15 Temmuz’da  ülkemize yapılan küresel saldırı    büyük  bir zihni dönüşüme kaynaklık etti. Yeni bir çağın ve yeni bir miladın başında olduğumuzu hissetmeye başladık. Aynı duygu ve düşünceler etrafında birleştik.   Farkına varmadığımız  değerleri yeniden keşfettik.  

Biz aslında FETÖ ile PKK ile değil, arkadaki  güçlerle savaştığımızı daha iyi farkettik. Düşmanı üretiyorsunuz. Savaş için bahane oluşturuyorsunuz.  Düzenli ordular değil maşalarla çalışıyorsunuz.  Ve uzun vadeli hesaplar içindesiniz.    

Son yıllarda ülkemizin ayağa kalkma  yolundaki hareketleri ve    uyanışı    sömürgecileri telaşa düşürdü.  Bir an evvel Türkiye’yi alt etmenin ve dize getirmenin  hesabı içine girdiler.  Atak üstüne atak geliştiriyorlar. 

Türkiye, tarihi,  coğrafi, kültürel  konumları ile    sadece Türk ve İslam coğrafyasının değil, Afrika ve Güney Amerika ve Asya ülkelerinin  de    kurtuluşunun anahtarını   elinde tutuyor.    Bunun farkında olan  “üst akıl” bütün çılgınlığa ile  yükleniyor.  

Oyunların en büyüğü  Türkiye üzerine kuruluyor.  Bu adı konmamış küresel savaşta maşa  geçmişte   Ermeni çeteleri idi.  PKK maşası  hala kullanılıyor. 28 Şubat sürecinde Ergenekoncu Terör Örgütü (ETO) devredeydi.    Son olarak   FETÖ devreye  sokuldu. Uzun süre kullanıldı.  

Paralel devlet, mevcut devletin ya da hükümetin içinde ama meşru olmayan “devlet gibi” etkili ve yönlendirici yapılanmaların adı olmaktadır.  Paralel devleti sosyal bilim literatürüne Amerikalı tarihçi Robert Paxton’un kazandırdığı söylenir. 

Bu sohbetimizde  paralel yapılanmalara zemin  teşkil eden  ortamı etüd etmeye çalıştık.  Neden ülkemiz sürekli dış güçlerin manevra alanı haline gelmiş bulunuyor ve   her fırsatta  değişik şekillerde darbelere maruz kalıyoruz? Ne yapalım , hangi tedbirleri alalım ki  bir daha darbe olmasın? 

Paralel yapılanmaların ülkede    bazı alanlarda hala devrede olduğunu düşünebiliriz. Mesela ülkemizde merkezi sınavlarla ilgili uygulamalar  ikinci bir eğitim müfredatı  teşkil ediyor. Bu yapılanmayı bir paralel  müfredat yapısı olarak görebilir miyiz?  Bu yapılanma  eğitimin içini  kanser gibi yiyip bitirmektedir.    

Paralel müfredatın varlığı şuradan belli ki okulların normal müfredatı ve ders planı hep  geri planda kalır. Geçmişte dersaneler okulun yerini almıştı. Şimdi okullar dersanelere benzemeye çalışıyor.   Konuyu liseler için ele aldığımızda eğitimi belirleyici olan  ÖSYM’nin sınav müfredatıdır. 

Bilmem farkında mıyız? Türkiye’ye ikinci bir ad verilse idi  herhalde bu ad  “sınavlar ülkesi” olurdu. Eğitime sınavların  böylesine hakim olduğu başka bir ülkenin bulunduğunu zannetmiyorum. Sınavlar eğitimin yerini almış durumdadır.    

