğretmenlere yönelik kendi denediğim küçük çaplı bir uygulamayı özet halinde sunmak istiyorum.

Yazıya başlamadan şunu ifade etmek isterim:   Kendimizin geliştirdiği  yerli  Maarif Modelimizi hayata geçirmek istiyorsak bu ancak kendi tecrübe ettiklerimizden yola çıkarak mümkün olabilir.  

Şunu demek istiyorum:  İthal, kopya taklit  üzerine kurulu okul ve eğitim sistemlerinin neticeleri ortada. İthal modelleri  hiçbir zaman insanımızı motive etmiyor. Bünyeye uymadığı için ne öğretmen benimsiyor ne de öğrenci. Bu yüzden hata sistemde aranıyor   o olmadı başka  ithal modele geçiliyor. O yüzden  Milli Eğitim dünyamız yap bozdan sil baştan uygulamaları ile dolu.  

 Başka ülkelerin modelleri şimdiye kadar bizi aldattı durdu.  Avrupa’dan ithal eğitim metotları ile varılan yerin vahameti ortada. Ortada bir enkaz var. Milli kültür ağacının kökleri kurudu.

Kendi modelleriniz ne kadar basit olursa olsun, deneye deneye en uygun sistemi buluyorsunuz. Sonunda en mükemmele ulaşıyorsunuz. Model yerli olunca kendinden bir parçayı gören öğretmen de öğrenci de, hatta halk da  sahip çıkıyor.   

Bu noktada Selçuk Bayraktar’ın şu sözünü  hatırlıyoruz:  Ne diyor Selçuk Bayraktar? “Teknoloji transferi ile başarılı olamayız. Biz İHA’ları ve SİHA’ları yapabilmek için yıllarca çalış­tık. Geliştirdiğimiz sistemleri gittik ekimizle birlikte dağlardaki karakollarda aylarca kalarak denedik. Sınırın karşısına dahi geç­tik. Sistemin hatalarını tesbit edip giderdik. Üstüne koya koya bu günkü hale getirdik. Ve hiçbir katkı olmadan % 100 yerli mühen­dislik, işçilik ve parçalarla ürettik. Yazılımlarını devamlı güncel­liyor ve geliştiriyoruz. Kimse bize şuna sat, buna satma diyemez. Ambargo koyamaz. Çünkü, kimsenin katkısı yok.”

Selçuk Bayraktar İHA ve SİHA alanında, savunma sanayi ala­nında Çığır açtı. Sesi kısılan, engellenen bilim adamı ve uygula­macıların sesi hatta çığlığı oldu.

Selçuk Bayraktar’ın söylediklerine bakarak hedefli çalışmanın,   kendi şartlarımıza göre geliştirdiğimiz model ve uygulamaların önemini bir kere daha anlıyoruz.    

Bu girişten sonra hemen konuya gireyim. Bir dönem danışmanlık yaptığım özel bir lisede öğretmenlere yönelik bir faaliyet programı hayata geçirmiştik. Bilindiği gibi öğretmeni odağına almayan bir çalışma planının başarılı olma şansı yoktur. Malum iyi aletler ancak ustaların elinde işe yaramaktadır. 

Program, on altı (16) kadar faaliyet kaleminde öğretmenin hizmet içi eğitimini öngörüyordu.   Her hafta öğretmenlerin bu faaliyet kalemlerinin her birindeki ilerlemeleri değerlendiriliyordu. Amaç, öğretmenin belirlenen faaliyet kalemlerinde uzmanlaşmasını ve ustalaşmasını sağlamaktı. Bu uzmanlaşma iki yönlü olacaktı. Öğretmen kendi bilim alanını yeniden keşfedecek ve eksikliklerini giderecek ve kendi alanında derinleşecekti. İkinci olarak da öğretmen eğitime dair yanlış varsayım ve telakkilerinden kurtulacaktı. Etkili öğrenme ve öğretme metotlarını uygulayabilir hale gelecekti.  Bu bir öğrenmeyi öğrenme programı idi esasen.

Bu faaliyet kalemlerinden birisi, öğrenciye kitap okuma alışkanlığının kazandırılması üzerineydi. Kitap okuma Türkçe ve Edebiyat dersine ait bir faaliyet olmaktan çıkarılmalı ve her ders Türkçe ve dil dersi gibi işlenmeliydi. Çünkü mesela coğrafya dersinde coğrafyanın dilini, tarihte tarihin dilini öğreniyordunuz. Matematikte ise matematiğin diline vakıf oluyorsunuz.  Her derste yazım kurallarına ve kaynak gösterme usullerine riayet edilmeliydi. Bu süreçte öğretmenin araştırmacı kimliğe sahip olması ve bilimsel düşünceyle tanışması büyük önem arz ediyordu.

