Ramazan ayına veda ediyoruz. Bir ay boyunca bedenimiz aç kaldığı süre içerisinde kendini tamir etme imkanı buldu; eksiklerini tamamlama, hasarlarını onarma fırsatı yakaladı. Bilimsel çalışmalara göre açlık süresi 12-14 saatin üzerine çıkınca hücrelerimiz üretim artığı her türlü molekül, toksin ve gereksiz artıklardan kurtuluyor. Üstelik bu umumi temizlik ve tamir faaliyeti sonunda bağışıklık sistemimiz de güçleniyor.

Oruç tedavisi tüm tıp alanında bir joker olarak değerlendirilir. Bu hususta uzmanların kısaca söylediği şey şu: Oruç terazinin bir gözüne konsa, dünyadaki tüm tıbbi tedavi yöntemleri de öbür gözüne konsa; elbette ki oruç tedavisi kat kat üstün gelir. Orucun tek başına bu kadar etkili bir tedavi ve şifa yolu olduğuna dair kendi alemimde ikna olmak istiyordum. Japon bilim adamı Yosjinuri Ohsimu’nun keşifleri ile karşılaşınca zihnimde şimşekler çakmıştı. Adına OTOFAJİ denilen ve sahibine 2016 yılında Nobel ödülü getiren bu buluşu önemli kılan ne idi? Otofaji ne anlama geliyordu?

HÜCRELERİMİZDEKİ TEMİZLİK HAREKATI

Bedenlerimiz aç kaldığı zaman kendini tamir etme imkanı buluyor. Eksiklerini tamamlama, hasarlarını onarma fırsatı yakalıyor. Açlık süresi 12-14 saatin üzerine çıkınca hücrelerimiz üretim artığı her türlü molekül, toksin ve gereksiz artıklardan kurtulma imkanı buluyor. İşte otofaji, hücrenin bu kendi atıklarıyla beslenme, atık proteinlerini tüketerek hayatta kalma sürecine ad oluyor. Yani hücredeki ciddi “temizlik sürecinin” adıdır. Bu umumi temizlik ve tamir faaliyeti sonunda vücudunuz kronik hastalıklardan kurtuluyor, bağışıklık sistemi güçleniyor. Virüs ve bakteriler de bu temizlik harekatından nasibini alıyorlar. Onlar da “sindiriliyorlar.”

Bu buluş, sahibine 2016 yılında Nobel ödülü getirmişti. Japon bilim adamı Ohsumi’nin otofaji mekanizmasının oruçla ilgisine dair şu sözleri dikkatimizi çekiyor.

“Müslümanların orucu adeta bir yenilenme programı olarak karşımıza çıkıyor. Hücreler bize benzemeseler bile bazı durumlarda aynı insanlar gibi hareket ediyorlar. Çöplerini özel torbalara dolduruyorlar (otofagozomlar) ve konteynerlere depoluyorlar (lizozomlar). En kirli olanları yok edilip sindiriliyor, bazıları da yeniden dönüştürülerek enerji üretiminde kullanılıyor. Böylece erken yaşlanmanın önü tıkanıyor. Otofaji, vücut stres altındayken, oruç tutarken (açlık sırasında) çok fazla çalışıyor. Hücre, enerji üretimini kendi iç imkanlarını kullanarak yapmaya çalışıyor ve tabii ki ilk olarak çöpünü ve patojen bakterileri sindirerek temizliğe başlıyor.

Otofaji sürecinde belli bir süreklilik olmaz ise, parkinson hastalığı, diyabet ve kanser hastalığı kaçınılmaz olabiliyor. Yılda bir ay kadar bir süre ara vermeden aç kalmanın harikulade bir tasarım olduğunu söyleyebilirim. İslam’ın, hastalıkların ciddiyetini otomatik olarak ortadan kaldıran bir sağlık programı var.”

YANLIŞ SAĞLIK REÇETELERİ

Gün geçmiyor ki, beslenme araştırmalarının çoğunun güvenilmez olduğunu ortaya çıkaran yeni haberler duymayalım! Beslenme uzmanlarının bir kısmı kısa aralıklarla, sık sık yemeyi öneriyorlardı. Şimdi bu uygulamanın yanlış olduğu, İbn-i Sina’nın şu kadim sözünün hakikati ise bir kere daha ortaya çıktı:

“Şifa hazımdadır. Yediğin vakit az ye. Dört beş saat geçmeden bir şey yeme. Beden için en tehlikeli şey yemek üstüne yemektir.”

Tıbb-ı Nebevi’de yemekten hemen sonra “iki saat” boyunca hiçbir şey yenilmemesi salık verilir. Yemekten doymadan kalkılması, midenin üçte birisinin boş bırakılması önemli.

