Tekkenin “Tarikat mensuplarının oturup kalkmalarına, âyin icra etmelerine mahsus yere verilen ad…” olduğunu söyleyen Mehmet Zeki Pakalın, kelimenin Farsça’da dayanma, dayanacak yer anlamındaki takyeden bozma olduğunu, kimi küçük farklarla zaviye, hankâh, dergâh, âsitâne kelimelerinin de tekke anlamına geldiğini belirterek, ilk tekkenin hicri II., miladi VIII. yüzyılda Filistin’in Remle beldesinde açıldığını bildirmiştir. (Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB, Ankara 1983)
İlgili kayıtlarda Horasan ve Toharistan ile Türkistan Türklerinin Müslümanlaşmasında ve İslam esaslı yeni sosyal hayatın kurulmasında büyük katkılarından söz edilen tekkelerin, aynı işlevi Büyük Selçuklular devrinde Anadolu’nun, Osmanlılar devrinde ise Balkanlar’ın fethinde de sürdürdükleri; açılışlarında siyasi iktidarın (saltanatın) iznine tabi olmalarının ve ona itaat etmelerinin dışında bir şart söz konusu olmaksızın serbestlik içinde faaliyet gösterdikleri vurgulanmıştır.
Mustafa Kara Hocamızın kaydına göre “1812’de tekke vakıflarını denetim altına alan Osmanlı Devleti, 1866’da şeyhülislâmlığa bağlı biçimde oluşturduğu Meclis-i Meşâyih’i tekkelerin yönetiminden sorumlu tutmuştur. 9 Şevval 1336 / 18 Temmuz 1918 tarihli Takvîm-i Vekâyi‘de yayımlanan Meclis-i Meşâyih Nizamnâmesi’yle İstanbul’daki tekkelerin idaresi Meclis-i Meşâyih’e, taşradakilerin idaresi müftülerin başkanlığında kurulacak Encümen-i Meşâyih’e verilmiştir. Tekkeleri resmî ve hususi şeklinde iki gruba ayıran bu nizamnâme ile asırlardır süregelen malî özerklikle birlikte idarî özerklik de sona ermiş, tekkeler merkezî bürokrasinin denetimine girmiştir.”
Yine Mustafa Kara Hocamızın tespitleriyle, tekkeler “bütün imkanlarıyla” Millî Mücadele’yi desteklemelerine, o günün yöneticilerinin onlarla bu yönde bir bağ kurmalarına, kimi şeyhlerin de ilk mecliste görev almalarına rağmen “30 Kasım 1341 / 1925 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’la Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde (…) kapatılmıştır.” (TDV, İslam Ansiklopedisi).
Millî Mücadele’ye destek veren ya da vermeyen tekkeler ayrımına başvurulmaksızın yapılan bu uygulamanın tipik örneklerinden biri Özbekler Tekkesi’dir.
Özbekler Tekkesi, -web sitesindeki bilgilere göre- 1752-53 yıllarında Darbhâne Emîni ve Maraş Valisi Abdullah Paşa tarafından inşa ettirilmiş ve Nakşibendî tarikatına mensup Hacı Hâce lakabıyla tanınan Şeyh Seyyid Abdullah Ekber Efendi’ye tahsis edilmiştir. Başlangıçta vakıf kaydı olmaksızın faaliyet gösteren tekke, 1788 yılında tüccar Hacı Halil Ağa tarafından kurulan bir vakıf sayesinde hukuki bir kimlik kazanmıştır.
Vakfiyesine göre bu tekke, özellikle Semerkantlı Özbek dervişlerin ikametine tahsis edilmiş, 19. ve 20. yüzyıllarda Orta Asya’dan İstanbul’a gelen hacıların ve dervişlerin uğrak noktası olarak önemli bir rol üstlenmiş; özellikle Buhara, Semerkand, Kaşgar, Andican gibi şehirlerden gelen - çoğu Nakşibendî silsilesine mensup- derviş ve hacıların burada konakladığı bir mekan olmuş; tekke ayrıca vakıf olarak yalnızca mülk ve yapıları kapsayan gelir getirici unsurları içermemiş, faaliyetlerini hayır sahiplerinin desteğiyle de sürdürmüştür.
M. Baha Tanman’ın kaydına göre “Özbekler Tekkesi, Kurtuluş Savaşı tarihinde de önemli bir rol oynamıştır. (Postnîşini) Şeyh Atâ Efendi’nin İstanbul’da işgal kuvvetlerine karşı oluşturulan Karakol Cemiyeti’nin üyelerinden olması sebebiyle tekke bir müddet Kuvâ-yi Milliye mensuplarından yaralananlar için hastane olarak kullanılmış, ayrıca İstanbul’dan kaçırılan silâh ve cephanelerle Anadolu’ya gizlice geçmek isteyen, içlerinde İsmet İnönü, Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar, Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmâil Fâzıl Paşa, Mehmed Âkif Ersoy ve Celâleddin Ârif Bey gibi önemli isimlerin bulunduğu kişilerin ilk durağı haline gelmiştir. (TDV, İslam Ansiklopedisi)
Yukarıda zikredilen kanun ile, Milli Mücadele’ye olan desteği gözetilmeksizin faaliyetlerine son verilen Özbekler Tekkesi, bunu devletle kendi arasında bir kan davasına dönüştürmek yerine -web sitesinde belirtildiği üzere- şeyh ailesi aracılığıyla işlevini yenileştirerek yani kültürel bir hâfıza mekanına dönüşerek varlığını sürdürmüş; edebiyatçı, musikişinas ve mutasavvvıflar için bir buluşma noktası olmuştur. Haftalık toplantılarda Özbek pilavı ikram edilip ardından musiki meşkleri ve sohbetler düzenlenmiş; Dede Süleyman Erguner, Alaeddin Yavaşca, Kâni Karaca, Nezih Uzel ve Niyazi Sayın gibi isimler bu mahfillerde yer almıştır.
Tekkenin bu yönünü nasipse izleyen yazımızda Özbekler Tekkesi Projesi kapsamında iletelim inşallah.