Kitaplar da en az inançlı insanlar kadar tehlikeliydi. Her ikisi de içlerindeki bilgiyi dışarıya aktarabilir, başkalarını zehirleyebilirdi. Bu adeta sari bir illet (salgın hastalık) gibi bulaşmaya başlayınca, artık önünü almak imkansız hale gelebilirdi. Öyleyse bu insanları nasıl cezalandırmak gerekirdi? Zindan, işkence, kürek cezası, idam veya kafasını kesmek çare olabilir miydi? Hayır, hayır! Bunlar sadece cismani cezalardı. Halbuki ruhlarını şeytana satanları (!) farklı şekilde cezalandırmak gerekirdi. Kitapların da aynen insanlar gibi ruhları vardı. 

Öyleyse bunlara en uygun ceza şuydu:

Kitapları da insanları da YAKMAK! 

Hem de diri diri YAKMAK! 

TARİHTE İLK KİTAP YAKMA

Tarihte ilk kitap yakma olayını hiç merak ettiniz mi? Yapılan araştırmalara göre ilk yakılan kitap Tevrat'tır. Babil Kralı Nabukadnezzar (Buhtunnasr) M.Ö. 6. Yüzyılda Filistin'i işgal ederek, Yahudilerin elinde bulunan Tevrat'ın yazma nüshalarını toplatıp yaktırdı. Herkes artık Museviliğin yok olduğunu zannederken, yüz sene sonra bir peygamber (Üzeyir A.S. olabilir) hıfzında olan Tevrat'ı yeniden yazdırdı.

İslam dünyasındaki en büyük insan ve kitap katliamını ise Moğollar yaptı. Zalim Cengiz Han'ın torunu Hülagu, 1258 yılında işgal ettiği Bağdat'ta yüz binlerce kitap ve insanı katletti. Kitapların bir kısmı yakılırken kalanı da nehre atıldı. Dicle nehri bir hafta mürekkep siyahı rengiyle, bir hafta da kan kırmızısıyla aktı. Sadece Müslümanların değil bütün insanlığın yüzyıllık ilmi birikimi, el emeği, göz nuru, paha biçilmez eserleri birkaç hafta içinde yok olup gitti.

Avrupa'nın yüz karası Engizisyon ise, İspanya'daki insan ve kitap katliamını kendine vazife kabul etti. Katoliklere göre, baskıyla Müslüman olan İspanyolların tekrar atalarının dinine dönmeleri gerekiyordu. Bu yüzden başta Kur'an olmak üzere bütün kitaplar toplatılıp yakılmalıydı. Tefsir, hadis, fıkıh, kıraat, edebiyat ve tarih kitaplarına el konulmalıydı. Hatta Matematik, Kimya, Tıp, Astronomi, Felsefe, Mantık kitaplarının içinde de zararlı fikirler bulunabilirdi. En iyisi Arapça yazılmış olan ne varsa hepsini toplatıp yakmalıydı.

İNSANLAR VE KİTAPLAR YAKILDI

1492’de son Gırnata Sultanı Ebu Abdullah; Elhamra Sarayı’nın anahtarlarını Katolik Krallara teslim edince, Talavera ve Ximenes gibi piskoposlar hedeflerine öncelikle dönme dedikleri bu Müslümanları koydular. Gerçi onlar için Arap, Berberi veya İspanyol olmaları çok ta önemli değildi. Bu insanların Müslüman olmaları Engizisyona gitmeleri için yeterli sebepti.

Kraliçe İzabella, Müslümanların ikna yoluyla Hıristiyan olmalarını sağlamak için önce Hernando de Talavera’yı başpiskopos yaptı. Talavera toplantılar düzenleyerek Müslümanlara Hıristiyanlığı anlatmaya çalışıyor, kendine bağlı misyonerlere de Arapça öğrenmelerini tavsiye ediyordu. Böylece Müslümanlar kısa zaman içinde Hıristiyanlaşacaklardı. Fakat tahmin edilen başarı elde edilemeyince, daha sert tedbirler almak üzere 1499 yılında Tuleytula Başpiskoposu Francisco Ximenez de Cisneros göreve getirildi.

Ximenez’in ilk işi Müslümanlara ait kitapları toplatıp yaktırmak oldu. 1501’de çıkarılan Kraliyet Fermanına göre, fakihler ve halk ellerindeki bütün Arapça kitapları teslim etmek zorunda kaldı. Kitapların muhtevası, dini olup olmadığı önemli değildi. Toplanan binlerce kitap Gırnata meydanında halkın gözü önünde yakıldı. Zaten Engizisyon diri diri insanları meydanlarda yakarak cezalandırıyordu. Kendi düşüncelerine göre, bedenini yakarak suçlunun ruhunu arındırmış oluyorlardı. Bu insanlık dışı cezadan kitaplar da nasibini almış, yüzlerce yıllık medeniyet ve ilim hazineleri birkaç saat içinde kül olmuştu.

