MAARİF DAVAMIZIN YAKIN TARİHİ VE YARATILIŞ KONGRELERİ

Fen eğitiminin temel gayesi, insanı aldığı eğitim sonucunda kendisi için yaratıldığı ve tasarlandığı belli olan tabiatı doğru anlamak olmalıdır.  İnsan her şeyden önce kâinat kitabının bir okuru haline gelmelidir.  Kur’an ile Kainat biri diğerini açıklayan ve birbirinden ayrılamayan iki ayrı  kitaptır. İkisi birlikte okunmalıdır. Aksi halde ikisi de eksik ve yanlış anlaşılacaktır.   Kuran’ın ilk emri “oku” ile esasen  Kainat kitabının okunması istenmektedir. Tabi sistematik ve doğru okuma fen bilimleri yolu ile yapılabilir. Akla ne işle uğraşacağını kalp öğretir. İnsanın kalbi maneviyatla/dinle gelişmezse insan  aklı kötülüklerle uğraşmaya başlar. Bugün bilim Batının elinde bir sömürü aracı haline gelmiştir. Onun için akıl  fen bilimleri (bilim) yolu ile kalb de  din bilimleri  ile aydınlatılmalıdır. 
Konuya bu açıdan bakınca dinle bilimin maksatları birleşmektedir. Böylece  fen bilimleri Allah’a ve inanca ait gerçekleri tanımanın aracı olması gerekir. Vahyin ışığında  bilimler, hakikate ve hikmete  giden yolları açmaktadır. İnsan, çevresinde cereyan eden olayları, muhteşem düzeni ve harika tasarımları derinliğine fark ettikçe hayret duyguları içinde kalmakta; öğrenmeye karşı isteği ve merakı daha da artmaktadır. Dolayısıyla bu yöntem (mana-yı harfi) ile doğadaki hassas mekanizmaları ve düzeni ileri düzeyde fark eden insanda takdir ve saygı duyguları, insani meziyetler gelişmektedir. Düzen ve terbiye, sanat ve tasarım, temizlik ve iktisat, faaliyet ve yardımlaşma, şefkat ve merhamet, hak ve adalet gibi ilahi isimlerin tecellileri olan hakikatler aynı zamanda güzel ahlakın kaynağı olan özelliklerdir.  
Ortaçağda müslümanlar Kur’andan aldıkları  bu bakış açısı ile kendilerini büyük bir şevkle araştırma yarışı içinde  buldular. Bilim ve teknolojide, ticaret hayatında ve medeniyette zirve haline geldiler. 12. Yüzyılın sonralarına doğru  Yunan Felsefesinin etkisi ile kazanılan bakış açısında ve anlayışında   kırılma ve  değişim baş gösterdi. Bilimler bir bütün iken dini ve dünyevi; akli ve nakli diye ikiye ayrıldı. Dünyevi bilimler ikinci sınıf/tali hale geldi. 
Bu yazıda  bin yıldır problem olmaya devam eden  din-bilim ayrıklığının sebepleri ve  sonuçları  tahlil edilmektedir.
Bu ayrıklığın sonucu olarak ülkemizde gerek MEB   müfredatında ve  gerekse medyada materyalist ideolojinin sözcüsü yapılarak bilim  atezme/inançsızlığa alet edilmektedir. Yazımızın ilk kısmında; ana konuya giriş yapmadan önce  mevcut din bilim ayrıklığına gidermeye yönelik maarif davamızın yakın geçmişi ele alındı. Bu çerçevede atılmış önemli bir adım olan  Bilim Işığında Yaratılış Kongrelerinin  etkileri  gündeme getirilmektedir.  
VI. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi 20-23 Ekim 2022 tarihlerinde Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde gerçekleştirildi.[1] Kongrede yaptığım sunumda  Ortaçağda  Müslümanlarını bilimde zirve yapan sırrı ele aldım. Önceden bilim ile din birleşikti. Bilimler dini ve dünyevi, akli ve nakli bilimler diye ikiye ayrılmış değildi.   Niçin  ve nasıl ayrıldı? Sonuçları ne oldu sunumumuzda bu  sorulara cevap aradık.     
Müslümanlar ortaçağda   bilimin kurucu liderleri ve öncüleri oldular. Müslümanlar ve ecdadımız, Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar bilimde zirve olmaya devam ettiler. Çağımızın en büyük bir bilim tarihçisi olan  Fuat Sezgin Ortaçağdaki    Müslümanların bilim mirasını ortaya çıkaran kapsamlı çalışmalar yaptı.   Bu çalışmalarda  İslam medeniyetinin özellikle matematik, astronomi, geometri, fizik, kimya, tıp, coğrafya, felsefe gibi pozitif bilim alanlarında kaydettiği gelişmeler ve bu gelişmelerin batı medeniyetinin doğuşu üzerindeki etkisini  ele almaktadır. Fuat Sezgin, İslam dünyasında bilimsel faaliyetlerin 9. yüzyıl ile 15. yüzyıl arasında büyük bir gelişme kaydettiğini, 15. 

yüzyıldan sonra hızını kaybettiğini, 16. yüzyıldan sonra da duraklamaya başladığını ve 17. yüzyılda da bilimsel üstünlüğünü Batı medeniyetine kaptırdığına dikkat çeker.