Teste dayalı eğitimin ve merkezi sınavların nasıl bir paralel müfredat haline geldiğini çeşitli yazılarımda dile getirdim. [1] 
Özellikle  şaşırdığım husus 15 Temmuz Ruhunun Yeni Eğitim Vizyonuna yansıtılmaması oldu. Bu şaşkınlığımızı bir yazımızda ayrıntılı ele almıştım. [2] 

Orada demiştik: “Medeniyet kendi tekniğini ürettiğine göre, kendi metafiziğimize ait teknik üretimine geçelim. Batı’dan alabileceğimiz her şeyi alalım, ancak bu, kendimizi inkâr ederek olmamalıdır.
Yapmamız gereken Hz. Mevlânâ’nın pergel metaforunu hayata geçirmek. Önemli olan başka medeniyetlerden neyi, nereye kadar ve nasıl ödünç alabileceğimizi bilmek. Sonra da ödünç aldıklarımızı semantik müdahaleye tabi tutarak kendimize mal edebilmek..
Ruha genişlik bahşeden ve düşünce dünyasını kanatlandıran, bilimsel değere sahip tarih, sosyoloji, felsefe, fen ve hatta sanat dersleri projelerini hayata geçirebiliyor muyuz?”
Ancak Yeni Eğitim Vizyonunda beklenen olmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ve ekibinin  hazırladığı  2023 Eğitim Vizyonu Tanıtım Toplantısı´ndaki konuşmasında       “Paralel Eğitim” gerçekliğine dikkat çekmiş ve  şöyle demişti:  "…Ama çözüyoruz. Farklı isimler, görüntüler ve kamuflajlar altında bu paralel eğitim sistemi varlığını sürdürüyor." [3]

-Yeni eğitim vizyonuna 15 Temmuz Ruhunun yansıtılmamasını ve seküler hali ile devam etmesini nasıl yorumluyorsunuz?  Bu  soruma  bir soru daha ilave etmek istiyorum.      Dünyayı sömüren  % 10 azınlıktır.  Bu  kadar küçük azınlık  nasıl oluyordu da geri kalan % 90 çoğunluğun   sırtından geçinebiliyor?  

Eğitimle..  İnsanları toptan   düşünemez ve sorgulayamaz hale getirerek yönetiyorlar. Maşalar kullanıyorlar. 15 Temmuz olayı  değerlendirmelerine baktığımızda   olayın perde arkasını, bu yönünü  ıskalıyoruz. Daha ziyade   perdeye yansıyanları yani görüntüleri konuşuyoruz.   Arka cepheyi pek irdelemedik. 
Yeni Dünyada sömürgeciler  eğitime el atarak atıyorlar. Sömürge kafalı aydınlar yetiştiriyorlar. Mesleki eğitimi öldürüyorlar.   Gizli ve üstü örtülü bir şekilde arkadan planlar çeviriyorlar. Algı operasyonları   ile ülke insanın toptan yanıltıyor ve yanlış yerlere sevkediyorlar.  

-Gizli güçler,  insanların algıları gelişmesin, kimliklerini bulmasın, planlarımızı anlamasınlar diye plan yapıyorlar. Bu yolda da  en etkili yöntem olarak  eğitimi kullanıyorlar   . Bunu biraz daha açabilir miyiz?  

