Ülkemiz son yıllarda küreselci çetelere karşı büyük bir kurtuluş harbi veriyor . Yerli üretimdeki hamleler sömürgeci “efendileri” çileden çıkarıyor. “Haçlı güçleri” ve yerli işbirlikçileri büyük bir telaş içinde.
“Ülkenin arslanlarına sahip çıkın, yoksa düşmanın köpeklerine yem olursunuz ” sözünün bir Filistin atasözü olduğunu duymuştum. Bu sözün bugünler için ayrı bir önemi var.
Türkiye’nin arslanları artık sahipsiz değil. İntihar eden (!) ve kim vurduya giden ASELSAN mühendislerinin haberlerini duymuyoruz artık. Toryum madeni üzerine çalışanların uçağı dağa çarpmıyor. Eşref Bitlis ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi ülke yoluna kelle koyan yiğitlerin helikopterleri kazaen düşmüyor.
Çok değil, bundan 30 sene kadar önce askerimizin PKK teröristinin üstesinden gelecek tüfeğe bile sahip değildi. Mehmet Ali Brand’ın o meşhur 32. Gün belgeseli programından hatırlıyorum. Programda zamanın Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş paşaya istinaden şöyle bir olay anlatılıyordu: Askerimize verilecek teçhizatımız yok: Bizim askerin elinde terörist karşısında zayıf kalan G-3 tüfekleri var. PKK teröristi ise elinde kaleşinkofla geziyor. Gittik Kuzey Irak’taki Peşmergeden, dağılan Doğu bloku ve Sovyet devletlerinden arta kalan kaleşinkofları satın aldık. Ordumuzu güçlendirdik.
MKA, ASELSAN ve TÜBİTAK ve diğer kurumların bunca tarihi ve geçmişi var. Bu kurumlar çok büyük kurumlar. Peki neredeydi düne kadar bunlar? Şimdiye kadar neden milli ve yerli ürünlere imza atamadılar? Neden bu kurumlar daha önce bu çalışmaları yapamıyordu?
Demekki at sahibine göre kişniyor. Kurumlarımızın devlet iradesini ve desteğini arkasına alması şart. Bürokrasi setlerini aşarak uyanışa öncülük edenlerden birisi Selçuk Bayraktar oldu. Mahmut Fâruk AKŞİT (TEİ - TUSAŞ Motor Sanayi A.Ş) , İsmail DEMİR (ASELSAN) Temel KOTİL (Türk Hava ve Uzay Sanayi) Mehmet Gürcan Karakaş (TOGG CEO) ve daha niceleri… Her biri bulunduğu kurumda destanlar yazıyor.
Yerli Acentalar, Global Firmalar ve Bürokrasi
Zarf ile mazruf tetabuk etmesi lazım. Büyük kurumlarınızın olması yetmiyor. Mesela üniversitelerimiz… Henüz zarf –mazruf mutabakatı sağlanamadığından üniversitelerde bunca ARGE merkezleri, teknoparklar ve merkez laboratuvarları atıl vaziyette kalıyor. YÖK sistemi milli ve yerli üniversite sistemini kurmanızın önünde engel. Başkalarının kuralları ile yönetildiğiniz sürece “kral” olamıyorsunuz. Ancak krallara hizmetçi yetiştirebiliyorsunuz. YÖK sistemin “sömürü düzenin” bir parçası ve etkili bir mekanizması halinde çalıştığını yazılarımızda dile getiriyoruz. Bu konudaki bir yazımıza aşağıdaki linkten ulaşılabilir.
www.habervakti.com/bilim-ve-arastirmaya-hedef-lazim
Sadece yerli araba ve yerli uçak teşebbüslerinde değil, hemen her sahada yerli üretim, acentacılarca “satın” alınabilen bürokrat engeline takılmış. Yada yerli şirketler dev şirketlerce yutulmuş. Bilgisayar ve cep telefonu üretmek, onların işletim sistemini oluşturmak, çip üretmek Türkiye için hiç de zor bir değil. Zamanında yapılan teşebbüsler zaman içerisinde unutturulmuş ve itibarsızlaştırılmış. ASELSAN tarafından üretilen cep telefonları, kendi döneminde Dünya ile yarışabilecek haldeyken devlet eliyle tanıtım yapılmasını ve sahip çıkılmasını bazı eller önlemiş.