Fuat Sezgin batıdaki bilimsel ve teknolojik gelişmelerin kökeninde İslam dünyasındaki çalışmaların olduğunu belirtmiş ve buna ilişkin görüşünü, “Batı medeniyeti, İslâm medeniyetinin çocuğudur. Bilimler Eski Mısır, Babil, Yunan, İslam ve Avrupa yolunu takip etmiştir. Batı bilimi olarak sunulanlar, İslam bilimlerinin devamıdır”[2]  şeklinde ifade etmektedir. İslam dünyası   İslam medeniyetinin bilimi ve medeniyeti Batıya   transfer rolü, 18. yüzyılın sonlarına kadar sürdü.[3]
Halbuki bilimi Müslümanlardan alan Avrupalılar Ortaçağdaki Müslüman bilimini görmedi. Bilimi  doğrudan Kadim Yunan’a bağlandı.   Bilimler tarihinden,  insanlığın   müşterek tarihinden şunu öğreniyoruz:  Eski bilime sadece Yunanlılar katkıda bulunmadı.  Babillilerin, Çinlilerin, Hintlilerin, Mısırlıların hatta  Sasani İranlıların da  belli katkıları oldu.[4]   
İSLAM BİLİMİNDE DURAKLAMA
Fuat Sezgin  İslam dünyasında bilimsel gelişmelerin bu denli yüksek olmasını şu şekilde açıklar: Bilgiye verilen ehemmiyet, eleştirel/tenkit yaklaşımının varlığı, olaylar ve olgular arasında nedensellik ilişki arayışı, tekâmül düşüncesinin varlığı, gözlem, deney ve tecrübeye verilen önemdir.[5]  Sezgin İslam dünyasının duraklaması veya gerilemesi probleminin sürekli kendisini meşgul ettiğini belirtir ve   bu soruların cevabın  çok kolay olmadığını dile getirir. Bu yöndeki bir soruya; “Bunu çok izah edemeyeceğim. Bu oldukça zor akademik bir problem. Ama şu kadarını söyleyeyim. Bütün medeniyetler muazzam, muayyen bir gelişmeden sonra ihtiyarlıyorlar. Muhtelif sebepler ortaya çıkıyor” demiştir. Türkiye Bilimler Akademisindeki bir (TÜBA) konuşmasında  duraklama ve gerilemenin kaynağı ile ilgili  şunları ifadeleri vardır:  “Bütün geçmiş büyük uygarlıklarda olduğu gibi İslam uygarlığı da politik, jeopolitik ve iktisadi koşullarla 16. yüzyıldan itibaren bir yıpranma çağı içine girdi. Uygarlık bayrağını taşıyacak ardılı kendisi geliştirmişti: Şimdi o uygarlığın bugünkü ve yarınki kuşakları bu ardılın başarısı önünde aşağılık ve yabancılık duygusuna düşmeden ondan süratle öğrenmek, ona ulaşmak gerçeğiyle karşı karşıya bulunuyor”.[6]
PROBLEMİN KAYNAĞI
Araştırmalar gösteriyor ki;  İslam tarihinde ilim kelimesi, ilk defa on birinci yüzyılda kelamcılar tarafından ‘ilmü’d-din’ (din ilmi) şeklinde bir isim tamlaması içinde kullanılmaya başlamıştır. Buradan hareketle daha sonraları ilim (ilm) kavramı, ‘din ilmi-dünya ilmi’ şeklinde kesin bir bölünmeye kadar gitmiştir.”[7]
Bu bölünmüş ilim kavramının sonucu olarak bilimde laiklik, yani  bir bütün olan bilimlerin ‘din ve dünya bilimleri şeklinde birbirinden ayırılması’ ilk defa on ikinci yüzyılda Müslümanların düşünce ve eğitim hayatına girmiş oldu.
Müslümanların bilimde sonraki yıllarda duraksamasının kaynağı araştırılırken, bilimsel çalışmaların motivasyonla ve şevkle bağlantısı dikkatlerden kaçmaktadır. Bozulan kavramsal sistemler üzerinde durulmamaktadır. Motivasyon için tekrar kaynağa dönmek ve bozulan kavramsal sistemleri tamir etme ihtiyacı bulunmaktadır. Bu da en başta bilimle dinin var olan  bölünmüşlüğün ortadan kaldırılması ile mümkün olabilir  
Motivasyon ancak onu besleyen bir kavramsal yapı içinde artar ve gelişir. İnsanları öğrenmeye ve araştırmaya sevk eden şey  teşkil edilen şevk ve heyecan ortamlarıdır.  Şevki doğuran alt yapı ise doğru bir kavramsal yapıdır. Doğru kavramsal yapının beslediği ortamdır. Aksi takdirde şevki besleyen ve doğuran kavramsal ortam yoksa motivasyon sönecektir
Yunan Felsefe kavramlarına sahip çıkan onları filtresiz şekilde İslam anlayışının içine sokma gayretleri karşısında başta kelam âlimleri olmak üzere uzmanlar (iyi niyetli korumacı anlayış) karşı 

çıktılar. Felsefe, aklı esas alan bir düşünce metodu olduğundan, Vahyi dışlayarak kâinatta olan biten bütün hadiseleri salt akıl ile anlamaya çalışmaları bilimi yanlış ve çıkmaz yollara soktu.
Cenab-ı Hak, Hak ismiyle varlıkları anlamlı kılmış ve hikmetli bir yaratılışla var etmiştir. İnsan akıl gücünün hikmet boyutuyla ve mana-i harfi bakışıyla varlıklara baktığında,   yaratılış amacını görebilir. Bu yüzden  Bilimi Marifete Taşıyan Işık Hak ismi olmaktadır.
Eşyadaki san'atların her biri, Allah'ın isimlerinin bir aynasıdır. Kuranı anlamayı birinci hedef seçen  Müslümanlarda  kuvvetli bir tabiatı anlama meyli Kuranın mesajının gereği olarak doğmuştur. Yaratılıştan amaç Hakkı bilmek ve bulmak ise, Hak tabiatta Allahın isimlerinin tecellisidir. Her şey gerçekliğinin (bilimsel gerçekler)  Cenab-ı Hakkın  Hak isminden almaktadır. Bu anlayışla Müslümanlar kendilerini Kur’an’ı olduğu gibi tabiatı da bir kitap gibi okuma şevki içinde buldular. Çünkü bilimler marifete;  Allah’ı isimleri ile tanımaya,  gerçek tevhide (tahkiki iman)   basamak  halini almaktadır.    
