Takvimler 31 Aralık 1516 tarihini gösterirken, Kudüs’te olağanüstü bir hareketlilik yaşanıyordu. Şehrin her dinden ileri gelenleri tarafından hürmet ve tazimle karşılanan Sultan Selimi Evvel, ikindi vakti Kudüs’ün karşısına otağını kurdurmuştu. Kudüsü Şerifi ve mukaddes mekanları merak ve heyecan içinde ziyaret etmeyi düşünen Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, akşam namazını Mescidi Aksa’da kılacağını bildirdi.

Padişahın geleceği duyulunca, Veziriazam Sinan Paşa tarafından üç ay önce Osmanlı topraklarına katılan Kudüs’te, hummalı bir hazırlık başladı. Kıble Mescidi tam 12 bin kandille aydınlatıldı. Her taraf pırıl pırıl temizlendi, güzel kokular sürüldü. Yavuz Sultan Selim, akşam ezanından önce Mescidi Aksa’ya geldi. Önce Kubbetüs-Sahra’yı ziyaret ederek, Muallak Taşı’nın altındaki mağarada iki rekat namaz kıldı. Daha sonra akşam namazını kılmak için Kıble Mescidine geçti. 12 bin kandilin ışığında adeta gündüz gibi olan mescidde namazını kıldıktan sonra, yatsıya kadar burada kaldı. Halepli Neccar’ın yaptığı ve Selahaddin Eyyubi tarafından getirilip yerine konan muhteşem ahşap minberi ziyaret etti. Yatsı namazını da burada eda ettikten sonra gece otağına geri döndü.

Yavuz Sultan Selim, ertesi gün tekrar Mescidi Aksa’ya geldi. Binlerce koyun ve deve kurban edilerek halka dağıtılmasını emretti. Yine Kubbetüs-Sahra ve Kıble Mescidi’ni ziyaret ederek, namaz kıldı. 1 Ocak 1517 günü Mısır seferine çıkmak üzere Kudüs’ten ayrıldı.

ERMENİ PATRİĞİNE VERİLEN FERMAN

Yavuz Sultan Selim, Kudüs Fatihi Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubi gibi halka ihsanlarda bulunmuş ve onlara eman vermiştir. Çoğunluk Müslüman olmasına rağmen azınlık durumda olan Hıristiyan halkın din, inanç ve ibadet hürriyetlerini yazılı olarak güvence altına almıştır. Kudüs Ermeni Patriği Serkis’e verdiği ferman, Hıristiyanlara tanınan hakların titizlikle anlatıldığını ve korunacağını ifade etmektedir. Bu Nişanı Hümayun’un giriş ve son bölümleri şöyle:

"Nişân- Hümayûn,

Yüce Allah ve Peygamberine hamd ile Kudüs'e gelip, Safer ayının yirmi beşinci günü fethedilip, Ermeni toplumunun patriki olan Serkis adlı rahip, diğer bütün rahipler ve halk ile birlikte gelip benden yardım ve ihsan dilediler. Eskiden beri bazı şartlarla kendilerinde olan kilise, manastır ve diğer kutsal yerleri, Kudüs'ün içinde ve dışında bulunan kilise ve ibadethaneleri, eskiden hangi şartlarla ellerinde bulunuyorsa, yine aynı şekilde devam etmek üzere Ermeni toplumuna patrik olanlar sahip olacaklardır. Hazreti Ömer’in (r.a.) verdiği nâme ve Melik Selahaddin zamanından beri verilen emr-i şerifler gereğince sahip bulunduklar Kamame, Beytü'l-Lahm Mağarası ve kuzey tarafındaki kapı, büyük kiliseleri olan Mar Yakub, Deyr-i Zeytun, Habsü'l-Mesih ve Nablus ve kiliselerine bağlı mezhepdaşları olan Habeş, Kıptî ve Süryani toplumlarına, Mar Yakub Kilisesinde oturan Ermeni patrikleri tarafından sahip olunup, başka toplumlardan hiçbir kimsenin karışmaması için bu nişân- hümayûnu verdim.