6-7 yıl öncesine kadar sağlıklı ve dengeli beslenmenin kuralının 3 ana öğün yanında aralarda atıştırmalar olduğu tavsiye edilir; kilo alınmadığı ve metabolizmanın hızlandığı söylenirdi. Hatta kahvaltısız olmaz denilirdi. Şimdi biliyoruz ki tüm bunların bilimsel bir dayanağı yok. Hatta kahvaltı yasaklanmalı diyen beslenme uzmanları bile var. Şu anda iki öğün beslenmenin doğru olduğu savunuluyor. Dünya üzerinde de 1950-1960’lı yıllara kadar günde üç öğün beslenme şekli yaygın değildi. Kahvaltı erken değil geç saatlerde yapılırdı. Kapitalist sistemin insanlığı tüketime teşvik eden yapısı ortalama iki olan öğün sayısını üçe çıkardı. Porsiyonlar büyüdü, yetmedi araya atıştırmalıklar girdi. Bunların neticesinde bütün dünyada kalp damar hastalıkları obezite, şeker hastalıkları kat kat arttı.

Bilimsel çalışmalar en sağlıklı beslenme şeklinin günde iki öğün olduğunu söylüyor. Esasen bu bizim fabrika ayarlarımız. Aşırı beslenmenin üstüne bir de katkılı ve hazır gıdalar bindiği zaman vücutta tüm dengeler altüst oluyor. Kronik hastalıklar sökün ediyor. Hemen şurasını hatırlatalım ki otofaji mekanizması ile yok olan yağ yakım mekanizması değildir. Burada otofaji ile sözünü ettiğimiz konu 14 saat açlığın arkasından gelen kronik hastalıkların da kaynağı olan hücrelerde ne kadar atık konumunda madde varsa “sindirime” tabi tutulmasıdır.

RAMAZAN AYIYLA SINIRLI DEĞİL

Orucun insanın sosyal ve şahsi hayatına, nefsin terbiyesine, yardımlaşma hayatının güçlenmesine, ilahi nimetlerin şükrüne bakan çok sayıda hikmetleri var. Her şeyden önce nimetlerin değerini yaşayarak takdir ediyor, acizliğimizin farkına vararak ilahi nimetlere ihtiyacımızı daha derinden hissediyoruz.

Hastalıkların da asıl kaynağı olan, bedende birikmiş olan toksinleri nasıl uzaklaştıracağız? Bu noktada en büyük fırsatı oruç ibadeti sunuyor. Eğer hastaysanız hastalıklardan yavaş yavaş kurtuluyor ve gelecek hastalıklara karşı güçlü hale geliyorsunuz. İnsan vücuduna en ağır gelen hal, midenin tıka basa doldurulmasıdır. Lezzet hatırı için rast gele yiyeceklerin birbiri üstüne yiyoruz. Gerek memleketimizde olsun, gerekse Batı dünyasında, en önde gelen ölüm sebebi kalp ve damar hastalıklarıdır. En önemli bir sebebi ise fazla ve gereksiz yeme alışkanlığından ortaya çıkan şişmanlıktır.

Hücre içinde lizozomlar vücudun çöpçüleri ve temizlik memurları gibi çalışıyor. Ne kadar “çöp” niteliğinde atıklar varsa bu çöp makinalarınca “sindiriliyor”. Ancak bu görevlilerin çalışması için bir şart var: Sizin 14 saati aşan açlığın içine girmeniz gerekir. Bunun anlamı şudur: Bedenimizi en muntazam şekilde yaratan ve onun ihtiyaçlarını eksiksiz şekilde hiç tahmin edemeyeceğimiz yollardan sağlayan, sahibi diyor ki; “Eğer sağlıklı olmak istiyorsanız bedeninizi sık sık “aç” bırakın. Yemek üstüne yemek yok. Yani oruç tutacaksınız”

Sadece Ramazan ayında değil, diğer zamanlarda da bedende otofaji sisteminin faal kalmasını sağlayabiliriz. Glukojen depolarının tamamen boşalması için 12 (on iki) saate ihtiyaç vardır. Glukojen depolarının boşalması ile birlikte yegane enerji kaynağımız depolanan yağlardır. Dolayısı ile yağlarımızın enerji kaynağı olarak kullanılması ve erimesi için en az 12 saatlik bir açlığa ihtiyaç vardır. Kortizol hormonumuz her sabah saat 8.00 civarında maksimum düzeyde gece 12’de ise asgari düzeydedir. Kortizol kan şekerini yükselten bir hormondur. Dolayısı ile sabah 8.00’de kahvaltı yapmasak bile kan şekerimiz yeterince yüksektir. Bir de kahvaltı yaparsak kan şekerini daha da yükseltmiş oluyoruz. Dolayısıyla kan şekerinin düşmeye başladığı kuşluk vakitlerinde kahvaltıya oturmak daha isabetli bir harekettir.