Ancak sonraki yıllarda ortaya çıkan bazı fikri akımlar  Hak kavramı yerine varlık-madde (materyalist anlayış) merkezli kavramları öne çıkardı. Bazı İslam Filozofları  Yunan düşünce sistemine dayanan bu felsefi akımların   cazibesine kapıldı.  Yayılma tehlikesi gösteren  “bozuk felsefi akımlara”  karşı  başta  kelâm âlimleri olmak üzere ulema harekete geçti.
Ancak ortaya yanlış bir çözüm çıktı. Alınan tedbirlerin bir parçası olarak  bilimler “dini” ve “dünyevi” (akli ve nakli)  şeklinde ikiye ayrıldı. Halbuki başlangıçtan itibaren bilimler bir bütün olarak değerlendiriliyordu.  Bu iyi niyetli ancak korumacı anlayışla fen  ve  felsefe bilimlerinin değeri düştü.   Dünyevi bilim  sınıfında kalan  felsefe,  fen ve matematik gibi bilimlerin gerekliliği bile tartışılır hâle geldi. Anlayış bu şekilde değişince araştırmacı ve gözlemci bir toplum olmanın alt yapısı ortadan kalktı.  İçe kapanma ve bilimde duraklama devri bu şekilde  başladı.  
Yazımızın ilerleyen kısımlarında bu konuya daha ayrıntılı ele alacağız.
Problemin kaynağı:  Din ayrı bilim ayrı anlayışı  
Din ayrı bilim ayrı anlayışı devam ediyor mu? Evet. Bu ayrıklık esasen tüm problemlerin kaynağını teşkil ediyor. Hatta bu sebeple  bilim inançsızlığa  ve materyalizme  alet ediliyor.  Çünkü  Batıdan ithal seküler bilim dini dışlıyor ve öğretilerini ateizm üzerine temellendiriyor.  Bu seküler bilimsel anlayışının Müslümanları motive etmemekte, bilimle  taklit düzeyinde kalmamızı ve Batıya teknolojik bağımlılığı netice vermektedir. 
Seküler bilim,  usturuplu  ifadelerle “açıkladık, nedenselledik, nasıl olduğunu izah ettik” zan ve algısı oluşturmaktadır.  Yani “tabiât, tesadüf, mekanizma, kanun” gibi hariçte (zihin dışında) eşya üzerinde te’sir yapabilecek kuvveti olmayan vehmî veya zihnî kavramlarla veya keşfettiği şeylere isimler verir. Dayandığı kanun ve prensipleri anlatır.  Güya anladık ve çözdük zan ve illüzyonu oluşturur.  Böylece bilginin seküler ve menfi düzlemde kalması ile   insanımız bir yandan fikir yürütemez (düşünemez- sorgulayamaz) hale getirilirken, bir yandan da kaba ve ilkel  ideolojik ve felsefi yaklaşımlarla insanımızın imanı ve inancı (ve dolayısı ile ahlakı)  elinden alınmaktadır.   
Bu yazımızda bin yıldır problem olmaya devam eden  din-bilim ayrıklığını ve bölünmenin kaynağını  analize tabi tutuyoruz.    
Din ile bilim niçin ayrı değildir? Çünkü hak dinle bilimin maksatları birleşmektedir. Fen bilimleri Allah’a ve inanca ait gerçekleri tanımanın aracı olmalıdır. Bilim; tekniğe, mesleğe ve hayata dair sorulara cevap ürettiği kadar dini hakikatleri anlamaya, insanın görüş alanını genişletmeye de hizmet etmekle mükelleftir. Bilim tekniğe olduğu kadar kültüre ve medeniyetin gelişmesine de hizmet etmelidir. Bilimler, inanca, dini ve kültürel hayata dair sorulara cevap verdiği ve çözüm ürettiği ölçüde anlam kazanmakta, faydalı hale gelmektedir.
Geniş anlamda olaya bakarsak ülkemizde bilim kültüre ve dine/inanca hizmet etmediği gibi tekniğe ve  ekonomiye de   hizmet etmez durumdadır büyük ölçüde.  Ülkemizin asıl problemin bilimin toplumla/halkla etkileşmesi problemidir. 
Yazımızın  ikinci kısmında  bilimi şirk vasıtası olmaktan kurtaracak çözümleri gündeme aldık.  İlimler kâinattaki varlıkların Allah’ın isimlerinin tecellilerine birer ayna olmaktadır. O halde  bilimsel gerçekleri  hakikat eksenli ve Hak ismine bağlı anlatıma  (Harfi Bakış, Mana-yı Harfi)[8] kavuşturacak;  yani   sanatta sanatkarı, eserde ustayı, nimette o nimeti vereni gösterecek tarzda  sunulabilir. Din ile bilimin birlikteliği halinde,   kadim kültür değerlerimizi ihya edebileceğimiz gibi,   ortaçağda olduğu gibi bilim ve araştırmada tekrar motivasyonu yakalayabiliriz ve bilimde öncü hale gelebiliriz.  Bu şekilde Cabir bin Hayyanları, İbni Sinaları, Biruni ve Heysemleri, Farabi ve Razileri tekrar yetiştirme  yolu açılabilir.  
Sonuç olarak bu  yazımızda  Müslümanları geçmişte bilim ve teknolojide ileri götüren    motivasyon unsurları tahlil edilmektedir.  Bilim ve din  ayrıklığını giderecek çözüm  yolları gündeme getirilmektedir.

BİLİM IŞIĞINDA YARATILMIŞ KONGRELERİN ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Yazımızın birinci kısmında Bilim Işığında Yaratılış Kongrelerinin nasıl doğduğu ve hangi ihtiyaca cevap olarak başladığı konularına yer verdik.  Çünkü bu kongreler bilim zemininde din bilim ayrıklığına çözüm yolu sunmak için başlatıldı ve devam etmektedir.  
