8 asırlık muhteşem Endülüs Medeniyeti, 2 Ocak 1492 günü Elhamra'da okunan son ezanla nihayete ermişti. Endülüs'ün son devleti Beni Ahmer, 250 yıl Gırnata ve civarında hüküm sürmüş, Sultan Ebu Abdullah Elhamra'nın anahtarlarını Katolik Krallar'a kendi eliyle teslim etmişti. Gözyaşı Tepesi'nden Elhamra'ya son defa bakıp hüngür hüngür ağlayan Ebu Abdullah'a annesi Ayşe Sultan: "Erkekler gibi savunamadığın ülken için şimdi kadınlar gibi ağla" demişti.
***
Ezan, en önemli İslâmi şeairdir.
Ezan, tevhid ve risaletin âleme ilanıdır.
Ezan, istiklal ve hürriyetin vazgeçilmez şartıdır.
Merhum şairimiz Mehmed Akif'in dediği gibi:
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

İSLÂM TARİHİ'NDE İNİŞ ÇIKIŞLAR  

İslâm tarihi ilkler, sonlar, çöküşler, dirilişlerle doludur! Müslümanların bu derin buhranlarda elbette hata payı büyüktür. Fakat netice itibariyle yaşanmış bütün hadiseler, İlahi kaderin tecellileri ve Rabbani hikmetin sırlarıdır. 

İslâmiyet cadde-i kübradır. Patikalara, çıkmaz sokaklara sapan, yolunu şaşıran Müslümanlar, Allah dostlarının irşadıyla yeniden ana caddeyi bulabilmiştir. Ümidini kaybedenler ise doğru yola asla ulaşamamıştır. Müslümanları iki şey buhrana sürüklemiştir. Biri içimizdeki fitne, diğeri dışarıdaki düşmanlık. 

Fitnenin kaynağı, nifak, menfaat, fısk ve gıybettir.

Düşmanlığın kaynağı, dalalet, küfür, şirk ve isyandır.

İslâm Tarihindeki çok büyük fitneler, içteki çekişmeler sonucunda başlamış, çok büyük tahribatlara yol açmıştı. Kerbela Faciası, Hicret'ten sadece 61 sene sonra Müslümanlar arasında büyük uçurumlar meydana getirmişti. Emeviler, hilafeti saltanata dönüştürüp İslâm adına en büyük zulümleri işlemeye başlamıştı. 8. Emevi halifesi olan Ömer bin Abdülaziz'in, Hulefayı Raşidin'in yolunda yürüyüp İslâm'ı yeniden asrı saadet'teki safiyetine döndürmesi, İlahi adaletin bir tecellisiydi.

DÜŞMANLARIN TASALLUTU

Dışarıdaki düşmanların tasallutu, birlik ve beraberliğimizi sağlayan, bizi gayrete getiren ve potansiyel gücümüzü açığa çıkaran bir motor vazifesini görmüş. Tabii bu tecrübeler çok acıları, üzüntüleri ve sıkıntıları da beraberinde getirmiş. Fakat hidayet yolunun rehberleri, Müslümanları içine düştüğü sıkıntılardan kurtaracak reçeteleri yazmışlar. Yaşanan koyu karanlık gecelerden nurlu sabahlara, dehşetli fırtınalardan engin sükunete ulaşmışlar.

15 Temmuz 1099 tarihinde Mescidi Aksa'da Kudüs'ün son ezanı okunmuştu. Müslümanlar ihtilaf, menfaat ve siyasi çekişmelerinin cezasını canlarıyla ödemişti. 70 bin şehidin akan mübarek kanları da onları uyandırmamıştı.

Sonunda bir yiğit çıktı. Gayesi sadece Allah rızası idi. Az yedi, az uyudu, hiç gülmedi. Kahkaha atanlara, tıka basa yiyip içip, dertsiz tasasız uyuyanlara hayret ediyordu. "Müslümanlar bu kadar duyarsız ve şuursuz olabilir mi?" diyordu.

İnsanları yeniden İslâm'ın güzellikleriyle buluşturdu. İdarecilere İslâm'ın izzetini hatırlattı. Resulullah'ın (s.a.v.) mübarek sancağını açtı. Tevhidin birlik ve beraberliği nasıl emrettiğini herkese öğretti. Bu yiğit Selahaddin Eyyubi idi.