………………………

Bugünden sonra, ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere verilen nişân-ı hümayûn gereğince hareket edilip, başka toplumlardan hiç kimseyi karıştırmayıp, bu konuda çocuklarımdan, vezir-i azâmlardan, …………. yaratılmış hiçbir fertten, ne olursa olsun her ne suretle olursa olsun, her ne sebeple olursa olsun, karışmayacak, rahatsız etmeyecek, değiştirmeyecek ve bozmayacaktır. Her kim karışır, rahatsız eder, değiştirir ve bozarsa, hükümdarların muini olan Allah'ın katında suçlular takımından sayılsınlar. Şöyle bilinsin; hazineler açan hükmümü, âlemi süsleyen ak tuğra ile parlak ve bezenmiş görenler, kutlu mananın doğru ve anlatmak istediğimizi tasdik etmiş bilip, alameti şerife itimat etsinler. 9 Kasım 1517".

Yavuz Sultan Selim’in Ermeni Pariği’nin şahsında Hıristiyanlara verdiği bu güvence, asırlar önce Hz. Ömer’in Patrik Sofranyus’a verdiği Emanname’yi hatıra getirmektedir. Tarihte ciddi manada ilk insan hakları belgesi olan bu Emanname’nin özeti şöyle:

Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla!

Bu sözleşme, müminlerin emiri ve Allah'ın kulu Ömer tarafından, Kudüs halkına verilen bir emândır. Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, hastalarına ve bütün fertlerine verilen bir teminattır. Kiliseleri mesken yapılmayacak ve yıkılmayacaktır. İçindeki kutsal eşyaya dokunulmayacaktır. Kimse dinî inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar verilmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskân edilmeyecektir. Buna karşılık Kudüs halkı da, diğer şehirlerin halkı gibi cizye verecektir. Orada bulunan Rumlar çıkarılacak; fakat gidecekleri yere kadar güvenlikleri sağlanacaktır. Çıkmak istemeyenler ise Kudüs halkı gibi cizye vereceklerdir. Burada kalıp hasadını almak isteyen de hasadını alacak ve malını satmak isteyene gerekli kolaylık gösterilecektir. Bu, Allah'ın Resulü'nün, halifelerin ve müminlerin Kudüs halkına verdiği bir güvenlik ahdidir."

KUDÜS İŞGALİNDEKİ VAHŞET

Tam bu noktada durup, 15 Temmuz 1099 tarihindeki Kudüs işgalinde yaşanan vahşeti gözler önüne sermek gerekiyor. Bu tarihten dört yıl önce 1095 yılının 27 Kasım’ında soğuk bir havada Fransa’nın güneyindeki Clermont şehrinde binlerce insanın toplandığı meydanda büyük bir kalabalığa hitap eden Papa II. Urbanus şöyle bir konuşma yapıyordu:

“Ey İsa Mesih’in evlatları! Doğu’da neler olduğundan haberiniz var mı? Türkler ve Araplar Anadolu’yu ele geçirip Bizans’a ve Akdeniz’e dayandılar. Din kardeşlerimizi öldürüp, kalanları esir aldılar. Kiliselerimizi yıkıp, Hıristiyanlığı ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Kutsal topraklar ve Kudüs yüzyıllardır onların işgali altında. Sadece İspanya’da Müslümanlara karşı mücadele etmek yeterli değildir. Asıl savaşımız Doğu’da olmalı. Onları Anadolu’dan ve Kutsal topraklardan atmalıyız."

Bu teşvikler sayesinde başlayan 1. Haçlı Seferi, nihayet Kudüs’e ulaşmayı başarmıştı. 7 Haziran'da Kudüs önlerine gelen Haçlılar şehri kuşatmış, 5 hafta sonra 15 Temmuz'da surlardan içeri girmişlerdi. Tarihi kaynaklara göre en az 70 bin Müslüman şehid edildi. Şehirdeki Yahudiler de katledildi. Yapılan büyük katliamı kendi tarihçileri bile dehşet içinde anlatmışlardı.

Haçlı Ordu vaizi ve tarihçi Raimundus Aguilers kitabına şunları yazıyordu:

“Mabetlerin bulunduğu mahalleye giderken cesetlerin ve dizlerime kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zorunda kaldım. Şehrin sokakları kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek çok zordu.”

Haçlı lideri Godefroi ise Papa’ya yazdığı mektupta şöyle diyordu:

“Kudüs’teki bütün Müslümanları katlettik. Bilginiz olsun ki, Süleyman Tapınağı’nda atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak ilerliyoruz.”