Arzu edilen eğitim şekli; çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin baş ideolojisi sermayeciliğin ana payandası bilindiği gibi seküler    yaşam biçimidir.   Feto liderinin  hitabet ve örgütleyicilik  kabiliyetleri ile   12 Eylül akabinde  derin güçlerce istihdam edildi. Var gücüyle eğitim ile öğretime abandı.  Görünmeyen amaç şu:  İngiliz-Yahudi medeniyetine tabi olan,   munis ve mutedil  içi boşaltılmış   Müslümanlar haline getirmek.   
Türk Okulları Projesine bakalım.  Okulların    eğitim dilleri İngilizce.   Türkçe Olimpiyatları falan diyerek ama, maksat göz boyamak olduğunu geç anladık. Bazı hayırsever vatandaşlar Türkistan’da Türk okulu açıyorlarmış, aman ne güzel; ama niye kolej oluyor, İngilizce ile eğitim yapılıyor?  
 İngiliz’in   asırlık   hedefleri var.    Hem Türkiye’de hem dışarıda.  Türklerin hepsi kendilerini bir toparlarlarsa, kaynaklar ellerinde, pazarlar ellerinde, Avrupa batar. Avrupa’da bir şey yok. Ne kaynağı var, ne pazarı var.  Türk ve Müslüman ülkelerin sırtından geçiniyorlar.  Türklerin uyanması  Avrupa’nın işinin bitmesi anlamına geliyor. Onun için adamların açık  niyetleri var.  “Türk ve müslüman” lâfını tarihten silmek. Plan bellidir: Eğitim dilini İngilizce yapmak. Bir iki nesil sonra Türkçe bitecektir. Kültür ve  tarih bilinci kalmayacaktır.    
Türkiye dar gelmeye başlayınca, Güney Amerika'dan Altay Dağları'nın eteklerine dek yerküreyi sararcasına okullar kuruldu.   Bu zamana kadar  yedirilip içirildi.  Allayıp  pullandı.  En büyük hasım Hükümet ve onu temsil eden Recep Tayyip Erdoğan’dı. Fetö örgünün karar mercilerine  sızmış  mason ve benzeri 'üst akıllar”  AK Parti'yi devirmeye yönlendirildi.  
Hulasa, emperyalizmin temsilcisi  ülkeler   harpleri  düzenli ordularla değil ülkelerde karışıklıklar üreterek, maşalar kullanarak perdeler arkasında hakimiyetlerini sürdürüyorlar.  

-Türkiye üzerine oyun üstüne oyun kuran  bu emperyalist  güçlerin  amaçlarının ne olduğu  daha iyi anlaşılıyor.  Basınımızda ve yetkililer nezdinde, aydınlar arasında  pek de  konu edilmeyen  ülkemize kurulan tuzakların perde arkasındaki maksadı;  görünmeyen amaçlarını bir kere daha özetleyebilir miyiz?

Amaç şu: Mali sermayeci rant ile soygun düzenini devam ettirmek. Lüzumsuz tüketim malları icat edip gençleri, uyuşturucuya müptela kılarcasına, bunlara zamanla alıştırmak ve bu tüketimi karşılayacak ölçülerde üretmek, sonuçta kar üstüne kar koymaktır. Bu, konunun  iktisadi yönü .  
Bir de eğitim yönü var. Propaganda, reklam ve okullaşma yoluyla itikatlarını, adap, terbiye ile örflerini, kısacası başta gelen medeniyet değerlerini, öncelikle gençlerin zihinlerine işleyerek kendinden yana kadrolar oluşturmak, giderek tüketime müptela kılınmış, her denileni itirazsız gerçekleştirecek maneviyattan uzak  nesiller yetiştirmektir. Amaç kısaca şeytani düzenin devamıdır. 

Bunun için ülkelerin eğitim sistemini ele geçiriyorlar. Ülkemizin eğitim işlerinin 1948 yıllarında yapılan Marshal anlaşmalarından bu yana Amerika’ya ihale edildiği ve hala da ilgili danışmanlarca yönlendirildiği  derin yapılanmadan söz edilir. “Paralel Müfredat” yapılanması dediğimiz şey bu olmalıdır.
Hayvanlardan  farklı olarak insana zihni melekeler yanında “seçme özgürlüğü ve irade” verilmiş  ve Rabbimiz bizi   bir  “öğrenme programı” ile teçhiz etmiştir.   Eğitimde kazanmamız gerekenler  hayatımızda asıl önemli olanları görebilmek, empoze edilen-dayatılanları anlayabilmek için farkındalık düzeyimizi artırmaktır.  
Ülkemizde eğitimin sınav düzleminde kalması, malumat düzeyinde devam etmesi düşündürücüdür.   Hala da bu küresel güçlerin  eğitim yoluyla etkisini devam ettirdiklerinin bir göstergesidir.  Bize dayatılanları görebilecek ve zihni aydınlığa ulaştıracak     medeniyetimizin sesi  bir eğitim modeline ihtiyacımız var.

-Aklını örgüt liderine  teslim etmiş generallerin çılgınca darbe yapabileceğini gördük.   Bunu normal   insanların   düşünmemesi lazım.    Anormalliğin kaynağı nedir sizce? 

