Sömürgecilik Avrupa’nın bilim ve din perdesi altında “öteki” ülkelerin kaynaklarını gasp etmek ve halklarını köleleştirmek için bilinçli ve kasıtlı olarak geliştirdikleri bir olgudur. Bilim adamları da maalesef, aristokrat sınıfın ve yöneticilerin bu zulüm ve insanlık dışı icraatlarına çanak tutmuş, suçlarına ortak olmuşlardır.

COĞRAFİ KEŞİFLERİN MAKSADI NEYDİ?

Doğunun zengin kaynaklarını batıya taşıyan baharat ve ipek yolunun uzun olması, her zaman güvenliğin sağlanamaması ve İstanbul’un fethinden sonra bölge hakimiyetinin Osmanlı’nın eline geçmesi, Avrupa’yı yeni arayışlara itmişti. Müslüman coğrafyacılardan elde edilen haritalar ve pusula sayesinde uzak bölgelere deniz seferleri düzenlemeye, el değmemiş topraklar keşfetmeye çalışmışlardı.

Dünyada coğrafi keşifler, 15. Yüzyılın son çeyreğinde hızlanarak yeni ülkeler ve halkların varlığını ortaya çıkarmıştı. İlk olarak İspanya ve Portekiz’in başlattığı, ticari görüntü altındaki siyasi ve askeri deniz seferleriyle, kıyılar yağma ve talan edilmişti.

Avrupa, 11. Yüzyıldan itibaren Haçlı Seferleriyle, ardından coğrafi keşiflerle, ekonomik ve siyasi bunalımların kıskacından kurtulmaya çalışıyordu. Gittikleri her bölgenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını karşılıksız veya çok ucuza kendi ülkelerine taşımak ve bu işi de o toprakların sahibi olan halkın kendisine yaptırmak için silahlı güçlerine güveniyorlardı.

Emperyalist emelleri için hedef haline getirilen bölgelerin çoğunluğu Müslüman halkın yaşadığı ülkeler olması, kurdukları sömürü düzenini tam bir zulüm ve baskı rejimine dönüştürmüştü. Hayvanlara bile uygulanmayacak aşağılayıcı davranışları insafsızca insanlara karşı gösteren Avrupalı, dünyanın dengesini değiştirecek, kan ve gözyaşını dindirmeyecek bir sömürgeci sistemi kurmayı becermişti.

DENİZ YOLUYLA GELDİLER

Sömürgecilik deniz yoluyla gerçekleştirildiği için öncelikli olarak sahil bölgeleri etkilenmiş, zamanla bu işgal ve yayılmacılık iç kısımlara doğru genişlemiştir. Bu sömürgeciliğin en etkili ve yaygın olduğu yerler, Amerika, Afrika ve Asya, özellikle Hindistan ve uzak doğu ülkeleridir. Kuzey Afrika, Asya ve Hindistan’da bu insanlık dışı zulümlere maruz kalanlar ise hep Müslümanlar olmuştur.

Aslında 1099 yılında Kudüs’ün işgaliyle sonuçlanan 1. Haçlı Seferi ve sonrasında,  Avrupalı Hıristiyan topluluklarının ana hedefi doğu İslam dünyasının zenginlikleriydi. Papa ve Kilise, bu ekonomik vurguna dini bir kılıf uydurarak kutsal bir savaş şeklinde göstermiş, cahil halk kitlelerine cennetin anahtarını vaat ederek onları kullanmıştır. Haçlı Seferleri tarihi misyonunu tamamladığında bu defa Avrupa saldırganlığı, gelişen bilimin ışığında coğrafi keşifler şekline dönüşmüştür.

Endülüs Medeniyetinin İslam dünyasındaki alimler ve kitaplar yoluyla meydana getirdiği sekiz yüz senelik birikimini kullanarak başardıkları Rönesans, Avrupa’yı görünüşte modern, gerçekte ise daha hırslı ve vahşi yapmıştır. Semavi din olması dolayısıyla Hıristiyanlığın özünde olan bazı insani ve vicdani kırıntıları da yok eden Avrupa, tamamen materyalist görüşe dayanan bir misyonerlik ideolojisi ile kapitalizmi birleştirerek dünyanın başına sömürgecilik belasını sarmıştır.

