“Evet, biz eskiden eskiden, su içerdik desti’den..”

Ne güzel bir sağ, bir de sol vardı. Soğuk savaş yılları idi. Ölecek belli, öldürecek belliydi. İcabında aynı tabanca ile sağ kahvehaneler de sol kahvehaneler de  taranırdı. Aynı kişi sağ ve sol biriyi yazar, sonra iki ayrı kişi bu bildiriyi okur, iki farklı gazetenin aynı bordrodan ikinci maaşını alan gazetecileri o bildirileri uygun şekilde yorumlar, hedefteki muhtemel kişinin neden ve nasıl ortadan kaldırılması gerektiğinin fikri zeminini hazırlardı.

Ne günlerdi o günler.

Tek parti döneminde zaten her şeye “tek adam” karar veriyordu. O öldü ya da öldürüldü, yerine gelen 2. adam onun yerine geldi. Miss, “öküz Anadolular” (!?) tarlada çalışacak , askere gidecekti. İcabında “ucuz asker”imiz (!?) “ihraç malı” olarak Kore’ye gönderilecekti. Sivil topluma gerek yoktu, Çünkü Komünizm gerekiyorsa onu da, milliyetçilik gerekiyorsa onu da aynı “kadro” getirecekti. Fevzi Çakmak bu zihniyet tarafından Komunist Partisi kurucusu yapıldı. Halkevleri ya da Türk Ocağı aynı zihniyetin ürünü idi. Moiz Kohen, Kemalist-Türk Ulusçuluğu’nun fikir babası olacaktı, Türkçe Agop Dilaçar’a emanetti, Türk Ocağı’nın ana sponsoru Lazaro Franco'ydu. DP’yi de CHP’nin rahminden sezeryanla almadılar mı? Bizim tarihimiz hep “dün dündür, bugün bugün”le geçti. “Halife ve Hakan efendimiz” diye Ankara’dan İstanbul’a mektup yazanlar, gün geldi, kendini Samsun’a gönderen o kişileri yurt dışına sürgün etti. Bu işler böyledir. Gün geldi Komunist Partisi kurdular, Çanakkale’de savaştıkları ile komünist devrim sonrası yoldaş oldular. Taksim anıtında Rus generalin heykelini diktiler. Yunan’ı denize dökenler (!?), rakıyı içince “Yunanla kardeş olduklarını” anlamadılar mı? Halbuki, daha sonra Hitler ile kanka olacaklardı. “Eskiyi unut / Yeni yolu tut / Gençliğe umut / Sen ol çocuğum”.. Sahi Boraltan Katliamı'nı nasıl unutturdular insanlara.

Bir başkadır benim memleketim. Sonuçta birileri “vur” diyince vuruyor, “öl” deyince ölüyor. Dün dündür, bugün bugün. “Kimse bana tek parti döneminde bunlar oluyor dedirtemez!?''

İcabında hatimler indirerek meclis açar, sonra da o mecliste dini irtica diye damgalayıp, kamusal alana girmesini yasaklarız. İstiklal Marşı’nda “O ezanlar ki dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde inlemeli” diye yazar da, o ezanı okuyanı inletmediler mi bir dönem.

Ufuk Uras Twitter’den şöyle yazmış: “2. Wilhelm'in ajanı simsar Parvus Efendi, Enver ve Talat'ı kandırarak Osmanlı'yı Almanya saflarında 1. Dünya Savaşı'na sokan kişidir. Parvus, yine Wilhelm'i ikna ederek, Lenin'in Çarlık Rusya'sına trenle gönderilmesini de örgütlemişti. Memleket bu Parvuslarla kaynıyor, aman dikkat”.

Siyaset meydanında eskiden beri bu işler böyle döner. Parvus Osmanlı'yı mı, Osmanlı Parvus'u mu? Yoksa 2. Wilhelm mi Parvus'u kullanır, yoksa başka bir güç mü? Pek belli olmaz. Çünkü bu piyasada kimin eli kimin cebinde belli değildir. Alaksandr Pavrus İstanbul'da sosyal demokrasi pazarlıyordu, bir dönem.