Yaratılış kongresi ve benzeri diğer faaliyetleri orta çağdaki bilimle uyanışın örneği olarak değerlendirilebilir.  Beytül Hikme’yi  hatırlayalım.   Beytül Hikme bilimi  Müslümanlara mal etme ve filtreleme görevi yaptı.  Beytül Hikme geçmişin mirasına sahip çıkmış, bu amaçla   büyük bir tercüme hareketine girişmişti.  Bilim Müslümanlara mal edilirken,  ateist ve materyalist, her türlü bozuk felsefi ögeler filtrelerden geçirilerek ayıklanıyordu. Bilimler Hakkı gösteren bir ayna halini alıyordu.  Bilimlere Hak ve hikmet adına   bakma, tabiatın sırlarını çözmeye ve keşfetme için  müthiş motivasyon kazandırmıştı.
İslamlar çok geçmeden  önemli kültür merkezleri  olan Şam (hicri.15/636), Halep (h.16) ve Antakya’yı (h.17) fethetmişlerdi. Hemen Roma ve Bizans kültürünün temsilcisi ve ileri gelenleri ile temasa geçildi. Onların bilim ve teknik bilgilerinden  bilgilerinden faydalanıldı. Geç dönem Babillilerden dolaylı bir şekilde Hintlilere geçen İran coğrafyasında Sasanilerde sınırlı da olsa gelişme imkanı bulan bilim anlayışları ile   temasa geçildi.  Müslümanlar, astronomi, kimya, fizik, matematik ve matematiksel coğrafya, felsefe gibi teorik, tıp ve eczacılık gibi uygulamalı bilimler alanında hızlı bir kabullenme süreci yaşadılar. Ardından bunları  özümseme  ve islami bakış açısı ile yorumladılar. Yani felsefesini yaptılar.  Özümseyerek kendi bilim tasavvurlarını gerçekleştirdiler. Bu süreç  hızlı ilerlediğinden  “Muhtemelen Antik Yunan Altın Çağının hiç bir önemli eseri yoktur ki,   tercüme edilmemiş olsun "sözü meşhur oldu.  
Gelecek kısımları  daha iyi anlaşılması için  konuları  sorular halinde sunduk.
Bu yıl kongrenin altıncısı tertiplendi. 6. Bilimler Işığında Yaratılış Kongresinde  başlıca   hangi konular ele alındı? 
Kongre yetkililerinin (Prof. Dr. Fevzi Gökçe ve Prof. Dr. Murat Ünal)  verdiği bilgilere göre Kongreye 10 farklı ülkeden 200 katılımcı müracaat etti. 112 sunum kabul edildi.  Kongrede şu başlıklar altındaki konularda tebliğ kabul etti: ‘Yaratıcıyı Tanıma ve Anlama’, ‘Fen Bilimleri Işığında Yaratılış’, ‘Din Bilimleri Işığında Yaratılış’, ‘Sosyal Bilimleri Işığında Yaratılış’, ‘Evrimci Görüşün Çıkmazları’, 

‘Deizm Görüşünün Çıkmazları’, ‘Ders Kitapları Müfredatı ve Yaratılış’, ‘Yazılı, Görsel, Sosyal Medya ve Yaratılış’.  (kongre programı için linke bakılabilir). [9]

KONGRELER NE ZAMAN VE HANGİ AMAÇLA BAŞLADI?
Bu sene altıncısı düzenlenen Yaratılış Kongrelerine başlangıcından bu yana katılmaktayım. Bu kongrelerin temeli 2013 yılında yapılan ‘Eğitimde Paradigma Çalıştayı’ toplantılarında alınan kararların bir sonucu olarak atıldı.  Bu çalıştay gerçekten de önemli çalışmalara ve yeni projelere başlangıç  oldu.
Ama tabi ki bu toplantıların öncesi de var. Eğitim kurumlarında bilimle din ayrıklığına ve bilimle dinin iki ayrı cephe gibi sunulmasının önüne geçilmesi için çare üretilmesi konusu   daha önceki bazı toplantılarda da ele  alınıyordu. Bazı istişari kararlar ve arayışlar olduğunu bu hususta dernek ve çalışma grupları teşkil edildiğini de  hatırlıyorum. Özellikle Adem Tatlı hoca etrafındaki bir grup öğretmen ve akademisyenler bu çalışmaların odağında idi.   Bu  kararlarda orta ve yükseköğretimde din ile  bilimi barıştıran, bilim ve hikmet ışığında ders kitapları hazırlanması yolunda bazı mevzi çalışmalar yapıldığını hatırlıyorum. Hatta yurt dışından da  bu konuda sık sık taleplerle karşılaşıyoruz. Bunlardan birisi   Filipinlerin güneyindeki Özerk müslüman bölgesinde   eğitim ve yüksek öğretim bakanlığının Türkiye’den din dersi kitabı talebi vardı.  Bu kitap yazım komisyonunda ben de yer aldım. Kitap  Türkçe adı ile “İslam 1: İman esasları”    İngilizce olarak hazırlandı.[10] Bu kitabın Filipinlerde  ilgili bölgede okutulmak üzere ders kitabı halini alması için Dr. Rıza Derindağ ve Emre Olgay Şerbetçioğlu’nun büyük gayretleri oldu.  Bu çalışmaların yanında  bilginin yapısı ve göz ardı edilen boyutları ile harfi bakış (mana-yı harfi) üzerine    Necati Aydın hoca önemli çalışmalar yapmaktadır.[11] Ayrıca Necati Aydın ve  ekibinin ABD de kurulan Enstitü (Institute of Integrated Knowledge IIK (iiknowledge.org)  bünyesinde faaliyetleri ve  Üsküdar Üniversitesi ile ortak lisansüstü çalışmaları dikkatimizi çekiyor.[12]
Bu arada merhum  Turgut Özal’ın başbakanlığı zamanında eski Millî Eğitim Bakanlarından  sayın Vehbi Dinçerler döneminde  başlatılan çalışmaları hatırlıyorum.  Yaratılış konuları o dönemlerde ilk  ders kitaplarına girmişti.  Henüz  bir Araştırma görevlisi olarak Erzurum’da Üniversitede  yüksek lisans çalışmalarına devam ediyordum.   Kendi bölüm hocamız Prof. Dr. Edip Keha da bu çalışmanın içinde idi. Bu çalışmalar beni de heyecanlandırıyor ve hocalarımızın bazı toplantılarına ben de katılıyordum.   Adem Tatlı  hoca  bu çalışmaların merkezinde yer alıyordu.   Müsbet Avrupa’nın bilim ve Hak adına Yaratılışa sahip çıkan çalışmaları, Yaratılışçı düşünceleri ve evrimin tutarsızlığı ve yanlışlığına dair çalışmaları kitap ve broşürler halinde Türkçeye kazandırılıyor, Bakanlığın (Vehbi Dinçerler) eli güçlendiriliyordu.[13]

EĞİTİMDE PRADİGMA DÖNÜŞÜMÜ ÇALIŞTAYI
Sözü Eğitimde Paradigma Dönüşümü Çalıştayına getirelim. Bu çalıştay  toplantısı bir dönüm noktası oldu. Toplantıyı başkanlığını yaptığımız ve kurucusu olduğumuz ‘Türkiye Akademisyenler Platformu’ organize etmişti.  Eğitimde Paradigma Dönüşümü adlı çalıştaya (8-9 şubat 2013) Üsküdar Üniversitesi ev sahipliği yapmış ve Tuzla Belediyesi destek vermişti. Bu ilk kapsamlı toplantıya vesile oldukları için o tarihlerde  Üsküdar Üniversitesinde rektör olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocaya, Tuzla Belediye Başkanı Şadi Yazıcı ve Belediye Başkan Yardımcısı Turgut Özcan’a ne kadar teşekkür etsek az. Zira bu çalıştayla çoğu katılımcıların ifade ettiği gibi “tarihi bir görev ifa edildi”.
