Ne kadar çok kaybı var insanın... Kazanç hanesi ne kadar dar! Yitire yitire yürüyoruz ömür güzergahında, nice hayatlar tüketerek üstelik...
Öğrencilik hayatı, askerlik hayatı, iş hayatı... Say say bitmez! Ömür bahçesinde nice hayat ağacı büyütüyoruz. Bazen meyveleri tatlı bazen acı, bazen elde avuçta kalan bir tutam ızdırap, bazen de her kusura merhem olacak bir sevap.
Kayıplar üzerinden şekillenen bir hayıflanma zemini mi olmalı ömür? Kapanan yahut hiç açılmayan kapılardan mı okunmalı bütün hikaye? Halbuki, kul olmanın rahatlatıcılığı değil mi son tahlilde hissemize düşen paye? Uzun ya da kısa, sınanarak geçen bir ömrün başrolündeyiz. Finali musallada biten bir akış
(bitiş görünen başlangıç) dünya dedikleri... Ötelere götüremediklerimiz için gam çekmeye değer mi? Değmeyeceğini bile bile lades tutmak niye? Burukluk kuşanmaz mı insanoğlu, hiç yalansız dönüp bakınca geriye?
Koşturmaca dedikleri gözümüze perde çekmiyor olsa daha mı insan kalırız aceb? Başımızın derdinden sıyrılıp başkalarının dertlerine de nazar eder miyiz mesela? Kendimizi merkeze koyan bu tuhaf sosyo-psikolojik dayatma/kuşatma olmasa... Daha mı kendimiz oluruz? Kayıplarımız çok lakin kendimizi kaybetmiş olmamız daha acı...
Mazi ile kopan bağların faturası ödediğimiz... Kıyıdan uzaklaştıkça küçülen bir gemi silüeti gibi halimiz... Belki bu sebepten dile zûl geliyor istikbalimiz... Kelime haznemizden daha da dar idrak çanağımız... Kaybettiğimiz kelimelerin peşine takılıp giden öz kavramlarımızın sancısıyla perişanız aslında... Bu
perişanlığın attığı tokatlarla nasır tutmuş yanağımız.
Kayıp aranıyor diye ilan vermenin alemi yok! Bulsak ne olacak ki? Üç kuruşa eskiciye satılacak bir hazineyi, şuurunda olmayanın eline vermek cinayet değil mi? Mutlaka! Kaybettiklerinin sarrafı olmalı evvelâ! Farkında olmalı neye uğradığının... Şuur laftan ötesine götürmeli pekâlâ!
Kayıp ile ayıp aynı kapıya çıkıyor sanki... Kusur yüklü bir atmosferde uçan kuşlara dönmüş varlık endişesi... Meğer çoktan elden kayıp düşmüş hakikatin kristal şişesi! Kazanmak beyhude... Asıl mevzu kaybedenlerden olmamak!
Kaybede kaybede ricat etmekten yorgunuz... Sesimizin kısılmasıyla köşeye sıkışmak arasındaki alakadan ürkerek bahsetmek mümkün... Kıstırılmış kedilerin kaplan kesilmesi cesaret yahut üstünlük mü? Sanmam! Kaplanın kaplanlık hassalarını kaybetmesi vaka-i mühimme! Şaşkınlık ile bedbinlik arasında mekik dokuyan gönlümüz dost eliyle yara üstüne yara almış yazık... Dedem Fuzuli'nin dediği gibi:
"Dost bî-pervâ felek bî-rahm devran bî-sükun
Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli zebûn"
Şimdi elde kalanlara bakmak lazım... Eldekilerle el olanlar arasında bir tasnif yapan zamanın tecrübeci tarafıyla yüzleşmek belki... Yanıltılarak yalıtılmış olmak kızgınlığıyla sükut ederek... "Sen kimsin?" sualini aynalardan başlayarak her gördüğün çehreye fırlatmaktan geri durmayarak... Belki kayıp merkezli bu
pecmurdelik bir ahesteliğe savrulur... Kim bilir? Belki her şeyin sahtesi hakikat perestliğe savrulur...
Ana fikrin kaybolduğu bu noktada yazının durması icap eder değil mi? O vakit selam duralım kayıplarla geçip giden takvimlere... İbret alarak nazar edip, kaybeden kavimlere... Zira kaybedilenler, kaybedileceklerin habercisi ezelden...
Haberci
Güçer Kafa
Yorumlar
Trend Haberler

MOSSAD ajanlığı yapan ailenin ülkeyi ne kadara sattıkları belli oldu

Ece Gürel'in ölümüne neden olan 'ayahuasca' ayini!

IBAN’a para atarken dikkat! Artık bu şart aranacak...

ODTÜ ve Boğaziçi’ni geride bırakarak Dünyada ilk Beş'e yükselen Türk Üniversitesi

Dilipak'tan küresel pedofil çeteyi ifşa eden sarsıcı bir yazı!

Kemal Özer sordu: Kredi kartı kullanmak Caiz mi Faiz mi?

Kadın ve erkeklerin aynı safta namaz kılması olayının ardından inceleme

Konya'da 2 yaşındaki çocuk köpeklerin saldırısı sonucu hayatını kaybetti

Üsküdar'da Cami adabına aykırı görüntüler!

Gazeteci yazar Babaoğlu'ndan ilkim yasasına tepki: Biz niye hâlâ Avrupa'nın dümen suyundayız?
Habervakti