KAHVALTIYI GECİKTİRİN

Kahvaltı yaptığınızda yüksek insülin seviyesi, kan şekerinin hızla ve normalin de altına düşmesine neden olacağından çok kısa zamanda tekrar açlık hissedersiniz. Bu kısır döngü yüzünden aşırı kilo alınmasının en önemli bir sebebi sabah kahvaltısıdır. Sabah kahvaltı yapınca hormon sizi öğleyin erken yemek yemeğe zorlayacaktır. Öğle yemeğini atlayıp akşamı beklemeniz zor olacaktır. Ama kahvaltıyı geciktirmek ya da iptal edip öğle yemeğini beklemek daha kolaydır.

Bu arada yemek yemeden su ve şekersiz olmak kaydıyla çay, kahve içilebilir. Kahvaltıyı geç yaparsanız ya da öğle yemeği ile birleştirirseniz hem yağlar yakılmış; hem de otofaji mekanizması ile hücreler çöplerden arındırılmış olur.

Glisemik indeks, karbonhidratlı bir besinin, yendikten belirli bir süre sonra kan şekerini yükseltme hızını ifade eder. Siz kahvaltıyı erken yaparsanız ve üstelik glisemik indeksi yüksek gıdalarla kahvaltı yaparsanız insülin hormonunun aşırı salgılanmasına yol açarsınız. Kahvaltıda yediğimiz şeyler insülin salgılanmasına yol açıyor. Bizi acıktırmaktan başka bir işe yaramıyor. İnsülin kandaki bütün şekeri alıyor. Sabah kahvaltı yapmazsak, insülin salgısı da olmayacak ve vücut yağ yakmaya devam edecek. Açlık hissi de pek olmayacaktır. İstediğimiz de bu zaten.

GENÇLİK GENLERİ AKTİF OLUYOR

Aç kalmanın (akşam erken yiyip- kahvaltıyı geç yapmanın, ya da oruç tutmanın) bir önemli sonucu da şu: Gençlik genleri ancak açlık durumlarında aktif oluyor. Tok bedenlerde (mesela üç-dört öğün yemek yiyenlerde) gençlik genleri sirtuinler ve gençlik hormonları somatotrapin aktif olma fırsat ve imkanı bulamamaktadır. Genç kalmak kadar, hasta olmamanın da sırrı otofajinin vücudumuzda uygulanmasına bağlı görünüyor.

Sahuru geç yapmakla ve özellikle ağır karbonhidratlı yemekler yenildiğinde otofajiden beklenen fayda azalmaktadır. Sahur ne kadar erken yapılsa (mesela ve gece 12.00 gibi) ve hafif bir kahvaltı ya da atıştırma şeklinde geçiştirilse otofaji süresini de uzatmış olursunuz.

Tıbbın kurucu üstatları “aldığın besin ilacın olsun, aldığın ilaç besinin olsun” demişler. Gerçek bu olduğu halde, tıp fakülteleri müfredatlarında beslenme derslerinin bulunmamasını nasıl izah edebilirsiniz? Doktorlarımız beslenme dersleri görmeden tıp fakültelerinden mezun oluyorlar. Halbuki tüm yetkili uzmanlar tüm tıp öğrencilerinin ilaç yazmaktan önce beslenme ve diyet programları yazmayı öğrenmeleri gerektiğini söylüyorlar. Doktorlar, gerekirse doğal ürün ve preparatları, orucu ve benzeri diyetleri reçete edecekler; reçetelerine doğal, sade ve egzersizli yaşama programları ekleyecekler.

Kimilerine göre tıp rant güdümünde kalmış durumda ve üç maymunu oynuyor: Duymuyor, görmüyor, uyarmıyor. Bu hali ile tedavi etmek ve şifalandırmaktan ziyade tüketim üzerine kurulu bir hal sergiliyor. Hasta ol gel diyor. Gelsin testler, tahliller, MR’lar, röntgenler, ilaçlar, cihazlar, ameliyatlar… Dünyada en çok MR ve röntgen çektiren ülkelerden biriyiz. Keza antibiyotik kullanımında da öyle… Sağlık ve beslenme masraflarımız makul seviyeye inse ülke olarak en az yüzde yirmi hatta yüzde otuz kadar daha varlıklı hale geleceğimizi söyleyebiliriz.

Doğal ve sade hayatın temelinde insan elinin değmediği tarım ve hayvansal ürünlerin yenip içilmesi vardır. Hayvansal veya bitkisel gıdalar “güvenli” olmalıdır; yani GDO, tarım ilacı, antibiyotik, hormon, gıda katkı maddeleri ihtiva etmemelidir. Fıtri beslenme tarzında hiçbir hazır gıda yer almaz ve günde 2 öğünden fazla yenilmez.

Sözümüzü Hz. Peygamber’in (sav) şu sözü ile bitirelim:

“Ademoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Yemek yediği zaman, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeğe, üçte birini de nefes almaya ayırsın.

 (Yeni Şafak, 16.04.2023)