Diğer bir faaliyet kalemi ise öğretmenin  “doğru ve doğurgan soru” sorma üzerine uzmanlık kazandırılmasıydı.  Doğru soru neydi peki? Diyelim ki sınav yapıyorsunuz. Doğru soru hazırlamak için eleştirel düşünmeyi bilmeniz gerekiyor. Sınavda bir metnin eleştirisinin yapılması istenebilir. Ya da verilen konudan yeni çıkarımlar yapılması, yeni fikirlerin ortaya konması (istihraç) istenebilir. Başka bir soruda olaylar arasındaki var olan ilişkilerin ortaya konması,  ilişkileri kıyaslamanız gerekebilir. Hatta ilişkilerdeki farklılıkların (zıtlık) gözlenmesi gerekebilir. Olayları analiz ederek tutarsızlıkları belirleyebilirsiniz mesela; Görüldüğü gibi doğru soru sormayı öğrenme adına öğrenilecek çok başlıklar var.  Mesela bir problemin çözümü verilir.  Sizden alternatif farklı bir çözüm yolu bulmanız, farklı bir yol önermeniz istenebilir. Bir olay verilir, olay karşısında empati yaparak çözüm bulmanız da gerekebilir.  Amaç problemlere farklı bakış açıları ile bakma yeteneğinin gelişmesidir. Bu yöntemleri kullanmanın bir amacı var: Bilimsel yöntemi öğrenmek, öğrencinin bilimsel düşünce ile tanışması...

Bu tecrübeler bize şunu gösterdi. Öğretmen soru sormakta zorlandığı gibi, bilginin kullandığı ve üretildiği, faaliyet ve kazanımların değerlendirildiği açık defter kitap sınavları uygulamasında da çok zorlanıyordu. Bu hususta öğretmenin uzmanlaşması için hayli çalışma yapılması gerekiyordu.

Açık defter kitap sınavları için soru tasarlamak için “canlı” sorulara ihtiyacınız vardı. Bilginin canlı tabiatını bilmiyorsanız, “ölü sorular”la devam eden süreçte gençler sadece “şeylerin” adını biliyorlar; ama onları hayatlarına sokamıyordu.

Bir diğer uygulama ise laboratuvarların aktif hale getirilmesi ve deney çalışmalarının hayata geçirilmesi idi. Bilindiği gibi çoğu okullarda laboratuvar vardır ama deney ve uygulama yapılmaz, yapılsa da çok seyrektir. İşe başladığımızda bir önceki yıldan bu yana laboratuvarların açılmadığını ve malzemelerin kullanılmadığına şahit olduk.  Öncelikle öğretmenlerin laboratuvar teknikleri ve güvenliği konularında uzman hale gelecek çalışmalara girdik.  İlk denemeleri yaptıktan sonra öğretmenlerin kendine güveni geldiğinden hızla kendilerini geliştirmeye başladıklarına şahit olduk. Bu çalışmada önemli olan ön denemeleri yapabilmek ve öğretmenin malzemeye dokunmasını sağlayabilmekti. 

Bir diğer faaliyet kalemi ise öğrenciyi çok yönlü değerlendirebilmek için seyir defteri denen portfolyö uygulamasının hayata geçirilmesini kapsıyordu.  Öğretmen her ay öğrenciye ait gözlemlerini ve gidişatı seyir defterine kaydediyordu. Yunus Emre’nin,  “İlim ilim bilmektir/İlim kendini bilmektir/Sen kendini bilmezsin/bu nice okumaktır” mısralarında dile getirdiği gibi, kendini tanıyan ve bilen insan yetiştirmek istiyorduk.      

Rehberlik araştırma birimi,  öğrencinin öğrenme profil ve stilini ortaya çıkarıyor, mesleki yönelimlerine dair ölçümler yapıyordu:  Öğrencinin şahsiyet tipi,  hafıza tipi,  zekâ tipi yanında öğrenme engelleri gibi daha bir çok hususlarda öğrencinin röntgeni çekiliyordu. Öğrenme engelinin tespiti ile öğrencinin bilmediğimiz ve vakıf olmakta geç kaldığımız duygusal sorunları, korkuları ve endişelerini zamanında tespit etmek ve ilgili kanalları faaliyete geçirmek mümkün oluyordu.

Ayrıca tüm öğretmen gözlemlerinin alınması ile öğrenci hakkında gerçek bilgilere ulaşılıyordu.  Karşılıklı bilgilendirme ve doğru rehberlik sayesinde okul-aile ve öğrenci üçgeninde sorunların kalıcı ve kısa sürede çözüme kavuşması sağlanıyordu. Öğrenci doğru bir mesleki yönlendirmeye tabi tutuluyordu.