88 yıl sonra Mescidi Aksa'da yeniden ezan sesleri yükseldi. Allah'ın yüce adı, Resulünün şanlı ismi semada yankılandı.

DOĞUDAN GELEN AZGIN SEL

1220'de ise o güzelim Türk İslam şehri Buhara'da son ezan okunmuştu. Bir büyük sel, bir çekirge sürüsü, Ye'cüc Me'cüc benzeri bir kavim, önüne gelen her şeyi yakıp yıkıp geçiyordu. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş koymuyordu.

Sayıca çok daha üstün olan Müslümanlar, bölündü. Her şehir kendisini müdafaa etmeye çalıştı. Cengiz Han'ın istediği de zaten buydu. Hepsini birer birer işgal etti. Semerkant, Taşkent, Buhara'da ezanlar sustu. 

Harizmşahların son sultanı Celaleddin'e babasından ne devlet, ne taht, ne de ordu kaldı. Sadece bir saltanat kılıcı kuşandı. Her şeye yeniden başladı. Moğolların önünde yıkılmaz bir set oldu. Yıllarca İslâm âlemini ve Anadolu'yu istiladan korudu.

Müslümanları düşman mağlup edemiyordu. İhtilaf ve tefrika onların en büyük düşmanıydı. Sonunda Anadolu Selçukluları ile Harizmşah devleti karşı karşıya geldi. Biri galip, biri mağlup oldu. Asıl galip ise Moğollardı. Zalim Cengiz'den daha zalim torunu Hülagu, İslâm ülkelerini ezdi geçti. Beş asırlık Abbasi Halifeliğini yıktı. 1258'de Bağdat'ta son ezan okundu. Yüz binlerce insan ve kitap katledildi.

Ardından sıra Selçuklu'ya geldi. 1243 yılındaki Kösedağ hezimeti büyük bir buhranın kapısını açtı. Anadolu'nun birçok şehrinde ezanlar sustu. Her yeri yakıp yıkan Moğol sürüleri, insanları maddi ve manevi büyük bir bunalıma sürükledi. Devlet ve yöneticiler bu konuda aciz kaldı. İnsanlar bir kurtarıcı beklemeye başladı. Bu beklenen, maddi güce sahip silahlı bir kurtarıcı değildi. Bu beklenen gönüllerin sultanı, ruhların mürebbisi, maneviyatın hükümdarıydı. İlahi kader onu ta Belh'ten alıp buralara kadar getirmişti. Anadolu halkına efendi olsun diye. Konyalılar ve bütün Anadolu ona efendimiz demişti. Yani Mevlânâ.
Yanık gönüllere su serpmiş, sönmüş ümitleri canlandırmış, yeniden dirilişin kıvılcımını çakmıştı. Sözleri çevresini aydınlatırken, Mesnevi'si çağların ötesine taşmıştı. Tarihin bir büyük badiresi daha Allah'ın izniyle atlatılmıştı.

BUHARA'NIN MANEVİ DİRİLİŞİ

Adı daima Buhara ile anılan bir maneviyat büyüğü idi. Hacegan yolunun takipçisi, Abdülhalık Gucdüvani'nin manevi müridiydi. Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin'in şehirlerinin manevi koruyucusu olduğuna inanan Buharalılar, ona “Hace-i bela gerdan” (belayı uzaklaştıran hoca) demişlerdi. 

Buhara gibi Türk İslâm dünyasının ilim, fikir ve maneviyat merkezi olmuş bir şehrin, istilacılar tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra yeniden kurulması ve tekrar eski hüviyetine kavuşması Şâh-ı Nakşibend gibi velayet sahibi kimselerin sayesinde mümkün olabilmiştir.

Kaderin acib cilvesine bakın ki, Türkistan'da İslam medeniyetini yok eden zalim Cengiz'in soyundan gelen Çağatay Hanı Mübarek Şah Müslüman oldu. Daha sonra Barak Han, Kebek Han ve Tarmaşirin gibi Çağatay hanlarının zamanında İslamiyet Moğollar arasında yayılmaya başladı.

13. Yüzyıldaki Moğol istilasının; Orta Asya, Anadolu ve İslâm aleminde yol açtığı büyük yıkımdan sonra Nakşibendilik, Müslümanların kalp ve ruhlarındaki derin yaralara merhem olmuştu. Mevlânâ; Konya ve Anadolu’daki Müslümanları Moğol istilasının manevi tahribatından nasıl korumuş ise, Şâh-ı Nakşibend de Türkistan ve Maveraünnehir’de benzer bir ihya ve diriliş hareketini başlatmıştı.