NEDİR O TARİHİ GÖREV
Anlatmaya çalışayım. Bu çalıştayın en dikkat çekici yönü yayıncılık ve eğitimle ilgili tarafları ilk defa böylesine kapsamlı bir şekilde bir araya getirmesiydi. Çalıştaya 250’yi aşkın kayıtlı katılımcıların 

büyük çoğunluğunu eğitim ve yayıncılıkta öncü çalışmaları olan öğretmen ve öğretim üyeleri teşkil etmişti. Eğitim ve Fen Bilimci uzmanlar yanında,  üst düzey Milli Eğitim Bakanlık yetkilileri kadar,  sivil toplum kuruluşları da katılmıştı. Yerli ve mili örnek ve model vasfı taşıyan eğitim örnek/model faaliyetlerde bulunan ve yayıncılık yapan kurum temsilcileri katılmıştı.  Böylece ülkemizin   potansiyellerimiz ortaya konulmuştu.  Programa yurt dışından da katılım vardı. Örneğin “evde eğitim (Home Education)” konusunun uzman Jarred Everette Thomson (ABD) Açık öğretim-ev okulu ve aile eğitimi modelleri masasına katıldı ve Amerikadaki uygulamayı anlattı. Sosyolog Prof. Dr. Ferid el-Attas’tan (Singapur Milli Üniversitesi Malay Araştırmaları Bölüm Başkanı)   bilimin İslamileşmesi konusunda çalışmalarda bulunan Malezya’daki İslam Üniversitesinin çalışmalarında bu konunun öncü isminden   dinlemiştik. Karma eğitime dair çalışma grubu raporunu meydana getirmişti. Nurettin Topçu’nun ortaya koyduğu model için de ayrı bir çalışma grubu rapor oluşturmuştu.[14]
Çalıştay çeşitli toplantı türlerinden  meydana gelen bir paket programdı esasen.  Amaç, eğitim ve bilim dünyamızda süregiden kopya ve taklitçiliğe dur demek ve eğitimi kendi ekseninde kimliğe ve medeniyet duruşuna sahip kılmaktı.   Bu toplantılarda eğitimde kendi referans sistemlerimizin kurulmaya başlanması ve ders kitaplarının ve eğitim materyallerinin kendi medeniyet anlayışımızla yeniden yazılması için imkânların bir araya getirilmesi ihtiyacı ortak ve öncelikli arzu idi.[15]  Bu çalıştayın arkasından bir dizi çalıştay türü istişari toplantılar başladı.  Bu toplantılarda alınan kararlardan birisi de yaratılış kongrelerinin başlamasına dair tavsiye kararları idi.
Peki, sonrasında kongreler nasıl  başladı, iş oraya nasıl gitti?
Zaman zaman medyada evrim ve yaratılışla ilgili açık oturumlar yapılmaktadır. Harran Üniversitesi’nde dekan ve biyoloji bölümü başkanı Prof. Dr. Hasan Akan’ın  (2016 yılı) ilahiyatçılar ve Milli Eğitim Müdürlüğü ile birlikte tertiplediği   bir panel programına davet edilmiştim. Oradaki bir toplantıda  yaratılışla ilgili müracaat edebilecek eserlerin bulunup bulunmadığı gündeme gelmiş;    müracaat kaynaklarının yokluğuna dikkat çekilmişti.  Bilimsel kaynak biriktirmenin emin bir yolunun     milletlerarası yaratılış kongreleri düzenlemek olduğu kararına varılmıştı. 
Üsküdar Üniversitesi ile Harran Üniversitesi böyle bir kongreye ev sahipliği yapabileceklerini bildirdiler. İlk kongrenin 2017 yılında Harran Üniversitesi’nde  yapılması uygun görüldü.
Bu kongrelerin ikincisi Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde, üçüncüsü  Iğdır Üniversitesi’nda, dört ve beşincisi Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde, altıncısı da Van Yüzüncü yıl Üniversitesi’nin ev sahipliğinde yapıldı.
