Reisü'l-Hattatin Hasan Çelebi, 2008 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Sanata Hizmet Ödülü, 2011'de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü almaya hak kazandı. UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazineleri Ulusal Envanteri'nde” adı anıldı. 2013 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi tarafından “fahri doktora” unvanı verildi. Ayrıca 16 Mayıs 2016 tarihinde Bayburt Üniversitesi tarafından düzenlenen “Dede Korkut Bilim, Kültür, Sanat ve Edebiyat Ödülleri” töreninde Geleneksel Sanatlar Ödülüne layık görüldü.

***

1937 yılında Erzurum'un Oltu ilçesinin İnci köyünde dünyaya gelen Hasan Çelebi, hafızlığını tamamladıktan sonra 1954 yılında İstanbul'a geldi. Zor şartlar altında ilim tahsilini tamamlayıp, Üsküdar'daki camilerde müezzin ve imamlık yapmaya başladı. Askerlik dönüşü bir süre daha İstanbul'da kaldıktan sonra, 1960'ta üç yıl görev yapacağı Artvin Yusufeli'ne gitti. Ardından İstanbul'a dönerek Şeyh Camii ve Selami Ali Camii'nde imam hatiplik yaptı.

Bir gün yürüyerek Bülbülderesi'nden Üsküdar'a doğru inerken bir ustanın mermer üzerine hat işlediğini gördü. İçindeki hüsnü hat sevgisi ve merakı yeniden canlandı. Taşçı Yusuf Usta meraklı gözlerle kendisini seyreden bu delikanlıya "Hemşehrim mezar taşı mı yaptıracaksın?" diye sordu. Çelebi "Hayır, yazılara merakımdan bakıyorum" deyince, Yusuf Usta "Bu yazıların hattatları bazen buraya gelir. Madem meraklısın geldiklerinde seni çağırırım" dedi.

Birkaç gün sonra Yusuf Usta çırağını göndererek Çelebi'yi çağırdı. Hattat Hamid bir yazının kalıbını çıkarmak için gelmişti. Hasan Çelebi merak ve hayranlıkla Hamid beyi seyrediyordu. Nihayet işini bitirince cesaretini toplayıp "Hocam bana hüsnü hat dersi verir misiniz?" diye sordu. Hamid Bey "Evladım ben çok meşgulüm, hiç vaktim yok. Ama seni Halim Bey'e göndereyim" dedi.

Haziran ayı başlarıydı. Topkapı dışında Çırpıcı Çayırı'nda 20 dönümlük bir bağ evinde Hattat Halim Özyazıcı'yı ziyaret etmiş ve ilk meşkini almıştı. Ama bu tedrisat fazla sürmemiş, dört ay sonra Halim Hoca bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti.

Yıl 1964, günlerden 14 Ekim Çarşamba. Ankara Caddesi'ndeki Reşit Efendi Hanı'nın ağır demir kapısı gıcırdayarak açıldı. Çekingen adımlarla içeri giren 27 yaşındaki Erzurumlu Hasan, taşlı yolu geçip sağa doğru döndü. Basamakları çıkarak kapının önünde durdu. Hocası Halim Özyazıcı vefat edeli daha 15 gün olmuştu. Üzüntüsü şimdi ikiye katlanmıştı. Hem çok sevdiği hocasını kaybetmiş hem de başladığı hat dersleri yarım kalmıştı. Tam o günlerde Ömer Nasuhi Bilmen'in oğlu Avni Bilmen ile karşılaşmış, onun selamı ile tekrar Hamid Bey'in kapısına gelmişti.

Bütün cesaretini toplayarak kapıyı tıklatan Çelebi, Hamid Bey'e getirdiği selam ile beraber ders talebini tekrar etti. Yazıların, levhaların, kağıtların üst üste yığıldığı küçük odadan çıkarken; genç Hasan'ın ayakları sanki yere basmıyor, havada uçuyor gibiydi. Tam iki sene boyunca meşk edeceği "Rabbi yessir velâ tüassir Rabbi temmim bilhayr" yazısını sıkıca kavrayarak evin yolunu tuttu.

Her hafta dersini büyük bir dikkat ve titizlikle yazıyor, Hamid Bey'in önüne koyarak nerelerde hatasının olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hamid Bey, eline aldığı kamış kalemi kırmızı likaya batırıp, hiç konuşmadan yazıdaki hataları düzeltiyordu. Çelebi hattın bu kırmızılı yerlerini daha bir dikkatle yazıp haftaya tekrar geliyordu. Ama bu defa başka harflerde hatalar çıkıyor, o kısımlar kırmızı mürekkepten nasibini alıyordu. Haftalar, aylar birbirini kovalıyor ama yazdığı meşkler her seferinde bir başka yerinden kızarıyordu.