İşte İslamiyetin gayri Müslimlere verdiği hak, adalet ve hoşgörüye karşılık Bağnaz Hıristiyanların yaptığı acımasız katliamı, vicdan sahibi herkes açıkça görmektedir. Bu işgalden 88 yıl sonra Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü yeniden fethedip Haçlılardan temizleyince, yapılan o katliama kısas yapmadı. Cüz’i bir fidye karşılığı Kudüs’te yaşayan bütün Hıristiyanlar güven içinde Sur şehrine gittiler.

KUDÜS’TE OSMANLI MÜHRÜ

Yavuz Sultan Selim’in ömrü vefa etmeyince, oğlu Kanuni Sultan Süleyman, Küdüs’ü her bakımdan mamur etmiştir. En önemli hizmeti şehrin etrafında bugün dahi bir kısmı sağlam duran surları ve Kudüs Kalesi’ni yaptırmasıdır. Ayrıca şehrin su ihtiyacını karşılamak için büyük havuzlar ve su yolları yaptıran Kanuni, çok sayıda çeşmeyi de halkın istifadesi için inşa ettirmiştir. Mescidi Aksa’nın birçok bölümünde tamirat ve yenileme çalışmaları yaptırmıştır. Mescid çevresinde çarşı ve dükkanlar inşa ettirerek ticari hayatın canlanmasını sağlamıştır. Hanımı Hürrem Sultan da yaptırdığı tekke ve kurduğu vakıflarla, gençlere, talebelere ve fakirlere maddi yardımda bulunmuştur.

Sultan 4. Murad, El-Halil yolu üzerinde bir kale inşa ettirmiş ve kervanların emniyetini sağlamıştır. Sultan Abdülmecid, 20 bin altın harcayarak Mescidi Aksa’yı tamir ettirmiştir. Sultan Abdülaziz ise yeni çarşılar ve Kubbetüs-sahra’nın tezyinatını yaptırmıştır. Sultan Abdülhamid Han’ın sayısız hizmetleri içinde en önemlisi Kudüs-Yafa demiryolu ve 1892 yılında açılan Kudüs istasyonudur. El-Halil kapısı yanında inşa edilen kale ve saat kulesi de onun eserlerindendir. Maalesef bu saat kulesi yıktırılmış ve sadece fotoğraflarda hatırası kalmıştır.

400 YIL SONRA HAZİN VEDA

Yavuz Sultan Selim’in emaneti olan Kudüsü Şerif’i, Osmanlı Devleti kanıyla, canıyla himaye etmiş, 400 yıl boyunca burayı bir huzur ve barış beldesi olarak muhafaza etmiştir. Fakat sömürgeci güçlerin Osmanlıyı parçalama, Müslümanları başsız ve hamisiz bırakma planları uygulamaya konmuş, 1. Dünya Savaşı sonunda bütün mukaddes beldelerle birlikte Kudüs de elimizden çıkmıştır. Askeri ve siyasi alanda yapılan büyük hataların bedeli çok ağır olmuş, Filistin, Ürdün, Suriye, Irak elimizden uçup gittiği gibi, on binlerce şehit ve esir verilmiştir.

Acaba Kudüs gereği gibi savunulmuş mudur? Tarihi kaynakların ışığında, bu soruya evet demek mümkün değildir. Çünkü 1917 yılının Nisan ayına kadar çok iyi savunma yapan ve iki defa İngiliz kuvvetlerini geri püskürterek zafer kazanan Osmanlı Ordusu; bu tarihten sonra tayin edilen Alman generallerin, en başta Mareşal Falkenhayn’ın yanlış kararları yüzünden geri çekilmeye başlamıştır. İngilizler ise tam tersi, Mısır cephesine çok başarılı bir komutan olan General Allenby’yi göndererek, ona kısa zamanda Kudüs’ü işgal etme görevi vermişlerdir.

30 Ekim’de Bi’rüssebi cephesinin yarılması ve bir hafta içinde Gazze’nin düşmesinden sonra, 40 gün boyunca adım adım geri çekilen ordumuz, Kudüs için nice canlar feda etmiş, oluk gibi kan akıtmış, binlerce vatan evladını da acımasız düşmana esir vermiştir. Sonunda 8 Aralık 1917’de; İngilizlerin bile haftalarca sürecek çetin bir savunma bekledikleri Kudüs’ten, kapkaranlık bir gecede sessiz sedasız çekilerek bu mukaddes belde asırlar sonra modern Haçlılara terk edilmiştir. Onlar da rolleri bitince Siyonistlere devir teslim yapmış, İslam Âleminin bağrına bir hançer saplanmıştır.