Daha önce kaleme aldığım bir yazıda belirtmiştim. Tekrar etmemde bir beis yok. Çinliler birine sağlam bir beddua etmek istediklerinde "tuhaf zamanlarda yaşayasın" derlermiş. Hakikaten tuhaf kavramına rahmet okutacak zamanların sakinleri olmaya devam ediyoruz.

Dünyada olup bitenleri izleyerek anlamaya çalışmak, hadiseler arasında bağlantı kurarak maksadı enselemek gittikçe zorlaşıyor. Herşeyin herşeyle bulamaç edildiği bir kazandan, idrak kepçenize ne geleceğini bilemediğiniz için boşver karıştırma modunda ayak sürümeye devam ediyorsunuz değil mi? Evet! Cümbür cemaat insanlık ayak sürüyor!

Dünyada olanlar dedik ya! Olanların, görünürlük ve tanımlanırlık usulü epey değişti. Niçin böyle bir savım var? İzah etmeye cüret ve çaba göstereyim:

Aklım erdiği günden beri hadiseleri TV, gazete ve dergiler vasıtasıyla yakından takip ederim. Bir nirengi noktası olması bakımından, o yıllarda haber bültenleri İran-Irak savaşına dair sunumlarla başlardı diyeyim; anlayın ne kadar uzun bir sürecin kişisel tahlilini yaptığımı. 

O yıllarda da gelişmeler -klişe tabirle- manipülatif ve bol krema soslu idi. Fakat günümüze kıyasla kendi mantığı bakımından daha tutarlı, acaba kelimesini kullandırmamak adına hayli ince işçilik sarf edilen ve keçiboynuzu içindeki şeker kadar da olsa gerçek kırıntıları barındırırdı. Bunun en büyük ispatı yıllar sonra ayan olan puslu noktalara vakıf olununca "vay be!" çekerek kurulan cümleler olsa gerek.

Halbuki zamanımızda, zıtların kardeşliğini de geçen bir meşrep üzere dönüyor dünya! Olduğu gibi değerlendirme yapmak, külliyen yanılmanın keskin bıçağıyla yüzüyor akıl derimizi! Tersinden okuma yaptığınızda, çoğunlukla taşlar oturuveriyor yerine. O vakit, ne inciler (herzeler mi desek?) çıkıyor dalınca fersah fersah derine!

Tersinden okumaların, gerçeği kulağından yakalamada işe yararlığını örnekleyelim usulca:

Mesela büyük büyük (?) devletler, herhangi bir coğrafyaya demokrasi, insanlık, özgürlük, adalet götüreceğiz diye açıklama yaptığında; peşinden milyonlarca insanın ölümüne, yerinden yurdundan edilişine şahit oluyoruz. Demek ki yukarıda zikrettiğim süslü ve hiç kimsenin itiraz edemeyeceği kavramların aslında, zulüm, katliam, kaos, sürgün, işgal ve yok etme manasına kullanıldığını anlıyoruz.

Başka bir misal:

İki devlet görüşme sonrası açıklama yaparken, "çok verimli bir toplantı oldu, bir çok konuda mutabık kaldık, güçlü müttefikliğimizi devam ettiriyoruz" dediyse mutlaka kapalı kapılar ardında "papaz oldukları" hükmünü rahatlıkla verebiliriz. Ya da tam aksine görüşme sonrası birbirlerine demediklerini bırakmamışlarsa "işlem tamam" şeklinde anlayabiliriz.

Küresel finans çevreleri pembe açıklamalar yapıyor ise bilin ki kapıda ciddi bir kriz var. 

Barış merkezli sözler dolaşıma olduğundan fazla sokuluyor ise bunu savaşın ayak sesleri olarak yorumlayabilirsiniz. 

Sözün özü yaşadığımız dünyada, hayır demek aslında evet demek! 

Şapkayı ters giydirmek, uluslararası diplomasi denilen illüzyon çarkının alamet-i farikası! 

Yalanı doğru gibi pazarlamak hüner(!), bu yolla inşa edilmiş algıyla kolektif bilinci ambale etmek sanat(!) ve hakikati savunurmuş gibi yaparken hakikati ipe çekmek vakay-ı adiye!

Bu çarpıklığa yakayı kaptırmamak için, fert fert emredildiği gibi dosdoğru olmaya azmetmekten başka çaremiz yok!
Peki bu nasıl olacak?

Yapmamız gerekenleri yapacağız, gücümüz kudretimiz buna kifayet etmiyor ise yapmamamız gerekenleri yapmayacağız. Her iki seçenekte de tersyüz edilmiş herşeye kapımızı kapatmış oluruz. 

Yalnız kalırsın diye vesvese veren şeytana kulak asmayın!

Allah yeter!