İlk yerli cep telefonu üretiminin de çeşitli oyunlarla önünün kesildiğini görüyoruz. Bu konudaki gelişmelere dair linkleri meraklıları için aşağıda verdim.
www.yeniakit.com.tr/haber/ilk-yerli-cep-telefonunu-aselsan-uretmisti-bakin-o-telefonun-uretimi-neden-durduruldu-506189.html
www.tesisat.org/aselsan-1919-ilk-milli-cep-telefonu.html
ABD’li Medtronic Türkiye gibi ülkelerde kazandığı paralarla sadece 2010-2019 yılları arasında 36 şirketi satın almış. Küresel devler yerli firmaları daha büyümeden bir bir satın alıyor. Yerli firmaların elinden tutmadığın takdirde güçlenmesine fırsat verilmiyor. Sahip olmadığında bir bir elinden çıkıyor. “Ejderhaların” önünde duramıyorsun.
Yabancı acentacıların en büyük gücü medya. Yerli yaptığımız teknoloji cihazı kötülenir; ithal olanlar ise bir harikadır! Yabancı tekelinin kalkması için yanlışlığa ses çıkaranlar bir şekilde cezalandırılır, sindirilir, korkutulur ve hatta ortadan kaldırılır.
Yerli malı kötülendiğinden bürokrasi buna kanar. Bu yalana kandığı için devlet sektörü yüzde doksan alımlarda yabancı ürünü tercih eder. Türkiye üretiyor, devlet sektörü ihalelerde Türk malını değil yabancı malı tercih ediyor. Devlet yabancı ürünü ithalatını teşvikle değil, yerli üretimi teşvikle işsizliği önleyebilir, istihdamı artırabilir. Yerlisi varken yabancı malı tercih ediyorsan, ülkeyi dışarıya bağlıyorsun demektir. Yerli çok kaliteli olmasa da tercih edeceksin. Tabi burada yabancı marka hayranlığı ve aşağılık kompleksi oluşturan mevcut milli ve yerli hale gelememiş eğitimi sorgulamamız gerekiyor. Yabancı hayranlığının kaynağına çözüm bulmazsak, bu şuursuzlukla dışarıyı zengin etmeye devam ederiz.
Selçuk Bayraktar’ın Feryadı
100 yıldır bu ülkenin yapamadığı "silahsız ve silahlı insansız hava aracı" yapan ve uçuran Selçuk Bayraktar, bizi bürokratlar engelledi diyor. Adam diyor ki: "başından beri her şeyimle engellendim ve hala daha engellenmeye çalışılıyorum.” Otomotiv sektörüne parça üreten Baykar firması olarak değil, Bu ülkenin ülkenin Başbakanı'nın (Şimdi Cumhurbaşkanı) damadı olmasına rağmen engelleniyor, iftiraya uğruyor. Peki diğerleri bürokrasi engellerini nasıl aşacak, iftiraların karşısında nasıl duracak?
Bütün üyelerinin toplam sermaye büyüklüğü Güney Koreli Hyndai kadar etmeyen montaj ve rant baronları, acentacılıktan başka maharetleri olmayanlar yerli ve milli olanın karşısına dikildiler. Ekonomik krizler için plan üstüne plan yaparak yerli ve millinin karşısında durdular.
Kimler bunlar? Acentacılar… Kimi zaman iş adamları derneği kılığında karşınıza çıkarlar. Kimi zaman da muhalefet partilerini arkasına alırlar. Ama her daim saygın (!) ve seçkin (!) medya kurumlarını kullanırlar ve algı oluştururlar. Bürokrasiye sızıp mevzuatla ve yasalarla engeller oluştururlar. Cumhuriyeti demokratik olmaktan çıkarıp, “bürokratik” cumhuriyet haline dönüştürenler bunlardır .
Dünyanın global firmaları, senin yerli tanı kitini, senin yerli elektronik cihazını senin kendi ulusal pazarına bile sokturmuyorlar. Tanı kiti üretenler, ilaç üretme çabası içinde yol alan milli ve yerli firmalar ülkemizde bu şekilde “batırıldı”. Daha doğrusu ejderhalara küçük lokma oldu.
Engellemeler olmasaydı, Türkiye 1940’dan bu yana uçak, ağır silah ve otomobil ihraç eden Dünyanın ilk birkaç ülkesi halini alacaktı.
1930’lu yıllarda Nuri Demirağ uçak fabrikası, Nuri Killigil ağır silah fabrikası, Şakir Zümre Bomba fabrikası kurmuş ve ihracat anlaşmaları yapmışlardı. 1961 yılında%100 yerli oto Devrim yapılmıştı. Hepsinin de çeşitli oyunlarla önleri kesildi.