Hatırlamalıyız ki.  “Sorma, düşünme, itaat et” diyen bir eğitim sistemi var.   Bu müfredat,( buna saklı gizli yada  paralel eğitim müfredatı  da diyebiliriz) büyüklük  paranoyası olan bir lidere asker yetiştirebilir.   
Bu örgütün yada grubun içine girenler, özellikle üst kesim,   takiyye yaparak,  kendilerini gizleyerek yaşadıklarından  ikinci bir kimliğe sahip olabilir; daha doğrusu     duruşu olmayan insanlar haline gelebilirler.   Kendi aklının sahibi olamayınca,   beyin yıkama şeklinde süre giden öğretilerle devam eden  sorgulamasız  yapı içinde sürekli itaat süreci    bir tür mankurtlaştırma sürecidir aynı zamanda.   
Bir paranoya kişiliğin ve hasta ruh  haliniz varsa   ve      tek adam olarak kalmak; sonra da  devleti ele geçirmek idealiniz varsa   gizli çalışacak ve örgüt gibi yapılanma  içine gireceksiniz.  Malum küresel çeteler  için  bu  yapılanma bulunmaz bir fırsat teşkil edecektir.  Böyle bir yapılanmanın ele geçirilmesi ve kukla bir örgüt haline getirilmesi üst akıl için işten değildir.    Küresel savaşın maşası olarak diğer hainlerle birlikte   Haçlı-Siyonist cephenin gönüllü askerleri  gibi çalıştırılacaksınız. 

-FETÖ, cemaat kılıfına bürünmüş İslam’ı protestanlaştırarak dönüştürmeyi amaçlayan, küresel sistemin bir projesi olabilir mi?   

Hedefe varmak için her yolu, (şantaj, montaj, kaset, yalan, iftira kumpas, ülkesini satmak gibi) meşru  gören bir oluşum  bir cemaat olabilir mi? CIA’ya, MOSSAD’a ve Vatikan’a ve İngiliz derin devletine derinden bağlı olan bir hareketin  islami bir  grup  olması düşünülebilir mi? Takiyye ahlaksızlığı ile kılıktan kılığa giren karaktersiz bir şebekenin islamla alakası  ne kadar olabilir? 

-Akla   gelmeyen metotları kullanarak hemen bütün özel-tüzel kurumlara sızmaktaki amaç neydi?   İslamda  takiyecilik, fırsatçılık, işbirlikçilik  ve münafıkana aldatmakla iş görmek var mıdır?   

Bu hareketin  sonuçta  bir proje olduğunu,  ortaya çıkan ihanetler     açık seçik gösterdi.  Çok hızlı yayılması ise,  küresel destek mekanizmasının  her ülkede önünü açması ile ilgili olmalıdır.  Gidilen her ülkede  açılan okullar    Türkiye’ye bağlı okullar gibi gösterilerek asıl amaç kamufle ediliyordu.  Zaten   bu okullar    İngilizcenin hakimiyeti ve  yaygınlaşması kadar  küresel güçler  elinde İngilizce vasıtası ile   materyalist eğitim anlayışının  Dünya çapında yaygınlaştırma vasıtası oldu.  Kullanılan ders kitapları ve   müfredat      İngiliz Yahudi medeniyet anlayışı ve kültürüne göre tasarlanmıştı.  

-Materyalist  müfredat anlayışı  ve İngilizcenin hakimiyeti ülkemizde de devam ediyor. Bu müfredata  “paralel müfredat” adını verirsek, ülkemizde paralel yapılanmanın eğitim yolu ile sürdürüldüğünü söyleyebilir miyiz?  

Ülkemizde çeşitli kılıklarda paralel yapılanmalar hala hüküm sürüyor. Bunun açık göstergesi eğitimin hala kültür ve medeniyet yolculuğu haline gelmemesidir., Haçlıların en büyük zaferi tarih kitaplarımızdır” demişti rahmetli Cemil Meriç.  Ders kitapları vasıtasıyla   kendisini aşağılayan,   başka   millet var mı bilmiyorum. 

