1924 Anayasası’nın 2. ve 26. maddelerine göre Devletimizin dini İslam’dı. Büyük Millet Meclisi’nin temel görevlerinden biri de “Ahkâm-ı şeriyye’nin tenfizi” yani İslamî Şeriat kanunlarının uygulatılmasıydı. Böyle iken…
1925-1927 yılları arasında ikinci dönem çalışmalarına başlayan İstiklal Mahkemeleri, yapılacak devrimlere muhalif olabilecekleri korku salıp sindirmek için kanuni ama hukuk dışı, ölüm örgütü gibi çalıştı. Yalnızca Şapka devrimi üzerinden, düzene karşı çıktıkları suçlamasıyla biri kadın yetmiş insan asılarak öldürüldü/şehid edildi.
Amaçlanan korku öylesine salınır ki bazı hocalar bu korkuyu ömürleri boyunca taşırlar. Bu yazımızda haklarında rahmet dileyerek yüreklerine şapka katliamı ile korku salınmış iki hocamızı anacak, onların üzerinden şimdilerin yüreksizlerine mesajlar sunacağız.
Amacımız İslam ile şahlanan, İslam ve Türk dünyası için öncü gelişmiş bir Türkiye inşası için yürek özürlüsü siyasilerimize katkı vermektir.
ÖMER NASUHİ BİLMEN HOCAMIZ (1883-1971)
Yirminci asırda yetişmiş en büyük İslam alimlerimizden biri de hiç şüphesiz Ömer Nasuhi Bilmen’dir.
Ömer Nasuhi hocamız, tarihi fıkhî birikimi günümüze taşıyan Hukuk-ı İslamiye ve Istılahahat-ı Fıkhiye Kamusu ve hemen hemen her Müslümanın evine girmiş olan İslam İlmihali isimli eserleri başta olmak üzere pek çok eserin sahibidir.
1943’te İstanbul Müftülüğü’ne getirilen ve oradan 30 Haziran 1960 tarihinde beşinci Diyanet İşleri Başkanı olarak tayin edilen merhum hocamız, kişisel erdemleriyle seçkin olan alimimizdir.
Diyanet Haseki eğitim merkezinden arkadaşım olan merhum Yahya Alkın kardeşim, iki yıl öğrencisi olduğu merhum Ömer Nasuhi hocamıza “Hocam, siz şapka yasağı fiilen sona erdiği halde niçin hâlâ şapka takıyorsunuz? Bu durum bizi üzüyor,” diyerek çok uzun yıllardan beri şapka takmasının sebebini sorar. Hocamızın cevabı şöyle olur:
“Evlâdım, biz bu hususta çok baskı gördük. Öyle ki, şu anda fiilî yasak sona ermiş olsa bile şapkasız dolaştığımızda bizi tutuklayıp hapse atmalarından korkuyoruz.”
-MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU (1901-1980)
Of’un meşhur Kıraat alimi M. Rüştü Hoca efendi Of ilçesinin resmi vaizi idi. Of’a giderken de başına şapka giyer; döndüğünde evin bir köşesine fırlatıp atardı.
1964’de niçin yıllardır şapka giydiğini soran genç talebesine Fetvayı Ali Efendi isimli fetva kitabından bir fetva nakliyle şöylece cevap verir:
(“Bir kimse gayri müslim bir kişiden bir inek satın alsa, ineğin eski sahibi şapkalı kafir bir kişi olması sebebi ile inek şapkasız kişiye süt vermediği anlaşıldığında, ineğin yeni sahibi olan Müslüman şapka takarak ineği sağmak zorunda kalsa, kâfir olur mu sualine, kâfir olmaz cevabı verilir ve gerekçesi de, Müslümanın şapka takmaktan maksadının ineği sağmak olduğu, kâfire benzemek olmadığı şeklinde açıklanır.”
Sehpada idam edilmiş insan gören bir hoca olarak ben bu fetvaya binaen şapka giyiyorum. Gördüğün gibi ineği sağma dışında da kullanmıyorum. Sadece Of’a giderken kullanıyorum.)
-HER İKİ HOCAMIZ AHLAKI BÜTÜN ŞAHSİYETLERDİ
Bizim ve güvenilir kaynaklarımızın tespitlerine göre her iki hocamızın ortak vasıflarından biri siyasetle hiç mi hiç ilgilememeleri, ama korku duydukları sisteme beyaz bayrak çekip vazife almış olmalarıdır.
Ameller niyetlere göredir ilkesini hatırlayarak devam edelim:
Bu hocalarımız şapka mezalimine tanık olmuş, Yahudi şapkası vesile edilerek idam edilen yetmiş kadar insanın şehadetine doğrudan ve dolaylı olarak şahid olmuşlardı. Amaç, değinildiği üzere İslam karşıtı devrimlere karşı gelebilecek insanları sindirmek olduğu için bu sindirmeden bu iki hocamız da ziyadesiyle paylarını almışlardı.
-HER İNSAN KORKAR
Her insan korkar. Rabbimiz tarafından Peygamber olarak Firavun’a gönderilen Hz. Musa ve Harun da korkmuş ve şöyle yakarmışlardı:
“Ey Rabbimiz! Bu zalimin bize kötülük yapmasından veya büsbütün azgınlaşmasından korkuyoruz.” (Tâhâ 45)
-KORKAKLIĞIN DA BİR SINIRI OLMALI
Korku duyma tamam da, aradan kırk yılı bulan bir süre geçtikten ve ortada şapka takan kişiler de görülemez olmuşken yetmiş kadar şapka şehidinin hatırasını gölge düşürecek ve yüreksizliği yansıtacak şekilde şapka takmak /giymek Hak ve Halk katında mazur görülebilecek bir olgu değildir.
Bu durum bu iki büyük hocamızla sınırlı da değildi. Müslim mütercimi ve şarihi merhum Ahmet Davudoğlu hocamız gibi daha niceleri de vardı.
Kusursuz insan olmaz. Her kusur da ruhsal gelişime engel olmaz. Dileriz bu iki hocamızın erdemleri eksiklerini giderir, maruz kaldıkları baskılar kefaretleri olur da derecelerini sınırlamaz.
-ASIL MESELE KORKU SALINMASIDIR
Asıl önemli mesele, salınan şapka katliamı korkusunun günümüze kadar gelmesi ve yapılan zulümlerin dile getirilemeyişi ve mazlumların abideleri dikilecek yerde dar ağacı kuran zalimlere övgüler yağdırılmasıdır.
Özetlersek mazisi ile yüzleşemeyen çoğunluğu korkak ve yalaka bir millet, ürkek aydınları ile insan haklarına ve İslam’a gereğince saygılı adil bir düzen oluşturamazlar. Oluşturamadık da…
Oysaki inanmak güvenmektir, Rabbimizin başarıya erdirip galebe sağlatacak ve Cennet’e yol olacak yardımı da haktır ve O va’dinden dönmez. Okuyalım:
“Biz Elçilerimize ve onları izleyen müminlere, hem bu dünya hayatında hem de bütün şahitlerin hazır bulunacağı Hesap Gününde mutlaka yardım edeceğiz.”
Yazımızı, zalimlerin İskilipli Atıf Efendi’yi aslında Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli risalesi sebebiyle şehit ettiğini hatırlatarak ve Mehmet Akif merhumla dil ve yürek birliği ederek bitirelim:
Hüsn-i zanneylediğim bir iki fâzıl hocanın,
İstedim fikrini açmak; dedim: “Artık uyanın!
Memleket mahvoluyor, din de berâber gidiyor;
Size Kur’an “Bakınız sâde uzaktan!” mı diyor?”