Milli Sağlık Enstitüleri Başkanlığı
Son yıllarda ülkemiz büyük atılımlar yaptı. Yollar, köprüler, havalimanları vs. Bundan sonra ülkeyi uçuracak olan yüksek teknoloji ve biyoteknoloji projeleridir. Bilime dayalı projelerdir. Konuyu Teknofest 2023’e ve iki yıl önce kurulduğu halde henüz çalışmaya başlamayan SAĞLIK ENSTİTÜLERİ BAŞKANLIĞI konusuna getirmek istiyorum.
Teknofest 2023 her ne kadar uzay ve havacılık başlığı ile tanıtılsa da diğer alanları da içine alarak sürekli kapsama alanı genişliyor. Teknofest 2023’e 40 dalda buluş ve yenilik fikrine dair projelerin yer almış. Bizi şaşırtan ve sevindiren noktalardan birisi hem tarım ve hem de eğitim teknoloji alanına dair standların da yer almış olması.
Bu durum, savunma sanayi dışında diğer alanlara mesela sağlık ve maarif alanlarına da el atılacağının işaretini ve hazırlığını gösteriyor. Eğer bu ümidimiz gerçeğe dönerse yakın bir gelecekte başta sağlık teknolojileri ve ilaç sanayi olmak üzere; gıda, tarım, kimya gibi ve diğer alanlarda şahlanışa geçilecek demektir. Esasen bu yazıyı da o ümidi ve potansiyeli dile getirmek için kaleme aldım.
Canan Bayraktar Toplum Sağlığı Vakfı (Can sağlığı Vakfı) kurulması sağlık alanına el atılacağının gösteriyor. Tıbbi alanda da dışa bağımlılıktan kurtulacağımız günlerin yaklaştığını söyleyebiliriz. Hatırlarsak COVİD günlerinde ilk yerli solunum cihazı hem de kısa süre içinde Baykar firmasınca üretilmişti.
Kanserden tansiyona şeker'den kalp ve böbrek ilaçlarına kadar tamamının etkin maddeleri yurtdışından getiriliyor. Türkiye kendi ilaçlarını üretecek büyük bir potansiyel sahip. Tıbbi ilaç alanında Türkiye’nin Selçuk Bayraktar’ı olacak çapta, öncü ve müteşebbis bilim adamı ve çalışma gruplarını tanıyorum. Biyolojik kimyasal kitleri üreten çok değerli firmalar var. Ancak “bürokratik engellerden” dolayı yerli ve milli hale gelemiyorlar. Ürünlerini ROCH, SİEMENS gibi globaller üzerinden dünyaya pazarlıyorlar.
Devlet kararını çoktan verdi aslında. Savunma sanayii örneğini diğer alanlara yaymak istiyor. Sağlık Enstitüleri Başkanlığını bu amaçla kuruldu. Bu kurum, tüm gerekleri ile yapılanırsa yakın bir gelecekte savunma sanayiinde esen benzer fırtınaları sağlık alanında da göreceğiz demektir.
Çünkü Türkiye’nin pazarlanabilir en büyük bir gücü elindeki sağlık hizmetleri potansiyelidir. Bu potansiyelin pazarlanacak şekilde (konaklama ve seyahat -turizmle birleştirilerek) kolaylaştırılması ve bürokratik işlemlerin azaltılması halinde ülkemiz ABD ve Amerika'nın hatta dünyanın sağlık merkezi haline gelebilir. Bu yönü ile ülkemiz büyük bir imkan ve fırsat sunuyor.
Sağlık Enstitüleri ile açılan imkanları, sağlık teknolojileri alanında özellikle ilaç üretimi önündeki bürokratik surları, mayınlı yolları ve de çıkış formüllerini bir yazımızda ele almıştım. Adresini aşağıda veriyorum.
www.habervakti.com/tusep-toplantisi-kurulusu-ve-geciken-milli-saglik-endustrileri-baskanligi
Mart 2021’de sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, açıkladığı Reform Paketi’nde, iki yeni teşkilatın kurulacağı müjdesi verilmişti. Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak kurulacak bu iki teşkilattan biri Yazılım ve Donanım Endüstrileri Başkanlığı, diğeri de Sağlık Endüstrileri Başkanlığı idi.
Sağlık Endüstrileri Başkanlığının kurulması ile Türkiye’de ilaçtan tıbbi cihaza, yeni teknolojilerin teşvikinden yerli ve milli üretimin desteklenmesine kadar tüm başlıkların tek çatı altında toplayacağına dair müjde verilmişti.