Başka bir faaliyet kalemi ise derslerin olabildiğince senaryo  (kurmaca,  temsil, canlandırma…) üzerinden yürütülmesini öngörüyordu. Yaşayarak öğrenme ve keşfederek öğrenmeyi öne çıkarmanın önemli bir nedeni vardı. Senaryo ve temsil, animasyon türü canlandırmalarla bir bakıma gerçek hayatı okula getirmiş oluyorsunuz; yaparak ve yaşayarak öğrenme ortamı hasıl oluyordu. Elde edilen tüm veriler grafikler halinde kıyaslamalı açıklamalarla veliye öğretmen tarafından sunuluyordu. Diğer yandan,   velilerle de öğrenmenin tabiatı üzerine, bilgi ve sınavların felsefesine dair görüş alışverişleri oluyordu. Bu görüşmeler sonucunda veli ve öğrenci ÖSYM gibi merkezi sınavların yanlış yönlendirmelerinin baskısından kurtuluyordu.      

Diğer bir faaliyet kalemi ise bilimin “ideolojik bilim” anlayışından kurtarılması üzerine idi. Bilimsellik kılıfına girerek bilimsel açıklamalar adı altında algı yanılmaları yolu ile bilim inançsızlığa, özellikle ateizme alet edildiğinden bu faaliyet kalemi doğru bir bilim felsefesi, yorumlama tarzı ve dili geliştirilmesine dair çalışmaları kapsıyordu. Bu faaliyet kaleminde, ders kitaplarındaki yanlış-eksik kısımlar ortaya konuyor; eksiklikler yardımcı ders kitapları ya da yardımcı materyallerle telafi ediliyordu. Kütüphanede kitap ve ilgili dokümanlar kadar çevrimiçi araştırma kaynakları zenginleştiriliyordu.

Hulasa bu faaliyet kalemiyle, mevcut ders kitapları ve müfredatın eksikliği, yani ilimden irfana kapalı kalan kapıların açılması için her ders çapında tedbirler alınıyordu. Özellikle medeniyet, kültür ve bilim tarihimizin doğru öğrenilmesi okul yönetiminin bir önceliği haline getiriliyor;  sosyal ve kültürel faaliyetler için okul imkânları seferber ediliyordu.

Geliştirilen programın özünü şu şekilde ifade edebiliriz. Gençlere “ithal”  bilimi okutarak onların ilim ve irfan sahibi olacaklarını, kendilerine güvenli ve imanlı hale geleceklerini beklemek hayal olur. İnsanımızın memlekete faydalı olması kendi referans sistemlerimizi ve değerlerimizi öğretmeye bağlı bulunmaktadır. Bu da ancak her bilimsel ifadenin, talim ve terbiye usullerine dair her metodun kendi kültürümüzün ve imanımızın çocuğu haline gelmesi ile mümkün olabilir. Bin yılı aşkın zamandır âlim, ârif, hakîm insan yetiştiren bir maarif, talim ve terbiye tecrübemiz var. Bilimin kurucu üstadlarını yetiştiren bizim ecdadımız olmuştur. Bunları bir kenara bırakarak büyük olacağımızı düşünüyorsak hayal görüyoruz demektir. 

Programın uygulanması üzerine  gözlemlerimizi de şöyle özetleyebiliriz:  Okul  hızla bir değişim ve dönüşüm merkezi haline gelmeye başladı. Öğrenmede usta çırak ilişkisi öne çıkıyor;  derslerde, grup toplantıları ve küme çalışmaları  artıyordu.  Sınıf gerektiğinde bir atölye ve laboratuvar gibi işlev görüyordu.  İstendiğinde sınıf ortamları senaryo (kurmaca, canlandırma, animasyon…) yapmaya imkân sunar hale geliyordu.  

Öğrencide gözlenen değişimlerden şu kanaate varmanız mümkün oluyor.  Eğer modeli kendiniz geliştirir yerli modelleri kullanırsanız okulları, fertlerin kendi milletinin kültür ve tarih şuurunu aklın ve düşüncenin rehberliğinde keşfedildiği yerler haline getirebilirsiniz.    

Sözün kısası dünyanın en iyi eğitim sistemini  kurgulasanız  bile bu sistemin işlerliği öğretmen keyfiyet ve kalitesine bağlı bulunuyor. Verilen dersler bilime ve hakikata doğru bir şekilde ayna olmalı; uygulama ile birleşmelidir.  Sunduğumuz modelin çok  kısa yoldan öğretmen eksikliklerini tamamlamada önemli bir katkı sunacağına ve bakış açısı değişikliğine  inanıyorum. Nitekim yaptığımız bir dönemlik uygulama ile  müsbet neticelerine fiilen şahit olduk.