Cumhurbaşkanımız, 16 Ekim Çarşamba günü Grup toplantısında yaptığı ve dosta düşmana çok açık ve net mesajlar verdiği tarihi konuşmasını şu sözlerle bitirmişti:

Şahid ol Yarab! Şahid ol Yarab! Şahid ol Yarab!

Bu ifadeler vicdan rahatlığının, zalimin karşısında mazlumun yanında olmanın,  elinden gelen her şeyi yapmanın ve daha sonra da bütün kalbiyle Allah'a tevekkül etmenin delilidir.

Cenabı Allah elbette her şeye şahittir ama O'nu istişhad etmek, yani şahid tutmak, Resulullah'ın (a.s.m.) sünnetidir. Veda Hutbesini hatırlayalım:

Daha sonra Resûlullah, “Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. O zaman ne diyeceksiniz?” deyince ashab, “Allah'ın risâletini tebliğ ettin, görevini yaptın, bize nasihatte bulundun diye şahitlik ederiz” dediler. Bunun üzerine Resûlullah şehâdet parmağını semaya doğru kaldırdı, sonra da insanlara doğru çevirip indirerek, “Şahid ol yâ rab, şahid ol yâ rab, şahid ol yâ rab!” dedi. (TDV İslam Ans. C.42, s.592)

***

Biz Müslüman Türk milleti olarak tarihin hiçbir devrinde zalime destek olmadık, hep mazlumun yanında olduk. Masumlar zarar görmesin diye, kendimizi tehlikeye bile attık. Yemedik, yedirdik, giymedik giydirdik. Şahid ol Yarab!

Hiçbir zaman ırk ve asabiyet ayırımı yapmadık. İslam ümmeti içinde yer alan her milletle kardeş olduk. Türk, Kürt ve Arap birleşerek Kur'ân'ın hizmetine koştuk. İ'layı Kelimetullah'ı kendimize ulvi gaye yaptık. Şahid ol Yarab!

İslam'ın ve Kur'ân'ın ölçüleri ışığında, fisebilillah yaptığımız cihadda, aman dileyene el kaldırmadık. İnandık diyenlerin samimiyetini sorgulamadık. Yaptığımız anlaşmaları asla bozan taraf olmadık. Şahid ol Yarab!

Elinde silah olmayan insanlara, yaşlılara, kadınlara ve çocuklara en ufak bir zarar vermedik. Teslim olanlara, esir düşenlere insanca muamele ettik. Onları yedirdik, içirdik, giydirdik. Şahid ol Yarab!

İnsanlara Allah'ın en mükerrem mahluku olarak değer verdiğimiz gibi, masum hayvanlara da merhametle davrandık. Allah'ın nimeti olan bitkilere, ağaçlara, ekinlere, mahsule bile zarar vermedik. Şahid ol Yarab!

Bir beldeyi feth ettiğimiz zaman, İslam'ı ve tevhidi tebliğ edip, insanları din değiştirmeye asla zorlamadık. İsteyenin kendi inancında kalmasına ve ibadetini özgürce yapmasına müsaade ettik. Şahid ol Yarab!

Hele Ehli Kitaba, yani Hıristiyan ve Musevilere, Kur'ân'ın tanımış olduğu hakları asla ihlal etmedik. Aldığımız cizye karşılığında onların can, mal ve namus emniyetlerinin bekçisi olduk. Şahid ol Yarab!

Hiç bir din ve inanç farkı gözetmeksizin bize tevdi edilen emanetlere hıyanet etmedik. Verdiğimiz sözü tuttuk. Kendi zararımıza da olsa sadakatten asla ayrılmadık. Şahid ol Yarab!

Bütün icraatlarımızda adaleti kendimize rehber yaptık. Adalet olmayan yerde zulmün hakim olacağının idraki içinde, daima hukukun üstünlüğünü esas tuttuk. Şahid ol Yarab!

Hukukullah'tan sonra en fazla hukuku ibada önem verdik. Allah'ın affetmediği tek günahın kul hakkı olduğunun şuurunda olarak, insan haklarını hiçbir zaman ihlal etmedik. Şahid ol Yarab!