Haber sayın Cumhurbaşkanlığı tivitinde şu şekilde yer almıştı:
“Yenilikçi ve güçlü bir sağlık endüstrisinin geliştirilmesi amacıyla Cumhurbaşkanlığına bağlı Sağlık Endüstrileri Başkanlığı kuruyoruz. İlaçtan aşıya, medikal cihazlardan biyoteknolojik ürünlere kadar pek çok stratejik malzemenin yurt içi imkanlarla rekabetçi bir şekilde geliştirilmesi ve üretilmesi çalışmaları, bu başkanlığın sorumluluğunda yürütülecektir”
Sağlık Endüstrileri Başkanlığının (kısaca SEB) kurulması savunma sanayiinde olduğu gibi sağlık alanında da aradan bürokratik engellemelerin kalkması anlamına geliyor. Bu fırsatı iyi değerlendirebilirsek, ilaçtan aşıya, tanı kitlerinden tıbbi cihazlara kadar teknolojik sağlık ürünleri büyük ölçüde yerli ve milli hale getirilebilir. Yerli ve milli üreticiler engellemelerden kurtulabilir. Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı Savunma Sanayiinde olduğu ilaç gibi sağlık ürünlerinin yerlileşmesi konusunda öncü rol oynayabilir
2 yıl geçmesine rağmen SEB henüz kuruluşunu tamamlayıp faaliyete başlamaması bürokratik engelleme ve oyunların devreye girdiği intibaını veriyor. Evet SEB sağlık alanında ülkemizi acentacıların hakimiyetinden kurtaracak, kurulan koloni düzeninin kalelerini yıkacak, bürokrasiyi engel olmaktan çıkaracaktır. Bu belli. Milli Sağlık Endüstrilerinin kurulması ile ilaç ve cihaz aletlerinin üretiminde yerlilik oranı, % 5-10 ların çok ötesine savunma sanayiinde olduğu gibi zamanla % 60-80’lere çıkacaktır. Bunda şüphe yoktur. Ancak yerlileşmeyi istemeyen güçler bu kurumun hayata geçmemesi için var güçleri ile çalışacaklardır. Bunda da şüphe yoktur.
Evet, bürokratik oligarşinin gizli gücü ile "menfaate dayalı bir bürokrasi" düzenini kaldırabilirsek müteşebbis ve hamiyetli, buluşçu insanlarımızın önü bir bir açılacak.
Sağlık Enstitüleri Başkanlığı ayağımıza takılan, koşmamıza engel olan bu şeytani oligarşik menfaat düzenin kaldırılmasını vaad ediyor. Böylece merkezi otorite düzenleyici gerekli kararları alabilecek. Ödemeyi yapan merkezi otorite, kuralları yerli lehine koyabilecek. Bir kez daha tekrar edersek Sağlık Enstitüleri Başkanlığı aradan bürokrasiyi kaldırmak için kuruldu.
Sağlık Endüstrileri Başkanlığı denizin ortasında fırtınada yapayalnız kalan müteşebbisin elinden tutmak için yeni bir sistem vaadediyor. Yerliye kol kanat olacak. Onların globallerce bertaraf edilmesini önleyecek.
Sağlık Alanında Yerli Potansiyeller
Savunma sanayi, Ar-Ge çalışmaları için şimdiye kadar (20 yıl içinde) 80 milyar dolar kadar destek almış. Bunun sadece onda biri bile sağlık teknolojileri üzerine yapılsaydı, ciddi ve sürdürülebilir projelere yatırım yapılsaydı, bu alanda aldığımız mesafe hayli büyük olacaktı.
Bu yolda yapmamız gerekenler açık. Yüksek teknolojik bilginin ticarileştirilmesine yönelik start-up geliştirme çalışmalarına ağırlık vermek. Sektör paydaşlarına dolaylı teşviklerin yanında doğrudan teşvik modellerini artırmak…
Savunma sanayisi çok iyi bir rol model oldu. Yerli üretim alım garantili şartname ihale modellerinin artırılarak geliştirilmesi sektör ve ülkemizi çok iyi bir noktaya taşıdı. Aynı modelin sağlık teknolojileri için de uygulanması gerekir.
İşte Sağlık Endüstrileri Başkanlığının kurulması ile bu tür garantiler hayata geçirilecektir. Zaten bu başkanlık için doğan umutların kaynağında bu beklenti vardır.
