"Genellikle Müslümanlar, özellikle de Türkler, İslam kültür dünyasının bilimler tarihindeki yerini ya çok az biliyorlar, ya hiç bilmiyorlar veya bu kültür dünyasına karşı çok yanlış görüşler taşıyorlar."

Yazıma merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin'den bir alıntıyla başlamamın sebebi, Müslümanların İslam Medeniyetinden ne kadar habersiz ve uzak olduklarını anlatmak içindir. Avrupa'nın yüzyıllardır bize yutturmaya çalıştığı "Rönesans" dayatmasını çok iyi irdelememiz gerektiğine inanıyorum. Çünkü Batı medeniyetinin temeli sayılan bu görüş, Avrupa'daki gelişmelerin tamamen Yunan kültürüne dayalı olduğunu iddia ediyor, İslam kültür ve medeniyetini yok sayıyor.

Halbuki Yunan klasikleri, bilhassa Aristo'nun eserleri önce Arapçaya çevrildi, sonra Arapçadan Latinceye tercüme edildi. Aristo'yu en iyi şerh eden İbni Rüşd'e batılılar commentator (şarih, açıklayıcı) ünvanını vermişlerdi. Latince Averroes adını verdikleri İbni Rüşd'ün eserleri Fransa, İngiltere ve İtalya üniversitelerinde uzun zaman ders kitabı olarak okutulmuştu. Hatta Averroizm dedikleri İbni Rüşd'çülük bir felsefi akım haline gelmiş üzerinde tartışmalar yapılmıştı.

Fransız Müslüman filozof Garaudy'nin dediği özetle şuydu: Aslında 16. Yüzyılda Avrupa'da başlayan Rönesans'ın temel hedefi, hayatın bütün alanlarını pozitivist bir anlayışla dünyevileştirip dinden koparmaktı. İlahi değerler reddedilip, laik sistemi onun yerine koymaktı. Halbuki Endülüs'te özellikle Kurtuba'da 13. Yüzyılda gelişmekte olan gerçek Rönesans, bütün insanlığa barış ve mutluluk getirebilecek özellikler taşıyordu. 10. ve 13. yüzyıllar arasında Endülüs Medeniyetinin değeri bilinseydi, tüm insanlığa faydalı olabilirdi.

Böyle bir Rönesans'ın doğmamasının iki sebebi vardı. Birincisi Endülüs Emevi Devleti'nin yıkılışını takip eden yıllarda "Müluküt-tavaif" adı verilen küçük şehir devletlerinin ortaya çıkışı. İkincisi Müslümanları zayıf gören Hıristiyanların, Kudüs'ü hedef alan Haçlı seferlerinin benzerini İspanya'ya dönük yapmaları. Böylece bütün insanlığın faydasına gerçekleşebilecek bir "Endülüs Rönesansı" (yeniden doğuş) yerine "Reconquista" (yeniden ele geçirme) ideali doğrultusunda Katolik saldırıları başlamıştı. Bölük pörçük durumda olan Müslümanlar ise, Afrika'da kurulan Murabıt ve Muvahhidlerden yardım istemek zorunda kalmışlardı. Onların gelişiyle de Endülüs'teki o eski barış ve hoşgörü ortamı kaybolmuş ve bütün İber Yarımadasına çatışma ortamı hakim olmuştu.

***

Şimdi Avrupa Rönesansı'na Endülüs'ün nasıl kaynaklık yaptığını anlamaya çalışalım. Aragon ve Navarra Kralı I. Alfonso Müslümanlardan geri alınan Toledo'da (Tuleytula) 1130 yılında bir Tercüme okulu kurdu. Burada Müslüman alimlerin kitapları ve Yunancadan yaptıkları tercümeler, Arapçadan Latinceye çevrilmeye başlandı. Önce Felsefe, Mantık, Psikoloji alanındaki eserler çevrildi. Ardından Fizik, Matematik, Astronomi, Coğrafya ve Tıp alanındaki kitaplar tercüme edildi. Daha sonra da Aristo'nun eserleri ve eserlerine yapılan şerhler sıraya girdi. Bu tercümeler 12. Yüzyıldan itibaren Hıristiyan bilginler tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı ve yaygın olarak okunmaya başlandı. Tabii ki, yazdıkları eserlerde bu kitapların tesirleri de açıkça görülüyordu.

