Gasp, soygun, baskın, öldürme, yaralama, dolandırma, aile içi şiddet vb. haberler her geçen gün daha da artıyor ve bunlar canlı görüntüler olarak medya tarafından başımıza boca ediliyor.
İlginç olan, bu fiilleri işleyenlerin benzer olayların müsebbibi olarak çok sayıda suç kayıtlarının olmasıdır ki bu da cezalandırmanın yetersizliğine ya da ilgili sistemin eksikliğine veya yanlışlığına mahsus bir karinedir.

Elbette bu durum ve gidişat salt fertlerin kötülüğüyle izah edilemez.

Fertlerin kötülüğünü, insanlığın silah ve ecza sanayii tarafından esir alınması ve özgürlük mefhumunun insanlık vasatının altında yaşama tarzı olarak benimsetilmek istenmesiyle birlikte düşündüğümüzde, genel bir şer organizasyonuyla karşı karşıya geliriz.

Bu büyük organizasyonda fertler iradesizlik, beyinsizlik, aldatılma, aptallık vb. özel saikler eşliğinde sıradan bir araca ve cezalandırılmaları yönünden bir kader kurbanına indirgenmekle kalmaz, işledikleri kötülükler yönünden eli mahkum olmakla merhamette sürekliliğin kendileri adına özel bir hak haline getirilmesini talep etmeye başlarlar.

Nitekim, herhangi bir şeriatla kayıtlı olmaksızın, insanlığın bidayetinden beri benimsediği ve uyguladığı kısas hükmünün, merhametsizlik algısına tabi olarak bir zulüm gibi gösterilmesi ve dolayısıyla reddedilmesi de böyle ortaya çıkmıştır.

Salt kendi inancımızdaki kısas hükmünden bakacak olursak, “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kime, kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkaniyetle uymalı ve diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici bir azap vardır. Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız.” (Bakara, 2/178-79) mealindeki ilahî emir, modernleşmeciler, çağdaşlaşmacılar, laikçiler… tarafından, o emir kendi içinde birçok zorunlu şarta ve içtihada bağlı olmasına rağmen, sistemli bir propaganda eşliğinde zulüm olarak işlenmiştir.

Hakikatte ise, kısasta bizler için hayat vardır!

“Kısâs kelimesinin kökünde ‘izlemek, izini takip etmek ve kesmek’ manaları vardır. Kısas öldürme suçunu ve suçlusunu takip ve sürüp gidecek ihtilâfı kesme, bitirme mana ve maksadını ihtiva ettiği için bu ismi almıştır. Kasten ve haksız olarak birini öldüren kimsenin ceza olarak öldürülmesine, aynı şekilde birini yaralayan kimsenin misilleme yoluyla yaralamak suretiyle cezalandırılmasına ‘kısas’ denilmiştir.”  (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri)

Kısas, Tevrat ehline af ve diyet hakkı tanınmaksızın, İncil ehline af şartlı ve diyetsiz olarak, İslam ümmetine ise “kendilerine imkan bahşetme ve kolaylaştırma adına diyet ve af arasında muhayyer”likle farz kılınmıştır (Zemahşerî, Keşşaf Tefsiri).

Kısasta hayat olmasının ilk delillerinden biri, öldürme düşüncesi taşıyanı kısasa uğrama korkusuyla bu düşünce ve eyleminden vaz geçirmesidir. Diğer bir delili kısas yoluyla katletme kötülüğü taşıyanı ortadan kaldırarak, benzer eğilimlere sahip olanlara etkili ders vermesi ve intikam duygusunu baskılamasıdır. Bir diğer delili ise maktulün fakir olan ailesinin diyeti kabul etmesiyle fakirlikten kurtulabilmesidir.

Sonuçları son derece müspet olan kısasın zahiri delillerinin yanı sıra bâtınî delilleri de vardır. Örneğin ilk bakışta kısasa dayalı da olsa öldürme fikrindeki ağırlık, ancak Allah’ın Celâl sıfatında gizlenmiş olan Cemal sıfatına iltica etme duygusuyla ilgilisini ilahî tecelli ve tevhit düşüncesi içinde tutacaktır. İlahî tecelliye açık ve tevhit düşüncesine tabi olan kişi ise zaten daha baştan akıl sahibi ve takva ehli (sakınan) olarak görüleceği için kısasta hayatın olduğu da -mezkur ayetteki hitap itibariyle- bunların idrakine havale edilmiştir. “İlahî nidanın yerli yerinde olduğunun bir delili de günümüze kadar, akıllı olduklarını düşünen insanların idam cezasını tartışma konusu edinmelerine rağmen (onu yürürlükten) kaldırmamış olmalarıdır.” (Kur’an Yolu)

Öte yandan, bir Müslüman’ı başka inançların ehlinden farklı kılan ilk şey, imanı/inanmayı bilgi olarak nitelemesidir. Çünkü bilgiden maksat Allah’ın varlığı, birliği ve hükümleri hakkında Kur’an’la ve Peygamber Aleyhisselam’ın haberleriyle bize ulaşan bilgidir. Saf, koşulsuz, şeksiz ve şüphesiz olarak bu bilgiye tabi olmanın adı ise tasdiktir.
Yukarıda zikrettiğimiz kötülüklerin artması, kısas hükmünün ortadan kaldırılmasına tabi olduğu kadar asıl tasdik kaidesinin unutturulması ve dolayısıyla Allah’ın hükümlerinin -dilden kalbe inmeyen- kuru, sıradan bir kabule indirgenmesi nedeniyledir.