Burada Üsküdar Üniversitesi kurucu Rektörü  sayın Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Harran Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Ramazan Taşaltın,  Atatürk Üniversitesi rektörü sayın Prof. Dr. Prof. Dr. Ömer Çomaklı, Dumlupınar Üniversitesi rektörü sayın Prof. Dr. Kazım Uysal’a, Iğdır Üniversitesi rektörü sayın Prof. Dr. Mehmet Hakkı Alma,  Van Yüzüncü yıl Üniversitesi rektör sayın  Prof. Dr. Hamdullah Şevli Bilimlerin Işığında Yaratılış Kongrelerine sahip çıkan öncü rektörlerimiz arasında bulunuyorlar. Kendilerine ve emeği geçen yardımcılarına teşekkür ediyoruz.
Erzurum’da üniversite bünyesinde bir grup akademisyen Bilimlerin Işığında Yaratılış Derneğini hayata geçirdiler. Ayrıca bir akademik dergi yayına girdi. Web siteleri teşkil edildi.
EVRİMİ TARTIŞMALI HALE GETİREN NEDİR?
Evrimi esas tartışmalı hâle getiren, onun evolüsyon karşılığı olarak kullanılmasındadır. Evrim bir türden bir başka türün ve dolayısıyla bu yolla, insan da dâhil bütün canlıların, silsile halinde birbirinden tesadüfen ve tabiatın eseri olarak ortaya çıktığını ifade eder. Bu görüş maddeyi ilahlaştırır. Bilimsel platformdan çıkararak ideolojilere âlet ederler. Bu yüzden evrim teorisi bilimsel bir teori değildir.   Darwinizm ve daha geniş manasıyla Evrim Teorisi, felsefî değerlendirmelerden yorumlardan ibarettir. Çünkü,   takip ettiği metot bakımından bilim kriterlerine ve kurallarına uymamaktadır. Ortada bir takım zorlamalar  ve kılıfına uydurmalar var. Konu tabu, hatta bir tür “din”  haline getirilmiştir ve herkesin bu dine biat edilmesi  istenmektedir.  Etmeyenler aforoz edilmektedir.
Halbuki bilimsel bilgi kendine has metotları sahiptir. Bilimsel bilgi sistemlidir,  artarak gelişir,  tutarlı ve denetlenebilir olmalıdır. 
Birçok fen bilimi gibi modern tıp biliminin de arka plandaki felsefesinin özü, her şeyin kör tesadüfler zinciri ve rastlantılar sonunu oluştuğunu öngörmektedir. Bu aslında  bilim değil sistematik bir felsefî görüştür ve bilim diye yutturulmaktadır. Evrim ve evolüsyon gerekçe gösterilerek felsefî  yorumlar “bilimsel bilgi” gibi sunuluyor. Böylece sistemli, tutarlı ve objektif olması gereken bilim  amacından saptırılıyor.
Bu kongrelere katılan yüzlerce bilim adamı, bilimin, gözleme ve deneye dayalı olaylarını incelerken, tamamen objektif olması, ideolojik görüşü savunma gayesinin içine girmemesi gerektiği konusunu yüksek sesle dile getiriyorlar. Yetkililere sesleniliyor. 
Bu seslere kulak veriliyor mu?
Geleceğimiz ve neslimizi kurtarmamız bu sese kulak vermeye bağlı. Niçin sesleniyorlar bu bilim adamları? Çünkü,  dışarıdan ithal/ kopya müfredatta eşyanın/varlığın sır ve hikmeti gizleniyor. O yüzden okul kitaplarından başlamak üzere her türlü yazılı, sesli ve görüntülü yayın, bizi, “gafil” bir nazarla kâinata bakmaya şartlandırmaktadır. Bilginin mekanik boyuttan malumat tek boyutlu açıklamaya bürünmesi  ile  eğitimin içi boşalıyor.  Bilgi, hikmete ve hakikata ulaşma vasıtası olmaktan çıkarılıyor bu şekilde.  Sadece   sınav için geçme aracı haline geliyor.  Daha vahimi,  ilimden irfana ve marifete giden yollar  kapanınca okullar eğriliklerin öğrenildiği, ahlaki yozlaşmanın mekanlar halini alıyor.   

YARATILIŞ KONGRELERİNDE ÖNE ÇIKAN KONULAR
Yaratılış  Kongrelerinde konuşmacılar ne talep ediyorlar tam olarak? 
Bu kongrelerin  bilimi maruz kaldığı  “işgalden” kurtarma çabaları ve onu layık olduğu “şerefli” konuma çıkarma faaliyetleridir diye düşünüyorum. Bu kongrelerde konuşmacılar  eğitimin kimliğe kavuşmasını, ders kitaplarının bilimsel muhtevaya ve derinliğe kavuşturulmasını talep ediyorlar. Bu kongrelerde bilimin materyalizmin ve ateizmin “malı” olmadığı anlatılıyor.
Bu toplantılarda din ile bilim birbirinin muhalifi değil, birbirine destek veren ve birbirine güç veren iki taraf olduğu anlatılmaktadır. Bu kongrelerde anlatılanları şu şekilde özetleyebiliriz:  Fen eğitiminin temel bir gayesi, insanı aldığı eğitim sonucunda kendisi için yaratıldığı ve tasarlandığı belli olan tabiatı doğru anlamaya vasıta olmaktır. İnsan her şeyden önce kâinat kitabının bir okuru haline gelmelidir. Zaten Kuran’ın ilk emri “oku”dur (Alak Suresi âyet 1). Hak dinle bilimin maksatları birleşmektedir. Fen bilimleri Allah’a ve inanca ait gerçekleri tanımanın aracı olmalıdır. Bilim; tekniğe, mesleğe ve hayata dair sorulara cevap ürettiği kadar dini hakikatleri anlamaya, insanın görüş alanını genişletmeye de hizmet etmekle mükelleftir. Bilimler, inanca, dini ve kültürel hayata dair sorulara cevap verdiği ve çözüm ürettiği ölçüde anlam kazanmakta, faydalı hale gelmektedir.