İslam ilim ve medeniyetinin batı dünyasına aktarılma gayretleri sonunda Avrupa'da üniversiteler kurulmaya başlandı. Prof. Dr. Zeki Tez'in tespitlerine göre; 12. Yüzyılın sonlarından itibaren kurulan bu üniversitelerin en önemlileri İtalya'da Bologna ve Salerno Üniversiteleri, Fransa'da Montpellier ve Paris Üniversiteleriydi.

"Bilge Kral" lakabı verilen X. Alfonso da 13. Yüzyılın ikinci yarısında Kastilya'da bir tercüme okulu kurmuş, çeşitli Arapça kitapları Latinceye değil de Kastilya halk diline tercüme ettirmişti. Bu eserlerden biri de Peygamber Efendimizin (a.s.m.) miracını konu alan Kitabül Mirac adlı bir antolojiydi. Bu eser daha sonra Fransızcaya ve Latinceye de çevrilmişti.

Pekala bu tercüme niçin bu kadar önemli?

Meşhur İtalyan şairi Dante'nin dünya çapındaki meşhur eseri La Divina Commedia (İlahi Komedya) acaba bu Arapça'dan tercüme edilen Kitabül Mirac'a ne kadar benziyordu? Dante'nin 14. Yüzyılın başında yazdığı bu kitabında Giriş, A'raf, Cennet ve Cehennem bölümleri vardır. Dante'nin konu ve işleniş biçimi olarak tamamen Mi'raç mucizesini örnek alıp yazdığını, Katolik ilim adamları ortaya koymuşlardır. Madrit Üniversitesi Arapça Profesörü şarkiyatçı Miguel Asin Palacios (Öl. 1944), yazdığı kitabında Dante'nin eserinin Kitabül Mirac'a ne kadar çok benzediğini açıkça dile getirmiştir.

Bu bahsedilen konu, Avrupalı ilim adamı, sanatçı ve aydınların İslam Medeniyetinden ne kadar etkilendiklerini gösteren bir küçük örnektir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yıllar önce merhum Mehmed Şevket Eygi'nin Bedir Yayınevi'nde çok önemli bir kitap yayınlanmıştı. Alman Felsefe Doktoru Sigrid Hunke'nin (Öl. 1999) yazmış olduğu Avrupa Üzerine Doğan İslam Güneşi. Almanca yayınlanan bu eser Fuat Sezgin'in de dikkatini çekmiş ve kardeşi Servet Sezgin'e göndererek tercüme etmesini istemiş. Böylece bu çok kıymetli kitap 1972'de Bedir Yayınevi tarafından neşredilmiş.

Konuya ilgi duyanlara bu kitabı mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum. Ama yine de kitabın muhtevasından kısaca bahsetmek istiyorum.

Dr. Sigrid Hunke, Müslümanların batıya hediye ettiği Arapça isimlerden başlayıp, dünyada sayıların yazılma tarzını, özellikle de sıfırın nasıl icad edildiğini anlatıyor. Astronomide ve tıpta Müslüman alimlerin yaptığı buluşların, Avrupalı mucitler tarafından nasıl yüzyıllar sonra sahiplenildiğini belgelerle ortaya koyuyor. İbni Sina, er-Razi, Biruni gibi alimlerin ilim dünyasına katkılarını detaylı şekilde anlatıyor. Aurillaclı Gerbert'in çok ilginç hayatından bahsediyor.

İsterseniz kitaptan Gerbert'in hikayesini özetleyelim:

Fransa'da yoksul bir ailenin çocuğu olarak 945 yılında doğan Gerbert, küçük yaşta öksüz kalınca Aurillac Kilisesi'ne gönderilir. Yirmili yaşlarda bir dostu vasıtasıyla Endülüs'e giden Gerbert, Kurtuba'da kaldığı üç yılda Arapça öğrenir. II. Hakem devrinin muhteşem Kurtuba'sında Matematik ve Astronomi eğitimi alır. Arap rakamlarıyla hesap yapmayı öğrenir. 971'de Barcelona Kontu ile Roma'ya gider. Burada imparator I. Otto ile görüşür, II. Otto zamanında kiliselerde bazı görevler alır. III. Otto tahta çıktığı zaman, onu öğretmen ve müşavir olarak saraya çağırır. Onu önce Ravenna Başpiskoposu, 999 yılında da II. Sylvester ünvanıyla Papa olarak tayin eder. Bilgisi ve yazdığı kitaplar karşısında şaşıran hasımları, onun Müslümanlara ait şeytan aletleriyle araştırmalar yapan bir büyücü olduğunu iddia ederler. 1003'teki ölümüne kadar papa olarak görevine devam eder.

İşte İslam Medeniyetinin Avrupa'ya etkileri konusunda bir ilginç örnek daha.