Bu ülkenin sade ve dindar insanları, tankların önüne yatarken, tuzu kuru seküler  kesimlerin   darbe şakşakçılığı yaptıklarının  haberlerini almıştık.   Televizyon kanallarında emekli generaller, ordudan atılmış militan askerler, darbeci-zihniyetli  tipler,  ETÖ örgütünün kalıntıları laiklik pompalıyorlar ve bu arada da bu memleketin bin yıldır bir gerçeği olan tasavvuf erbabı grupları, gönül ehli insanları  hedefe almışlardı. 
 Şöyle bir şeyi toplumun zihnine zerketmeye çalışıyorlar: “Laiklik, FETÖvârî bütün örgütlenmelerin yegâne sigortasıdır. Bunları devlete, bürokrasiye sokmamak lazım. Yoksa bunlar devleti ele geçiriyorlar!.

- Bir kısım laik kesimin  pompalandığı gibi tüm cemaatlere, kültürüle gruplara, STK lara; tasavvuf erbabına   savaş mı açmalıyız?   

Bu ülkenin âsil halkı, tankların önünde dimdik durarak  destansı bir direniş ortaya koydu ve saldırıyı püskürttü. Bu direnişde en önce bu ülkenin dindar  ve sade vatandaşları oldu.   Çanakkale ruhunu mevcut seküler  eğitimden değil, kendi ruh köklerinden alan insanlardı.  
 15 Temmuz ruhunu rehin almak, yok etmek  farklı bir mecraya çekmek    için planlı, programlı sahnelenen bir algı operasyonudur  bu yaklaşımlar.       
 Eğitimimizin temel sorunu  biat kültürü oluşturan   taklitçi müfredat yapısıdır. Tahkikten ve sorgulamadan uzak eğitim anlayışıdır.    Bu yapı, sahıslara körü körüne bağlı ve  sorgulamayan fertler yetiştirmektedir.    Haşhaşi teriminin körü körüne itaat ve bağlılık   durumunu   ifade ettiğini hatırlayalım.  

-15 Temmuz Zaferine  bu nazarla baktığımızda dışarıdan nasıl görünüyor?  

 Oyun üstüne oyun kuranlar ilk defa Türkiye karşısında büyük bir yenilgiye uğradılar. Bu yenilgi oyun kuranlar için  Çanakkale yenilgisi gibi ağır ve büyük olduğu kanaatındayım. 

-Bir daha darbelerle karşılaşmamak için,  başı dik ve kendi aklının sahibi insanlar haline gelmek için nasıl bir eğitim anlayış ve uygulamasına ihtiyacımız var? 

“Sorma, düşünme, itaat et” diye bir eğitim sisteminin ürün olan fertler   onu kolayca cennete götürmeye ikna eden  lidere taparcasına bağlanacaktır.   
Çeşitli nedenlerle biat’tan (bu eğitim yapısından)  vazgeçmeyip,   darbe eğilimlerini önlemek için  okullara dersler koymak, anti-darbe yolunda beyin yıkamak, darbe cezalarını daha artırmak, okulları ve kurumları sivil kurumlara bağlamak ve benzeri önlemler, sonuçta daha da baş edilemez belalara yol açabilir.  
Dikkat ederseniz, hep cevabı belli sorular öğretilerek insanımız düşünemez –üretemez hale getirilmektedir.     Zihnî boyuttan (muhakeme, akıl yürütme, yorumlama vb.) uzak bir şekilde, daha önceki bilgilerle ilişkilendirilmeden yürütülen eğitim süreci öğrenciyi, yalnızca 'evet-hayır' kesinliğiyle hâdiseleri ele almaya teşvik etmekte, öğrencilerin fıtraten sahip oldukları şüphe ve merak hislerini dumura uğratmaktadır. Böyle olunca da okuduğu her yazıya, duyduğu her söze ve ileri sürülen her fikre düşünmeden inanması istenen öğrenci, hür düşünmeyi, düşünce üretmeyi, başka fikir ve görüşlere karşı saygılı olmayı öğrenememektedir.  Sonuçta idaresi kolay, insiyatif kullanmaktan ve muhakeme etmekten yoksun, becerisiz ve  itaatkar bireyler haline getirilmektedir insanımız.   Böyle yetişen insanları başkalarının kuralları yönetmeye başlamaktadır. 
Günümüzün en etkin uyutma ve  zihinleri  köleleştirme vasıtası  ülkemizde süregiden  eğitim tarzı olduğunu söylüyoruz.  Bunun farkına varmadıkça insanımızın başının belalardan  uzak kalması mümkün  olmayacaktır.   Paralel müfredattan bir kastımız budur. 