Osmanlı Devletinin siyasi ve askeri yönden güçlü olduğu dönemlerde, İslam ülkeleri üzerinde fazla etkili olamayan sömürgecilik, 19. Yüzyıldan itibaren daha belirgin şekilde hissedilmeye başlandı. İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika gibi sömürgecilerin daha çok ticari ve ekonomik istilalarına karşılık, İngiltere’nin siyasi, askeri ve dini maksatlı saldırıları, Müslüman dünyasını hedef almıştı.

PAPA SÖMÜRGECİLİĞİ MEŞRULAŞTIRDI

Sömürgecilik Avrupa’ya Roma İmparatorluğu döneminden kalan bir mirastır. Romalılar özellikle Afrika’da kolonizasyon adını verdikleri yerleşimlerle sömürgeciliği başlatmışlardır. İlk Avrupalı sömürgeciler İspanya ve Portekiz büyük bir rekabete başlayınca, Papa araya girdi ve aralarında Tordesillas Anlaşması imzalandı. 1494 tarihli bu belge sömürgeciliği resmileştiren uluslararası ilk anlaşmadır. Buna göre Batı Afrika açıklarındaki Yeşilburun adasının 370 mil batı tarafına çizilen bir meridyenin batı yarım küresinde kalan bölümü İspanya’nın, doğu yarım küresinde kalan bölümü ise Portekiz’in sömürgesi olacaktı.

16. Yüzyıl başında İspanya Kralı V. Karlos, Kuzey Afrika ülkelerini ele geçirmek için büyük bir askeri harekat başlattı. Portekiz ise Mozambik’ten başladığı istila harekatında donanmasıyla Cidde önlerine kadar geldi. Halifeliği elinde bulunduran Memluk Devleti maalesef bu saldırıları durduramadı. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı Osmanlı idaresine katması ve hilafeti İstanbul’a getirmesiyle dünyadaki güç dengesi Müslümanlar lehine değişti. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Kuzey Afrika Osmanlı devletine bağlanınca, İspanya bu bölgelerden çekildi. Yine Kızıldeniz havzası, Basra Körfezi ve Kenya’ya kadar uzanan Doğu Afrika kıyıları da Portekiz istilasından kurtarılarak Osmanlı himayesine alındı.

Oyunları bozulan sömürgeciler, Osmanlıya uzak bölgelere, Batı ve Güney Afrika, Hindistan ve Uzak doğu’ya yöneldiler. 19. Yüzyıla kadar dört asır devam eden kanlı ve acımasız sömürgecilik tarihinde İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa, İngiltere ve Belçika ulaştıkları ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kuruttukları gibi, insanlarını da köleleştirdiler. Bu dönemde toplam olarak 100 milyon civarında insan yurtlarından koparıldı, köle pazarlarında alınıp satıldı.

OSMANLI EMPERYALİST DEĞİLDİ

600 sene üç kıt’ada hüküm sürmüş, hakimiyeti altında üç din ve çeşitli mezhepleri barındırmış, onlarca farklı milleti ve kavmi idare etmiş olan Osmanlı, asla imparatorluk değildi, kelimenin tam anlamıyla bir devlet idi. Çünkü imparatorluk, emperyalist olmayı gerektirir. Halbuki Osmanlı her gittiği yere refah, huzur, barış, adalet, zenginlik ve hürriyet götürdü. Diğer İslam devletleri gibi, fethedilen yerlerdeki halkın dinine, inancına, adetlerine, ticaretlerine karışmadı. Adalet ve hakkaniyet çerçevesinde, çalışan, vergisini veren, dürüst, başkasına saygı gösteren insanlar çok rahat bir şekilde hayatlarını devam ettirdiler. Hatta Kudüs ve Endülüs’te olduğu gibi, Hıristiyan ve Museviler eskisine oranla çok geniş bir hürriyet içinde yaşadılar.

