Çalışma hayatının sürekli teşvik edildiği, çalışan hanımefendilerin özendirici görüntülerinin her an servis edildiği ve özgürlük adı verilen bağımsız hareket etme imkânlarının bizi ne kadar olumlu etkilediği her an gözümüzün önüne getiriliyor. Fakat çalışma hayatının bize neler kaybettirdiğinden kimse söz etmiyor. Şu anda toplum olarak aile merkezli yoğun çalışmalar yapılıyor çünkü aile artık eskisi gibi bir işlev göremiyor. Geçimsizlik sürekli artan ve aileyi temelden sarsan bir vakıa olarak zihinlerimizde ve istatistiklerde yerini alıyor. Aynen, alkol ve uyuşturucunun, okumamanın, erkeğin çalışmamasının, ailede tedavi edilmeyen psikiyatrik bozuklukların, aile sorunlarına çözüm üretmek yerine herkesin kendi doğrularını savunmasının kişiyi şiddete sevk eden birer unsur olduğuna odaklanmak yerine, şiddeti sadece fiilen engellemek adına cezalarla savuşturmaya çalışmak ne kadar eksik ve yönü yanlış bir çaba ise; çocuğu ve aileyi korumak adına annenin dışarıda olduğu bir modeli savunmanın da çözümü ilgisiz yerlerde aramak olduğunu düşünüyorum.

Geçinemeyenler ne yapsın?

Elinde yeteri kadar maddi varlığı olduğu halde, konforuna lüksüne yetmediği için çalışanların yanında, gerçekten yetiremediği için çalışmak zorunda kalanlar var. Annesinin süt verme çağındaki çocuğunu birilerine bırakarak çalışmak zorunda kalması, hem anne hem çocuk için tam bir eziyettir. Herkesin terbiye metodu ve kullandığı dil ve üslup farklıdır. Çocuğun annesi yerine, başkasının elinden ilgiyi ve sevgiyi alması, o esnada çocuğun ihtiyacını karşılar fakat hiçbir bakıcı annenin sevgi dolu bakışını ve yürekten kucaklamasının verdiği huzuru veremez. Bir de, geçim derdinden değil, “Okudum boşa mı gitsin?”, “Evde kalıp çocuk mu bakacağım?” “Ekonomik özgürlüğümden vaz geçemem, ben eşimin eline bakamam” tarzındaki gerekçelere, “Şu anda devlet memuruyum, memuriyetimin yanmasını istemiyorum” “Şu anki işimden çok iyi kazanıyorum ve rahat bir iş, ayrılırsam bir daha bunun gibi bir iş bulamam” tarzındaki gerekçeleri de ilâve etmemiz lazım. Bütün bu gerekçelerin hem aile kurumuna hem de topluma yansıyan önemli bir zararı da çocuk sayısının iki çocukta sabit kalmasına hizmet ettiği gerçeğidir.

Dökülen kabını doldurmaz

Halk arasında kullanılan bu söz, çok önemli bir gerçeği işaret ediyor. Yani, çalışıldığında oluşan boşluk, arada yaptıklarımızla telâfi edilemiyor. Burada tekrar belirtmekte fayda görüyorum, ben de çalışan bir hanımefendiyim, bu sözlerim çalışmaya karşı olduğum için değil, çalışma zamanı çocuklara göre ayarlanmadığında feda ettiğimiz değerlerin bize çok pahalıya mâl olduğu ve geriye dönerek telâfi imkânının da bulunmadığı gerçeğine işaret etmek içindir. Ayrıca, bu tekli bir mecaz da içeriyor. Annenin gönlü dışarıda olursa bedeninin evde olmasının bir mânâsı kalmaz. Yuvamızda, eş ve çocuklarımızla birlikte huzurlu olmamızın şartlarından birisi de, yuvamıza emek vermemiz, gönül olarak yuvamızda olmamızın önemini kavramamızdır. Teklifimi tekrar ediyorum; Hanımefendiler eve dönelim.

Peki bu durumda aile bireylerine ve devlete düşen görevler nelerdir? Bu duruma nasıl bir çözüm üretilmeli?

Bireyler olarak, helâl rızkın bereketine inanıp, az ile de yetinebileceğimize inanmalıyız. Zannediyorum en başta gelen kriterimiz olmalı.

Devletimiz ise, çocuk başına cazip ödemeler yapmalı. Her anne sigortalı olmalı ve kendisine maaş bağlanmalı. Eşler arası iletişim ve çocuk eğitimi konularında internet üzerinden düzenli eğitimler ve ücretsiz danışmanlıklar yapılmalı. Çocuklar büyüdükçe, yarı zamanlı iş ortamları oluşturup annelerin de sosyal hayatta var olmaları, kazanmaları ve kendilerini geliştirmelerine fırsat verilmeli. Her doğum yapan anne bir kahramandır. Bu bilinç bilhassa televizyon ve sosyal medya üzerinden oluşturulmalı. Ev hanımlığını küçümseyen ve değersizleştiren söylemler yerine, bunun ne kadar önemli ve değerli olduğu dizi ve filmlerle anlatılmalı. Annelerin çocukları ile zaman zaman seyahati sağlanmalı, gelişimleri için yeni projelerle aile hayatı kuşatılmalı. Beyefendiler, eş ve baba olarak sağlıklı bit toplumun mimarlarından olduğu için, mutlaka cazip eğitim öğretim metotları ile eğitilmeli, hatta yarışmalarla özendirilmeli. Ulaşmak istediğimiz sağlıklı düşünen bir toplum ve doğru davranmaya özen gösteren ebeveynlik için akademiler açılmalı ve mutlaka toplum olarak eğitilmeliyiz.