Bu kongrelerde bilim adamları şunu istiyorlar: Tabiatta her zaman şahit olduğumuz yardımlaşma, temizlik, iktisat, adalet ve denge, yüksek nizam ve düzen, sanatlı ve hikmetli yaratılış gibi hakikatler ders kitaplarında ana müfredat konuları haline gelmelidir. Bu hakikatlerin ders kitaplarına yansıması ile öğrenci “tabiatı” bir kitap gibi okumayı öğrenecektir. “Yeryüzü âyetleri”nin okumayı öğrenen 

öğrencinin ruhunda adı geçen hakikatler aynı zamanda ahlak ve meziyet olarak belirecektir. Yaratılanı Yaratandan ötürü sevme duygusu inkişaf edecek; böylece kendisine ve çevreye/canlıya saygılı, “çevreci” insan modeli; sözde değil özde ortaya çıkacaktır. Yaratılışta hayır, adalet, yardımlaşma, güzellik ve mükemmelliğin esas olduğunu ön gören tevhidî bir bilim felsefesi hükmettiği takdirde, araştırmalar bu mükemmel mekanizmanın sırlarını ve inceliklerini keşfetmeye odaklanacak ve insani kemâlatın ve marifetullahın önü açılacaktır.
Bu kongrelerde başka hangi konular öne çıkıyor? 
Gündemdeki  asıl konu, eğitimdeki materyalist felsefi bakış ve ideolojinin bilim diye sunulmasına karşı eğitimin objektifliğe kavuşturulması için çözüm yolları teşkil etmektedir.  Bu toplantıları esasen ders kitapları, belgesel tüm medya  ve yayınlara muhteva-mana ve derinlik kazandırılması için bir yol haritası arayışı  olarak da değerlendirebiliriz. Amaç, eğitim, medya ve bilim dünyamızda süregiden kopya ve taklitçiliğe dur demek ve eğitimi kendi ekseninde kimliğe ve medeniyet duruşuna sahip kılmak... 
Bu toplantılarda ders kitaplarının materyalist, seküler ve tek tipçi söylemlerinin bizi biz yapan değerleri yerle bir ettiği, bizleri hormonlu kişilere dönüştürdüğü bütün çıplaklığı ile ortaya konulmaktadır.  Bu toplantılar,  eğitimde kendi referans sistemlerimizin kurulmaya başlanması ve ders kitaplarının ve eğitim materyallerinin kendi medeniyet anlayışımızla yeniden yazılması ihtiyacı anlatılıyor.     
Çünkü okullarda okuduğumuz kitaplar bize bu âlemi ve içindeki varlıkları sahipsiz ve gayesiz olarak öğretir. Bu bakış açısına göre gökte bir Güneş vardır, ama onu oraya yerleştiren birisi yoktur. Güneşin orada olmasının bir amacı da yoktur. Bulutlar hareket eder, yağmur yağar, ama onu kimse göndermez, kendiliğinden ve hedefsiz bir şekilde gelir! Göklerde veya yerde var olan her şey ve cereyan eden her hadise, böyle başıboş ve hedefsiz bir şekilde anlatılır. İnsan ise amaçsız olarak dünyaya gelir, gelişmiş hayvanlardan bir hayvandır. 
DERS KİTAPLARI VE MÜFREDAT
Ders kitaplarının muhtevasına ve müfredat  konularına dair ne gibi çalışmalar oldu? 
Oldu evet.  2013 yılında yaptığımız Çalıştay sonrası konu iyice sahiplenildi.  Adeta dava haline geldi.  Muhtelif illerde/merkezlerde çalışmalar başlatıldı. Mesela onlardan birisi  Dr.  Şaban Odabaş başkanlığında bir vakıf bünyesinde  birlikte  organize etmeye çalıştığımız çalışmalar bunlardan birisi.  Profesör hocalarımız  Âdem Tatlı,  İsmail Kocaçalışkan,  Fatih Satıl,   Ali Alaş,   benim de içinde bulunduğum bir ekip bu çalışmaları organize etmeye çalışıyor. Biyoloji ve fen bilgisi, hayat bilgisi kitapları neşredildi. Planlanmış ve süregiden çalışmalar  var. Bu çalışmalara destek veren, ayrıca  değerler eğitimi ile de ilgilenen Hasan Aksüt’ ve İdris Demir hocaların gayretlerini de  belirtmeliyiz.
Bu çalışmalar niçin bu kadar önemli?
Çok şey ithal edilebilir, ama eğitim   ithal edilirse çok fena neticeler ortaya çıkar.   Eğitimin zehirli meyvelerini  hep birlikte müşahede ediyoruz. Topluma yabancı kimliksiz insan türeyiverir. Kendi iyi vatandaşlarınız yetişmez. Aşağılık kompleksi ile malul insanlar ortaya çıkar. Topluma yabancı, aidiyetsiz ezik özentiler bu eğitimin meyveleridir.  Çağımızın en etkili sömürü aracı eğitim sistemleri olmuştur.
Evet, İngiliz, Finlandiya İsveç, Alman eğitim metotları iyi olabilir. İyi olmasının sebebi şu: Onların maksadına uygun iyi İngiliz, iyi İsveçli, iyi Alman yetiştirdiği için. Bunda muvaffak olmuşlar.
Bir milletin terbiye metodu diğerine uygun gelmiyor. İngiltere'den aldığınız terbiye metodu ile İyi bir İngiliz uşağı yetiştirmeniz mümkündür. Ama kendi  insanınızı yetiştiremiyorsunuz.
İyi eğitim alanların bir çoğu İngilizce konuşup yazmaya, İngiliz gibi düşünmeye, onların memleketlerini sevmeye, onlar gibi yiyip onlar gibi içmeye özenti duyuyorlarsa, ülkesini ve değerlerini tenkit ediyorsa  bir sıkıntı var demektir. İngiliz sömürgeciliği böyle bir şey. Bir asırdır eğitimde Avrupa taklitçiliği ile gelinen noktanın özeti bu.  Afrika’da Fransız sömürgesi geçirmiş ülkelerde de Fransa özentisi görüyoruz. Günümüzün etkili sömürgeciliği   toprakları ele geçirmek üzerine değil. Eğitim sistemini ele geçirmek üzerine.