Batılıların Birinci Dünya Savaşı’nda Müslümanları bölmek, halifenin otoritesini zayıflatmak ve Osmanlı Devletini parçalamak için ortaya attığı “Osmanlı İslam ülkelerini sömürdü”  iddiası ise temelden fasit ve gülünçtür. Fakat ne yazık ki, bu iddia menfi Arap milliyetçiliğinden kaynaklanan bir propaganda ile yaygınlaştı. Osmanlı yıkıldıktan sonra Avrupalı zalimlerin pençesine düşen bu gafil Müslümanlar, gerçek sömürünün ne olduğunu anladılar ama iş işten geçti.

Osmanlı insan hakları, adalet, din ve vicdan hürriyeti gibi kavramları Avrupa’dan asırlarca önce, sözle değil bilfiil icraatıyla ispat etmişti. Hepsi bir yana fethettiği ülkelerin zengin kaynaklarını ve insan gücünü kendi lehine kullanmak şöyle dursun, ekonomik olarak daima onlara yardım etmiş ve kaynak aktarmıştır. Avrupalılar, Osmanlı topraklarında tesbit edilen petrol gibi 20. Yüzyılın en önemli enerji kaynağının kullanılmasına fırsat vermemek için dünya savaşı çıkardılar. Avrupa’da başlamış gibi görünen Birinci Dünya Savaşı’nın asıl hedefi Osmanlı Devleti idi. Maksadı da zengin petrol yataklarını Osmanlı’ya daha doğrusu Müslümanlara bırakmamak, bu yolla İslam dünyasını bölmek ve sömürge haline getirmekti. Sırtlanlar gibi her taraftan saldırdıkları Osmanlı’yı parçalayarak bu emellerine de kısa zamanda nail oldular.

SÖMÜRGECİ DEVLETLER

İngiltere:

Birleşik Krallığın 16. Yüzyılda başlattığı sömürgecilik harekatı, 18. Yüzyılın sonlarında zirveye ulaştı. Amerika ve Hindistan sömürgeleri sayesinde “Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk” ünvanına sahip oldu. Yüz sene önce dünyanın dörtte birini ve nüfusun beşte birini hakimiyeti altında bulunduran İngiltere, geriye kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmadı. Halklarını uygarlaştıracaklarını ve ülkelerini geliştireceklerini vaat ettikleri her yeri talan ve yağma edip, insanlara hayvandan daha aşağı muamele ederek çekip gittiler.

Sadece 16, Yüzyıldan itibaren 200 sene içinde (o günün nüfusuyla) 12.5 milyon insanı Afrika’dan Amerika’ya köle olarak götürdükleri biliniyor. Güney Afrika ve Hindistan’da yüz binlerce insanın katliamlarda öldüğü, Birinci Dünya Savaşı’nda zavallı Hintlileri (kime karşı ve ne için savaştıklarını dahi bilmeden) en ön cephelerde telef ettikleri de acı gerçeklerdendir.

İspanya:

Kristof Kolomb’un İspanya Krallığı desteğinde Hindistan’a ulaştığını zannederek keşfettiği Amerika kıtası, bu sömürgecilik hareketinden en çok etkilenen topraklar oldu. Orta Amerika’daki Maya, Aztek ve İnka Medeniyetlerini ortadan kaldıran İspanya, yerli Kızılderililere yaptığı zülümlerle adeta soykırım uyguladı.

Güney Afrika’daki işgal ve sömürü düzeninden en çok etkilenen ülkeler Batı Sahra ve Gine idi. Pasifik’te ise Filipinler 300 yıl boyunca İspanya sömürgesi olarak kaldı. Gittikleri her yerde altın ve değerli madenleri çok ucuza ülkelerine taşıdıkları gibi, insanlara da çok acımasız davrandılar. Çeşitli bölgelerde yapılan katliamların sorumluluğunu ise hiçbir zaman üstlenmediler.