-Sorun lidere tapınma kültürü oluşturan eğitimde mi?  

Sorunu çözme için önce sorunun kaynağını görmek gerekir.  Darbe girişimleri için, esas bakılması gereken yer eğitimde  “sorgulamanın” ve araştırmanın olmamasıdır. Bu müfredat sana “ sorma, düşünme, itaat et” diyor.  Buna    “benimsetme ve şartlandırma ”  kültürü diyoruz.   Bu yapı insanları  biata alıştırmakta,      şahsa bağlanan   kişiliksiz fertler haline getirmektedir. Bunu da   malumatı (bilimsel bilgiyi değil) ve sınavları eğitimin yerine koymakla yapıyoruz. İlimden irfana geçiş yolları  böylece kapanmaktadır. 
Evet bilgileri öğretelim ama çoğu bilgiler onları çevreleyen şartlara bağlı olduklarından, o şartların varlığından sürekli olarak kuşku duyulması gerektiği bir eğitim felsefesi haline getirelim. Gözlem, deney, proje temelli ve senaryo destekli uygulamalarla yaparak yaşayarak öğrenmeyi ikame edelim.  
Aktif öğrenme yöntemleri, öğrenciye: çeşitli kaynaklardan konu hakkında bilgi toplamasını ve bu bilgileri bütünleştirmesini öğrettiği gibi proje hazırlama ve tamamlama becerisi (sorun çözme yeteneği) kazandıracaktır. Öğrenciler, bilgi geldiği sürece tüketici ve edilgen konumdan bilgiyi araştıran, bulan ve işleyen konuma yükselecek;  kaynaklara yüzde yüz güven yerine, sorgulayıcı bir anlayışa kavuşacaktır. Hedef; sorgulama, sorun çözme ve püf noktayı yakalama, “bilgiye erişme, onu şekillendirme, bilgiyi paylaşma” yeteneğinin gelişmesidir. Sonuçta ilimden meziyet ve  irfana, oradan fazilet ve ahlaka giden yollar açılacaktır.
Eğitim dünyamızda   yapılan yanlışlık,  “akla kapı açmayarak” (düşünmeye-araştırmaya fırsat vermeyerek) eğitim yapmaktır. Bunun diğer anlamı,  insanın özgür iradesinin  elinden alınmasıdır. 

-Bu son ifadenizi biraz açar mısınız? 

Eğitim, "bu böyledir, böyle olduğu için öğrenmeniz gerekir, niye öğrendiğinizi sormayın." anlayışı ve yaklaşımı ile sürdürülmektedir.  Her şeyin cevabının öğretildiği bu eğitim sisteminde  size  neyi, nasıl ve ne zaman yapacağınız  “empoze edilmekte” ya da  “dayatılmakta”dır.  
Bu yaklaşımda “deha” kendini gösteremez. “Deha”, alışılmışın dışında yeni bir tarz geliştiren ve yeni bir görüş üreten yetenek demektir. Bütün yenilikleri ve buluşları dahilere borçlu olduğumuzu unutmayalım.  İnsanın en değerli iki özelliği  “merak” ve “öğrenme” becerisidir. Bu iki yetenek,  “müdaheleye/empozeye” son derece  hassas ve kırılgan olarak yaratılmışlar. Eğitimde dikkatimizi vereceğimiz hassas nokta burasıdır.  

-“Hassas ve kırılgan” ifadesinizle neyi kastediyorsunuz?  