Çelebi iki yılın sonunda hüsnü hatta kabiliyeti olmadığına kanaat getirerek dersi bırakmaya karar verdi. Bir gün hocasına bu düşüncesini söyleyince Hamid Bey hayret ederek sebebini sordu. Kendisi de "Hocam iki senedir 'Rabbi yessir' meşkini yazıyorum. Daha ikinci derse geçemedim. Bu yüzden hattı bırakmak istiyorum" dedi. Hamid Bey bu durumun farkında bile olmadığı için, hemen ona yeni bir ders verdi.

Aradan altı sene geçmiş artık Çelebi hattın bütün inceliklerini öğrenmişti. Ama hocasına hiçbir şey söylemeden derslerine devam ediyordu. Etrafındaki insanlar "Hocan sana icazet vermiyor mu?" diye sormaya başlamışlardı. Konuya muttali olanlardan Hattat Necmeddin Okyay ve Hattat Kemal Batanay, bir sohbet esnasında Hamid Bey'e "Hasan Çelebi'ye icazet vermesinin zamanı geldiğini" hatırlattılar.

1970 yılında Hattat Hamid'den sülüs nesih, 1975 yılında ise Hattat Kemal Batanay'dan ta'lik icazeti alan Hasan Çelebi, ömrünü hat sanatına adayarak yüzlerce talebeye ders verdi. Türkiye'de ve dünyada pek çok tanınmış hattat onun rahleyi tedrisinden geçti. Reisü'l-Hattatin Hasan Çelebi, üç yılda bazı talebeleriyle Çamlıca Camii'nin yazılarını yazmıştı. Geçtiğimiz Regaib Gecesi açılan bu muhteşem âbideye layık levhalara ve yüzlerce metre uzunluğundaki hatlara imzasını atan Çelebi için Semerkand Tv, "Hattın İzinde Bir Ömür, Hasan Çelebi" belgeseli hazırladı.

***

1986 yılında Selami Ali Camii imamı iken hüsnü hat derslerine devam ettiğim Hasan Çelebi, Medine Kuba Mescidi'nin hatlarını yazmak üzere vazifesinden emekli olarak Suudi Arabistan'a gitmişti. Uzun zaman derslerine devam etme imkanı bulamadığım Hocam ile 2005 yılında Üsküdar Tarih ve Tabiat Vakfı'nda yeniden mülaki oldum. Tekrar kalemimi kağıdımı hazırlayıp sülüs meşkine başladım. Hocamın tavsiyesine uyup günde 30 saat çalışıyordum. İnsan elinin çok nankör olduğunu, bir gün bile ara verilirse kalemin ve hattın gerileyeceğini ondan öğrendim. Eski hattatların Cumartesi günü yazdıkları ile Perşembe günü yazdıkları arasında fark olduğunu, çünkü Cuma günü tatil olduğu için verilen bir günlük aranın bile elin ve kalemin işleyişine zarar verdiğini dinledim.

Uzun zaman harflerin kıvrımında veya keşidelerinde pire bacağı kadar bir farkın nasıl görülebileceğini düşünüp durdum. Aslında harflerin ölçüleri noktalarla belirlenmiş olmasına rağmen, normal gözle farkedilmeyen ancak merakla ve aşkla bakanların gözüne görünen o ince detayın adıydı, pirenin bacağı veya pirenin ciğeri. Bu yüzden büyüklerimiz "Aşk olmadan meşk olmaz" demişlerdi.

Meşklerimiz hocamızın önünde bazen boydan boya kızarır ama hamdolsun yüzümüz kızarmazdı. Çünkü o gerçekten bir baba şefkati, bir evliya sabrı ve bir üstad irfanına sahipti. Kendi hocası Hamid Bey'in aksine; usta elleriyle meşki düzeltirken tatlı diliyle de kalemin nasıl tutulacağından, harflerin nasıl birleşeceğine, kağıttan mürekkebe kadar her şeyi cömertçe anlatırdı. Öğrettikleri hüsnü hattın çok ötesinde hüsnü kabul, hüsnü terbiye ve hüsnü âdâbı da ihtiva ediyordu.

Muhterem Hasan Çelebi Hocamıza Allah'tan sıhhat ve afiyet içinde uzun ömürler temenni ediyorum. Onun Hamid Bey'in hayrül halefi olarak hatt-ı Kur'an'a yaptığı hizmetler unutulmayacaktır, İnşaallah.