Portekiz:

Brezilya’yı yüzyıllarca sömüren Portekiz, Vasco de Gama’nın 1498 yılında Ümit Burnu’nu dolaşmasıyla Güney Afrika sahillerinde geniş bir hakimiyet alanı kurdu. Angola, Mozambik gibi sömürgelerini 1960’lı yıllara kadar bırakmayan Portekiz, sebep olduğu katliamlara aldırmadan bölgeyi iç savaşa terk etti.

Belçika:

Bu küçücük Avrupa devleti, boyundan büyük işlere girişerek, kendinden 70 kat büyük olan Kongo’yu kendi toprağı ilan etti. Kongo kasabı denilen Belçika Kralı II. Leopold, ülkeye medeniyet götüreceğini ilan ederek zengin fildişi ve kauçuk kaynaklarını sömürmeye başladı. Kauçuk üretiminde verilen kotaları dolduramayan yerli halkın çocuklar dahil olmak üzere vahşice elleri ve ayakları kesildi. Toplam 10 milyon insanın bu zulüm ve işkencelerle öldüğü tahmin edilmektedir.

Fransa:

Bat Afrika’da başlattığı sömürgecilik girişimiyle 20 ülkeyi hakimiyeti altına alan Fransa, Senegal ve Fildişi Sahili gibi ülkeleri de köle ticaret merkezi olarak kullandı. Üç asır boyunca Afrika’nın üçte birini sömürge olarak elinde bulundurdu. Toplam olarak 2 milyon Afrikalının ölümüne sebep olan Fransa daha sonra da Cezayir’i işgal etti. Bağımsızlık vadiyle kandırarak kendi saflarında savaştırdığı Müslümanları, yaptıkları gösteriler sebebiyle katliama tabi tuttu. Cezayir Bağımsızlık Savaşında 1,5 milyon insanın ölümüne sebep oldu.

Hollanda:

Güney Amerika, Uzak doğu, Afrika’da çeşitli bölgelerde sömürgeler oluşturan Hollanda, bu ülkelerdeki tabii kaynakları ve insan gücünü yüzyıllarca karşılıksız kullandı. 16. Yüzyılda Gana’ya giderek, altın madenlerini sömürüp, halkını da köle olarak sattı. 18. Yüzyıl sonlarında Afrika’daki köle ticaretinin merkezi Cape Town şehriydi. Endonezya’yı ise üç asırdan fazla bir zaman sömürge olarak elinde tutan Hollanda, bağımsızlık hakkını vermemek için binlerce insanı öldürdü.

İtalya:

Sömürgecilik hareketine en son başlayan İtalya, toprak satın alarak başladığı girişimle Eritre’yi 1890’da tamamen işgal etti. 1911 yılında ise Libya’yı gözüne kestirerek, Trablusgarp’a çıkarma yaptı. Osmanlı Devleti resmen müdahale edemedi ama Teşkilatı Mahsusa fedailerinin yerel kuvvetlerle birlikte yaptıkları direniş İtalyanları yıllarca uğraştırdı. Burada işgalciler karşı sürdürülen mücadelede binlerce Libyalı şehit oldu. Binlercesi de toplama ve çalışma kamplarında insanlık dışı muamele, açlık ve hastalıktan hayatını kaybetti.

SÖMÜRGECİLİK DEVAM EDİYOR!

Modern Avrupa’nın, insan hakları, demokrasi, özgürlük, bağımsızlık gibi süslü laflarına aldananlar, onların sömürü düzenini farklı ve daha etkili bir şekilde devam ettirdiğinin farkına varamıyor. Kapitalizmin acımasız prensipleriyle geri kalmış ülkeleri kontrol altında tutan bu modern sömürgeciler, siyasi, ekonomik ve kültürel emperyalizmi bütün güçleriyle uygulamaya çalışıyorlar. Modadan televizyona, sinemadan bilgisayar oyunlarına kadar her şeyi emperyalizmin aracı olarak kullanan sömürgeci zihniyet, Müslümanların gaflet ve şuursuzluğundan istifade ediyor.