Aslında, Kudüs’le ilgili söylenebilecek her şey söylenmiş, yazılabilecek her şey yazılmıştır. Buna göre Kudüs hakkında söylenebilecek, yazılabilecek en son ve en güzel şey, İngiltere’nin bağışıyla devletleşip, bilahare ABD’nin desteğiyle işgal sahasını genişleterek, Filistin’i bir zulüm merkezi, cinnet havzası haline getiren İsrailoğulları’nın bu işgal ve zulmünün nihayete erdiğinin bildirilmesi olsa gerektir.

Ama bunun ifadede kolay, uygulamada zor olduğu ise aşikardır. Zira Kudüs temsil ettiği siyasi emellerin, iktidar oyunlarının fevkinde, kendi mekansallığının üstünde bir büyük değere sahiptir. Ki, bu değer herkes tarafından onun hakkında yeni bir şey söylemeyi, yazmayı gerektirmeyecek şekilde teslim edilmiş bulunsa da, bu söz konusu değer önceden yazılanların yeni yorumlarını, değerlendirmelerini kendiğinden kıymetli hâle getirdiği için, Kudüs hakkındaki sözler, yazılar her şart ve durumda sürecektir.

Bu bağlamdaki yeni telifleri -eleştiriden çok bilgilendirme / tanıtma maksadıyla- okurlarıma ulaştırmaya çalıştığım ise malumdur. Şimdi, Albaraka’nın prestij yayınları arasından çıkan, Eldar Hasanoğlu - Nuh Arslantaş imzalı Kudüs: Vahiyle Kutsanan Şehir adlı yeni bir kitabın (İstanbul 2021) bilgisini de bu maksatla iletmek istiyorum.

Eldar Hasanoğlu ile Nuh Arslantaş hocalarımızın gerek akademik çalışmaları, gerekse mezkur mekanla kurdukları sahih gönül bağları itibariyle, Kudüs hakkında yazabilecek olan çok sınırlı sayıdaki isimlerin başında yer aldıkları malumdur. Her ikisi de hem İbranice ve Arapça dil bilgisine, hem mekanın fiili olarak keşfine, hem de Tevrat / Tora, Talmut vb. Yahudiler’ce kutsiyet taşıdıkları kadar, aynı zamanda İsrailloğulları’nın tarihi olarak ilk kaynak niteliğini hazi bulunan metinlere… vakıf olmaları bakımından okurlarında haklı bir güven oluşturmuşlardır.

Tecrübeli editörlerimizden Şefik Memiş ile Murat Aslan’ın görsel yönetmenliğinde hazırlanan Kudüs: Vahiyle Kutsanan Şehir’in takriz yazısı da Melikşah Utku imzasını taşıyor.

Kısa bir Giriş yazısıyla başlayan kitap, Kudüs’ün Coğrafi Özellikleri; Eski Dünyada Kudüs: Uru-Şalim; Yahudi Geleneğinde Kudüs; Hıristiyan Geleneğinde Kudüs; İslam Geleneğinde Kudüs; İslami Dönemde Kudüs’ün Siyasi Tarihi; Kudüs’te İslam Mirası adlı ana başlıkları ve bu başlıklar altında Kudüs’ün taşıdığı sair isimlerden, vakıflarına… kadar açılan çok detaylı alt başlıkları ihtiva ediyor.

Onu telaşsız bir şekilde okuyabilmemin verdiği cesaretle, mezkur muhteviyatı esasında Kudüs: Vahiyle Kutsanan Şehir’in Osmanlı Türkçesi dahil yerli telif olarak şu ana kadar yazılan eserlerin en iyisi olduğunu peşinen iddia edebilirim. Ama yine de bana göre önemli olan birkaç hususa işaret etmek istiyorum:

Öncelikle kitaba ad olan tamlamadaki vahiy ve kutsal kelimelerini, bizleri de şu ya da bu oranda etkisi altına alan Hıristiyan kültürü nedeniyle artık kanıksıyor gibi görünüyor olsak da, hâlen biraz kekre bulduğumuz, popüler kaygıyla kerhen kullandığımız bir vakıadır.

Zira Hıristiyanlık’ta kutsallaştırma ruhbaniyyet kurumu üzerinden vahyi gerektirmeksizin sürmekte olup, İslam’da ise Allah ve Hz. Peygamber’in bizzat işaretledikleri çok az sayıdaki şeylerin dışında başka şeylere yeni kutsiyetler yüklenmesi söz konusu değildir.

Hâl böyle olunca, kutsal (ve onun zıddı olarak profan) kelimesinin Hıritiyan dünyadaki ve bizdeki karşılıkları benzerlik taşıyor olsalar da asla aynı değildir.

Bu sebeple, kıymetli yazarlarımızın vahiy ve kutsal kelimelerini, bu ayrımı ortaya koyan bir bilgilendirmede bulunmaksızın, lafzındaki genelliğe hükmederek kitap başlığına taşımalarının önemli bir eksiklik olduğunu düşünüyorum.

Öte yandan Hz. Ömer’in Kudüs Emannâmesi’nde Yahudiler’in Kudüs’te oturmalarına izin verilmeme şartını detaylı olarak inceleyip, oryantalistlerce sıkça dile getirilen Hz. Davud’un Yahudi olmayan tebayı da hükmü altında tutabilmek için ancak Hz. İbrahim’le zorunlu bir bağ kurduğu; Hz. Süleyman’ın gerisinde ağır borç yüküyle iflas etmekte olan bir imparatorluk bıraktığı vb. hususlara değinilmemesi de bana ilginç geldi.

Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman tanımlı devirlerin anlatımında her üç dinin lüteratürüne uygun üslûplar oluşturmada hassasiyet gösteren yazarlarımızın, aynı hassasiyeti Harem-i Şerif’teki yapıları mimarî bir dil ve detayla sunma konusunda göstermeleri de yine ancak onlardan beklenebilirdi.

Ama son tahlilde kitabın kıymetiyle ilgili yukarıdaki hükmümde ısrarlıyım.

Yazarlarına ve kitaplaşmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.