13 BİN KİŞİ DİRİ DİRİ YAKILDI

Papalık tarafından İspanya Engizisyonuna gözlemci olarak gönderilen rahip Lorenzo, sadece 1481-1517 yılları arasında ülke genelinde 13.000 kişinin diri diri yakılma cezasına mahkum edildiğini tesbit etmişti. 1808'e kadar, 31.912 kişi diri diri, yakılmış, 291.450 kişiye de başka cezalar verilmişti.
Bağnaz Katolikler, insanların inançlarını değiştirmek için akla gelmedik yollar deniyorlardı. Önce Müslümanlara silah taşıma yasağı getirildi. Daha sonra şehirlerden köylere göç etmeye zorlandılar. 

Bu metotlar istenen sonucu vermeyince, bir dizi yasak kararı alınarak, tatbik edilmeye başlandı. Artık Engizisyon Mahkemesi devreye girerek yasakları çiğneyen kişilere en ağır cezaları veriyordu. Arapça konuşmak, kitap bulundurmak, eğitim yapmak kesinlikle suçtu. Erkek çocukların sünnet edilmesi, Cuma günü tatil yapılması, kadınların İslami kıyafet giymesi yasaklandı. Hamamlar yıkıldı, cami ve medreseler ile İslami usullere göre kesim yapan mezbahalar kapatıldı.
1524’ten itibaren yeni doğan Müslüman çocuklarının kilisede vaftiz edilme mecburiyeti getirildi. Ramazan’da oruç tuttuğu, domuz eti yemediği, Cuma günü evinde ibadet ettiği, odasında haç bulundurmadığı tesbit edilenler, Engizisyon Mahkemesine sevk ediliyordu. Parasına ve malına el konma, ömür boyu kürek mahkumiyeti ve diri diri yakılarak öldürülme gibi cezalar veriliyordu.

ASHABÜL-UHDUD

İslamiyet'ten önceki devirlerde inançlı insanları dininden döndürmek için hendeklere atarak yakmışlardı. Çıra ile tutuşturdukları ateş dolu hendeklere Allah’a inandıkları için müminleri atan ve hendeğin etrafında oturup onları seyreden kimselerden “kahrolsunlar” diye bahseden Kur'an-ı Kerim'in Büruc suresinde, bu olay şöyle anlatılıyor:

1. O burçlarla süslü göğe
2. ve o (mü’min ve kâfirlere) mev’ud (va’d ve tehdit) olan güne
3. ve şahitlik edene ve şahitlik edilene yemin olsun.
4. o hendek sahiplerine lanet edildi,
5. o çıralı ateşin sahiplerine.
6. o vakit ki (onlar, ateş) üzerine oturmuşlardı,
7. mü’minlere yaptıklarına karşı şahit de oluyorlardı.
8. Onlara, yalnız Azîz-Hamid olan Allah’a imân etmelerinden ötürü kızıyorlardı
9. ki, bütün göklerin ve yerin mülkü O’nundur ve Allah her şeye şahittir.

NEMRUT'UN TORUNLARI

İnsanları diri diri ateşte yakmak Nemrut'tan kalma bir adetti. Hz. İbrahim'i (A.S.) yakmayan ateş, Nemrut'un torunlarının elinde bir silaha dönüştü. İnsanları yaktılar yetmedi. Fikirlerini yok etmek için kitapları yaktılar. Fakat yanan sadece kağıtlardı. Düşünceler, inançlar asla yakılamazdı.

"Tavkul-Hamame" (Güvercin Gerdanlığı) şairi Endülüslü İbn Hazm, kitaplarını yakanlara bir şiirle şöyle karşılık veriyordu:

Hey! Bırakın yasakçı kitap yakmaları,
Varsa aklınız, yapın bakalım ispatları,
Yoksa gidin cahiller medresesine,
Allah’ımı şahit tutarak diyorum ki ben hepinize,
İlimle sizin aranızda kalın bir perde var perde,
Benim fikirlerim seyahat ediyor her bir yere,
Hayatın bineklerinin beni götürdüğü yerlere
Yakabilirsiniz onca kâğıtları elbette sizler,
Ama yakılamaz kâğıdın taşıdığı düşünceler,
Hele beynimdekilere hiçbir el asla değemez.
(Roger Garaudy, Endülüs'te İslam)