REFERANS VE DİPNOTLAR
[1]  Kongre linki için bakınız:  VI. Yaratılış Kongresi (yyu.edu.tr)
[2] SAYGILI, Serdar (2019), “Doğu ve Batı Düalizminde İslam Medeniyet Tarihinin Oksidentalist Düşünürü Fuat Sezgin ve Bilim Tarihi Anlayışı”, Temaşa dergisi, 10:10-31.
[3]  SEZGİN, Fuat (2011), “İslam’ın Bilimler Tarihindeki Yaratıcı Yerine Bir Bakış”, Adam Akademi, 1: 92-94.
[4] a) SEZGİN, Fuat (2012) “İslam, Bilim ve Teknoloji Tarihine Bir Bakış”, İslam Bilimler Tarihi Üzerine Konferanslar içinde, ed. Zeynep Berktaş-Tuğçe İnceoğlu, İstanbul: Timaş Yayınları.             b)  SEZGİN, Fuat (2010), Tanınmayan Büyük Çağ: İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi (ed. Resul Turan), İstanbul: Timaş Yayınları,
[5] KÜÇÜKPARMAK, Aykut (2019), “Fuat Sezgin’in Batı Merkezli Bilim Tarihi Eleştirisi”, Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Dergisi, 6 (42): 2576-2585.
[6] KORKMAZ, Tayfur (2009), 20. Yy. İslam Bilim Tarihi Çalışmaları George Sarton Ve Fuat Sezgin Örneği, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi) Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı İslam Felsefesi Bilim Dalı, İstanbul.
[7] Müslümanların 12. Asırdan itibaren bilimde motivasyonlarının zayıflaması üzerine   çalışmalarda bulunan   Şakir Kocabaş “İnterdisipliner” çalışmaların öncülerinden biridir. “İfadelerin Gramatik Ayrımı”, “İslam’da Bilginin Temelleri”, “Fizik ve Gerçeklik” ve “Anlamlılık Üzerine” adlı kitapları vardır.  Çalışmalarının   merkezinde “gramer analizi” yer almaktadır. Yapay zeka alanında “Bilginin İşlevsel Sınıflandırılması: Bilimsel Araştırma ve Buluşlar Üzerine Uygulamalar” başlıklı doktora çalışması tüm dünyada ilgi odağı olmuştur.Şakir Kocabaş, Müslümanların düşünce sorunlarının temelde kavram kargaşasından kaynaklandığını farkederek  bir dizi çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarda Müslümanların   bilimde motivasyonu kaybettiği sorusuna cevap aranmaktadır.    Çalışma sonuçlarının bir kısmını Divan dergisinde çıkan makalelerinde   yer almaktadır. Ayrıca çalışma sonuçları  İslamda Bilginin temeller adlı  kitabında yayımlamıştır.  (Şakir Kocabaş, İslamda Bilginin Temelleri, Küre Yayınları)
[8] Bir yazıya baktığımızda dikkatimizi harflere ve kâğıda değil, harflerin birleşmesinden ortaya çıkan “manalara” yöneltiriz. Yazılmış bir mektup gibi düşündüğümüz varlığın manası, ilahi isimlerin yansıma ve tecellileridir ve “bilimsel gerçekler” aslında Allah’ın “Hak” ismine işaret eder. Mana-yı Harfi metoduna göre özellikle fen bilimlerinin kaynağı Allah’ın ‘Hakim’ ve ‘Alim’ isimleridir. “Tevhid” “iki başlılığa” izin vermemektedir.Hâlbuki materyalizme ve ateizme alet edilen bilim dikkatleri manaya değil, harflere yöneltmektedir.
Mânâ-yı harfî; olaylara HAK isminin gözlüğü ile bakabilmektir;  hakikati ve özü ile görmek; eşyaya/varlığa hakikat, hikmet, fıtrat, fazilet vb. boyutlarını görebilmektir. Hz Ali’nin dediği gibi“ben eşyaya, varlığa baktığımda ilk önce Hakkı, Hak tealayı. Sonra varlığı”. 
Kuran birçok ayeti ile insanı, kâinatı bir kitap gibi okumaya davet eder ve “Yaratılış Sırlarını” anlamaya çağırır. İşte o ayetlerden ikisi:
“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Casiye/13).
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) ALLAH’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler: Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmran, 191).
[9] Kongre programı için bakınız:  1666121434_VI_ULUSLARARASI_YARATILIS_KONGRE_PROGRAMI_2022..pdf (yyu.edu.tr)
[10] Kitabın tanıtımına dair bir link : http://youtu.be/KQxiJFnlbzQ
[11] Necati Aydın, Said Nursi ve İslam’da bilim: Said Nursi’nin mana-i harfi ile karakter inşası (2019),  7, 335 – 350.
[12] İlgili faaliyetler için enstitünün web sayfası incelenebilir: Institute of Integrated Knowledge IIK (iiknowledge.org)
[13] Evrim Teorisi İlmi Gerçekler | Vehbi DİNÇERLER (vehbidincerler.com.tr)
[14]  Bu çalıştaya dair bir değerlendirme yazısına şu linkten ulaşılabilir:  ÇALIŞTAY TARİHİ BİR GÖREV YAPTI ! – Osman Çakmak (osmancakmak.net)
[15] Eğitimde Paradigma Dönüşümü Çalıştayına dair haber linkleri: 
Eğitimde Paradigma Dönüşümü (Panel ve Çalıştay) - Üsküdar Üni (uskudar.edu.tr) (Program)
Eğitimde Paradigma Dönüşümü Çalıştayı düzenledi - Üsküdar Üni (uskudar.edu.tr)
T.C. Tuzla Belediyesi Resmi Web Sitesi : Eğitimde Paradigma Dönüşümü Çalıştayı Tuzla’da Gerçekleştirildi
Eğitimde Paradigma Dönüşümü Sempozyumu (risalehaber.com)
Aydınlar, bakan Avcı’yı karma eğitim araştırmalarını ciddiye almaya çağı - Yeni Akit