Ülkemizde globallerin dizayn ettiği bir bürokrasi hakim olduğu sürece “iyi takımlarınız” da olsa kale kapalı olunca gol atamıyorsunuz. Bu mevzuat milli ve yerli olanın önüne geçiyor.
Kısacası Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı olaya sistemsel yaklaşımın ve sahip tarafın adı olacaktır. Yerli ürün tercih ederek kendini global devlerin pençelerinde hissedebilecek yöneticilere devletin prim vermesi ve olabilecek aksi durumlarda Sayıştay denetimlerinde koruma kalkanı gelecektir. Yerli lehine her yıl alım oranını yukarı çekmeyen yönetici maaş ve tenzili rütbe riski ile karşı karşıya bırakılmalıdır.
Hulasa, Türkiye’de teknolojik inovasyon için de bilim ve teknoloji geliştirmek için büyük bir potansiyel var. Dünyanın sağlık merkezi olabilecek imkanlarımız mevcut. İmkanlar ve alt yapı çok iyi. Hulasa hemen her alanda “Dünya liginde” oynayabilecek çok iyi “oyuncularımız" ve alt yapımız var. Ne varki amatör küme mantığındaki bürokrasi anlayışı “oyuncuların” önünde engel teşkil ediyor.
Türkiye’nin yetkin ve uzman bilim adamları var. Herkes kendi alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir araya gelmedikçe faydalı bir şeyler üretmek mümkün olmuyor.
Dışa bağımlılıkta enerjiden sonra ikinci sırada ilaç geliyor. Allah korusun ilacını ithal ettiğimiz firmaların bize ürün vermediğini düşünün, ülkemiz gerçekten zor durumda kalır. Malum İran'a ambargo uygulandı ama İran artık şu anda biyoteknolojik ürünlerde ve ilaç konusunda kendi kendine yeter hale geldi. Akılları başına geldi. Darısı bize.
Patent kanunları vs hep bizim gibi ülkelerin aleyhine çalışıyor. Nüfusu büyük bir ülkeyiz. Dünya Patent Kanunu’na uyalım ama son dönemde getirilen ve elimizi bağlayan düzenlemeleri ve yanlış niyetleri de görelim.
Aslında bilim insanlarını, yatırımcıları ve endüstri liderlerini bir araya getirebilirsek o zaman gerçekten kendimize yetebilecek ve hatta başka ülkelere satabilecek ilaçlar geliştirebiliriz.
Sağlık Enstitüleri Başkanlığı sayesinde savunma sanayiinde sağlanan anlayış ve kümeleşme ilaç alanında da yapılabilir. Sadece muadil ya da fason ürün olarak değil yenilikçi ilaç dediğimiz kendi molekülümüz, özlük haklarıyla yani patenti ve yayınları ile tamamen ülkemize ait ilaç geliştirebiliriz.
Daha da önemlisi Hindistan, İran, Çin, Rusya gibi kendi tıp ve tedavi anlayışımızı meydana getirebiliriz.
Dahası bu başkanlık kendi ilacımızı geliştirmek bize büyük özgüven sağlayacak. Molekülü hemen Faz-III yada Faz-IV'e kadar çıkaralım demiyoruz. Molekülü Faz-I'e getirmek bile önemli bir aşama. 4-5 milyon dolarlık yatırım anlamı taşıyor çünkü. Geliştirdiğiniz ürün 100 milyon dolar etmeye başlıyor.
O takdirde büyük firmalar satın almak için peşinize düşüyor hemen. Yani ekonomik anlamda da kazançlı olan projeler. Satın alan firma geliştirmeyi tamamlıyor, güvenlik çalışmasını da yaparak piyasaya sunuyor. Ülkemizde faz çalışmalarını yapabilecek merkezler var artık.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığının hayata geçirilebilirse sağlık alanında dağınık potansiyeller bir araya gelecektir.
İlmin ve aklın ışığında, milli ve yerli gereklilikler doğrultusunda ihtiyaç duyulan yapılanmalara zaman geçirilmeden başlanmalıdır.
Evet, sağlık alanında süregiden makus talihin değiştirilmesi yolunda bir ümit doğdu: Sağlık Endüstrileri Başkanlığının tüm gerekleri ile ayağa kaldırılması ve liyakatlı ve ehil ellerde doğru bir yapılanmaya gitmesi…
Malum kurum kurmak işin kolay tarafı. Zor tarafı ise uygun mevzuatını bulmak, dinamik bir yönetim sistemi kurarak kurumu ehil ve liyakatlı yönetici kadrolara teslim etmek…