***

Bütün dünya yaptıklarımıza kör ve sağır olsa da, sonunda vicdanlarında bir kırıntı halinde kalan sağduyu harekete geçti. Türkiye'nin yaptığı "Barış Pınarı" harekatının bir savaş ve işgal olmadığını kabul ettiler. Maksadı sadece bölgeyi terör örgütlerinden ve yapılanmasından temizlemek olan harekatın, aynı zamanda sivillerin bir güvencesi olduğunu da ileride anlayacaklar.

ABD'nin asıl gayesi terör örgütlerini imha olmaktan kurtarmak olsa da, Türkiye'nin yıllardır söylediği güvenli bölge tezini kabul etmek zorunda kalması "Barış Pınarı"nın en önemli neticesidir. 13 maddelik anlaşma, her yönüyle Türk askerinin sahada gösterdiği başarının, diplomasi yoluyla masada elde edilen kazanımıdır. Harekata 5 gün ara verilmesi bir kayıp değil, bir fırsattır.

Ancak, ABD'nin geçmişte yaptığı ikiyüzlü oyalama politikası unutulmadan, bu 120 saatlik süre çok ciddi bir şekilde takip edilmelidir. Anlaşma maddelerinde yer alan, hem teröristlerin 20 mil güneye çekilmesi, hem de silahların ellerinden alınarak mevzi ve bütün tahkimatlarının imha edilmesi, somut olarak tesbit edilmelidir.

ABD'ye tam olarak güvenilmeyeceğinin en önemli delili, Dış İşleri Bakanı Pompeo'nun Ankara'dan Telaviv'e gitmesidir. Yapılan anlaşma ile Türkiye'nin masada elde ettiği başarı karşısında beyninin kimyası bozulan Netenyahu'yu teselli edip, ona moral vermek için hemen İsrail'e koşan Pompeo, kapalı kapılar ardında kim bilir daha ne vaatlerde bulunmuştur.

Kıymetli okuyucular. Sizler bu satırları okurken, terör örgütlerine tanınan 5 günlük süre bitmiş ve Cumhurbaşkanımız da Putin'le görüşmek üzere Soçi'ye gitmiş olacak. Sadece günlerin değil, gelecek saatlerin bile sürprizlerle dolu olduğu bu kritik zamanda isabetli tahmin yapmak çok zordur. Ama benim tahminim, bu zorlu ve gergin sürecin çözümü Rusya'nın elindedir.

Başından beri Suriye'nin içine düştüğü bu çıkmazın birinci sorumlusu Rusya ve İran olmuştur. Çünkü menfaatleri uğruna zalim Esed'in destekçisi ve zulmüne ortak olan bu iki ülke, ABD'nin de bölgeye gelmesine sebep olmuştur. Cumhurbaşkanımız büyük bir diplomasi başarısı ile sürekli diyalog sayesinde Rusya ve İran'a birçok noktada Türkiye'nin haklı düşüncelerini kabul ettirmiştir.

Şimdi Türkiye, karşısında üç rakibin olduğu satranç oyununda şah çekmiştir. Oyunun bundan sonraki kısmının gidişatı Rusya'nın karşı hamlesine bağlıdır. Cumhurbaşkanımızın Putin'le ikili ilişkilerinin çok iyi olması ve geçen hafta Bakü'de yapılan Türk Konseyi 7. zirvesinde önemli bir siyasi desteği arkasına alması, başarı ihtimalini çok güçlendirmektedir. Ama tarihi gerçekleri de hatırlayarak, Rusya'ya tam olarak güvenilmeyeceğini de unutmamak gerekir.

NOT:

Kudüs şairi, kıymetli edebiyatçı, güzel insan, Nuri Pakdil üstada Allah'tan rahmet dilerim. Onun mısralarında dile gelen Kudüs'ün, bütün gençliğimize, tüm Müslümanlara emanet edildiğini unutmayalım:

Tur dağını yaşa,

Ki bilesin nerede Kudüs.

Ben Kudüs'ü kol saati gibi taşıyorum.

Ayarlanmadan Kudüs'e,

Boşuna vakit geçirirsin.

Buz tutar,

Gözün görmez olur.