Cem Gürdeniz de sosyal mediada “NATO üyesi olmadan bir yıl önce Yardım Heyeti Başkanı Tuğgeneral Robert Cannon’un Genelkurmay Başkanlığı'nın iç atamasına müdahalesinin evrakı. 72 yıl önce küçük Amerika sevdasının ülkeyi getirdiği acıklı ve bağımlı durum” diye yazmışta, her darbeden sonra ABD darbeciler eli ile bakanların çoğunu, başbakanları kendileri atamadılar mı? Muhtıralarla politika dayatmadılar mı? Laiklik, cumhuriyetin temel ilkeleri ve demokrasi, Atatürkçü maskesi ile yapılan darbelerde ara rejim hükümetlerinin çoğu mason, Atatürkçü ve laikçi geçinenler değil miydi? Tek kapatılmayan dernek mason locaları değil miydi?

Sahi, Ümit Özdağ’ın bahsettiği portakal kasası hikayesi ve o araçtaki 4 kişiden 2’si “daha sonra milletvekili oldular” dediği kişiler kim?

Breh, breh, bireh!.. Özdağ demiş ki; ''Bütün Kemalistler ve milliyetçiler ordudan tasfiye edilene kadar benim görevim bitmeyecek' dediğini biliyorum. Kim olduğunu biliyorum" (…) "Senin kim olduğunu biliyorum adam! Bizim de görevimiz, Atatürk'e verdiğimiz söz senin gibi asker üniforması giymiş alçaklar Türk ordusundan atılıp hapse girene kadar devam edecek." kelimeleri çenesine mermi gibi dizmiş. Bu sözlerin arkası gelir.

Zaten Bahçeli'ye karşı da bayrak açmış durumda. Türkeş üzerinden yürüyor. “Sayın Bahçeli, sen önce Olcay’ı, Ulvi’yi ve Semih’i savcıya yolla, gerekirse ben de giderim” diyor ve “Gölbaşı’nda ‘portakal sandıklarında yakalanan silahlar soruşturması’nı yürüten savcıya” gönderme yapıyor.

Nasuh Mahruki de demiş ki, “Babacan ve DEVA Altılı Masa'yı düpedüz dağıtmaya çalışıyor. Yeni anayasadan Türk kelimesini çıkarmak istiyor. Devrim kanunlarını yeniden gözden geçirmemiz lazım. Cemaat, tarikatlar yapılanabilmeli filan diyor. Bu Cumhuriyet düşmanına Altılı Masa'da yer var, Ümit Özdağ'a yok. Pes!” Birileri Davutoğlu’na bindiriyor.. Gücü yeten yetene! Onlar da geçmişin defterlerini açmaktan söz ediyorlar ama, henüz başlamadılar.

Manzara bu olunca ben derim ki, bu siyaset cephesinde bir genel seferberlik ila sözkonusu. Görünen o ki yedekleri de çağırmışlar. Bundan sonrası ne olur bilemem ama, herşey mümkün. Bir şey olmazsa, bu dehşet dengesindendir. Bahçeli-Özdağ restleşmesi sert geçeceğe benziyor. Özdağ siyasi mücadelesini bu şekilde bir gerilim stratejisi üzerinden sürdürüyor. “Keskin sirke politikaları” genellikle hem uygulayana, hem de karşıtlarına verdiği zarar beklenenden fazla, sağaldığı fayda da beklenenden az olur. Ne yazık ki, bu gibi durumlarda, “güzel söz ve hikmet” ile Hakka davet bir kenara bırakılır. Onun yerini Öfke alır. “Öfke baldan tatlı” olur böyle zamanlarda. Düşmanlarına karşı ise adaletli olmak şöyle dursun, intikam duyguları ile hareket ederler.

Eskiden piyasa NATO’ya CENTO’ya bağlı idi. FED, LİBOR, CIA, PENTAGON üzerinden manipüle edilirdi. ABD, İngiltere, İsrail, Fransa, Vatikan, Rusya ve Çin filan vardı. Bugün ne bir tek ABD var, ne AB, ne de İngiltere var. Herkes birbirine girdi. Bunların hepsinin de içimizde, bölgemizde uzantıları var. Bu da bugün işin içinden çıkmanın ne kadar zor olduğunun bir göstergesi.

Bu gidişle gelecek günler, geçmiş günleri aratacağa benziyor. Allah şerlilerin şerrinden salihleri muhafaza etsin. Eğer ıslah olmayacaklarsa, bunları da, bunlara yardım edenleri de, onların peşinden gidenlere musallat etsin.

Selam ve dua ile.