ULUCAMİ'DE 500 YIL OKUNAN EZAN SUSTU

500 yıl boyunca minarelerinden okunan ezanın bir gün olup susacağı kimin aklına gelirdi? Buna kim inanırdı? Herkes rahat içindeydi. Hıristiyanlardan alınan toprakların gerçek sahipleri olmuşlardı. İber Yarımadası artık İspanya değil Endülüs diye biliniyordu. Aradan beş asır geçmiş, bu coğrafyaya iyice yerleşmişlerdi.
Fakat düşman uyumuyordu. Yüzyıllarca içlerinde biriktirdikleri kin ve nefrete bir isim bile takmışlardı. Reconquista diyorlardı, yani yeniden fetih. Onların da idealleri vardı. Her türlü sıkıntıya göğüs gerip bu ideal uğruna mücadele ediyorlardı.

Müslümanlar ise bu yarımadaya niçin geldiklerini; Tarık bin Ziyad'ın, Musa bin Nusayr'ın hangi maksat için İspanya'yı fethettiklerini unutmuşlardı. Rahat, lüks ve israfın arkasından gelen menfaat, kavmiyet ve hakimiyet onları yüce gayelerinden uzaklaştırmıştı. İ'la-yı Kelimetullah kalplerinden silinmişti.
711'den 1236'ya kadar tam 525 yıl bir Müslüman şehri olan, muhteşem Endülüs İslâm Medeniyetine başkentlik yapan Kurtuba çökmüştü. 10. Yüzyılda Sultan III. Abdurrahman devrinde altın çağını yaşayan, Avrupa'nın en büyük ilim, medeniyet ve siyaset merkezi olan Kurtuba artık kaybolmuştu.
Muhteşem Mescidül Kebir, yani Ulu Cami kiliseye, 5 asır ezan okunan minaresi çan kulesine çevrilmişti. 1492'de Gırnata'da okunan son ezan ile Endülüs Medeniyeti sona ermişti. Lakin, "Vela galibe illallah" Allah'tan başka galip yoktu.

İslâm sancağı yere düşmedi. Söğüt'e atılan bir tohum, fidan oldu, büyüdü koca bir çınar oldu. Gölgesi üç kıtayı sardı. Dünya Müslümanlarını ve mukaddes beldeleri himayesi altına aldı. Resulullah'ın (s.a.v.) hilafetini deruhte etti. Osmanlı 600 sene İslâmiyet'in bayraktarı oldu. Çünkü gayeleri İ'la-yı Kelimetullah idi.

AYASOFYA'DA YENİDEN OKUNAN EZAN

1934'te susan ezanın 86 yıl sonra yeniden semada yankılanması, bütün zamanlarda ve bütün mekanlarda susan, susturulan ezanların yeniden dirilişidir. 1 Ocak 630 tarihinde Mescidi Haram'da, 29 Mayıs 1453'te Ayasofya'da okunan ezanın devamıdır. Fethin sembolü, yeniden dirilişin anahtarıdır.
Bu ezan bize şöyle haykırmaktadır:
"Ey Müslümanlar! Rehavete kapılmayın, rahata lükse dalmayın, ihtilafa tefrikaya düşmeyin, geçip giden yüzyıllara sakın güvenmeyin! Geleceğe bakın, ezanınıza, vatanınıza, birlik ve beraberliğinize sahip çıkın! Düşman uyumuyor, devamlı yeni desise ve oyun peşinde! İçerdeki fitneci hainlerle işbirliği içinde!
Haydi "uyuyan ümmet" yaftasından kurtulun. İslâm'ı yaşayıp çevrenize örnek olun. İhtilafı terk edip ittihadı bulun. Yeniden bütün dünyaya üstadlık edin."

***

Her son aynı zamanda bir ilktir.
Her bitiş, yeni bir başlangıcın habercisidir.
Her çöküş, yeniden dirilişin müjdecisidir.
2023 Miladi, 1444 Hicri senesinin, milletimiz ve bütün İslâm âlemi için yeni bir başlangıca, gerçek bir dirilişe, bir uyanışa vesile olmasını "Kadir-i külli şey" olan Rabbimizden niyaz ediyorum.