Uyguladığımız sınavcı ve bilgi odaklı eğitimle öğrenciler  “sürekli  müdahele”   konumunda kalmaktadır.  Özgür irade böylece yok olmaktadır.     
Eğitim, ancak  özgür ve özerk zihinlerin başarabileceği bir iştir.   İnsanlarını  “kuzu kuzu” yetiştiren bir eğitim sistemi toplumu  koyun sürüleri  haline getirecektir. Böyle sürüleri idare etmek için de “işgüzar çobanlar”, hatta dünya  çapında “küresel krallar”  ve “derin güçler”  devreye girecektir.    
 Özellikle  cevapları belli soruları çözmek, teste dayalı eğitim, devamlı tekrar metodu   okullarımızı  “şartlanma ve zihin törpüleme merkezleri” halini aldığını söylüyoruz. Bu uygulama merak duygusunu törpülüyor. Öğrenme enerji ve gücünü eğitim sürecinin dışına itiyor. Öğrenmeye karşı iştah kayboluyor. 

Öğrenciyi bilgiyi kullanan ve üreten  konuma çıkarmak için bilgiye bakış tarzımızın değişmesi gerekiyor değil mi?

Bilgi canlıdır.  Malumata karşı bizim   katkıda bulunmamız,  eleştirel bir gözle bakmamız, irdelememiz, sorgulamamız bilgiyi canlandırır. Onu faydalı hale getirir. Yani yeni ve bize yakışan değerlerimizle örtüşen şekilde sınıflamamız gerekir.  Ne demişti Mevlana hazretleri;  “Dün dünde kaldı cancağımız.  Bugün yeni şeyler söylememiz lazım. 
Yoksa malumat kopyacılığı ile varacağımız iyi bir yer yoktur.  Avrupa’da bir kitap yazılıyor, hemen getirip alıyorsunuz. Sizin  hayatınıza  uyup uymadığı, sizin dilinize, sizin düşünme mantığınıza, sizin geçmişinize yakışıp yakışmadığını bilmiyorsunuz. "Ne var canım, globalleşiyoruz". Globalleşme sözü bu açıdan çok tehlikeli bir şey. Zaten dikkat ediniz bizi küreselleşme diyerek,  globalleşme diyerek uyutuyorlar.

 -Ülkemizde 15 Temmuz  bir milad ve dönüm noktası oldu.   Zihnen  özgürlüğümüzü elimize geçireceğimiz,   eğitimle  kişiliğimizi bulacağımız günleri getirmesi için neler yapmalıyız?

Öncelikle  parelel müfredat  yapılanmasına neşter vurmalıyız.  Bilgi ve eğitimle ilgili yanılgılarımızı gündeme getirmeliyiz. Paradigma değişimi yada zihniyet dönüşümü şart.. Konuda daha geniş bilgi için “Eğitimi Bilgi Meselesi Olarak değil Medeniyet ve İnanç Meselesi olarak Görmek” başlıklı yazımıza  başvurulabilir. [4] 

-Paralel Müfredat konusuna tekrar dönelim. Toparlarsak son olarak bu konuda neler eklemek istersiniz? 

Ülkeye ne kötülük geliyorsa paralel yapılanmalardan geliyor diyebiliriz.    
Tehlikesine işaret ettiğimiz şey, okulların müfredatının, okul plan ve derslerinin, hatta öğretmenlerin ikinci konumda kalması… Merkezi sınavların parelel müfredat oluşturması.  MEB’in müfredatı değil  büyük ölçüde  ÖSYM nin  merkezi sınavlarının müfredatı hakim durumda.  

Paralel müfredattan dolayı  öğrenci ve aileler, hatta okullar   kimlik oluşturan, onu geliştiren sosyal-kültürel ve sanat faaliyetleri askıya alıyor. Beceri kazandıran laboratuvar ve atölye uygulamaları, kitap okuma ve kulüp faaliyetleri, resim, müzik, beden eğitimi ve sanatsal dersler geri plana atılıyor.  Hatta liselerin 4. Sınıfında paralel müfredatın hakimiyeti zirveye çıkıyor.  İlginçtir ki Milli Eğitim yetkilileri de bir çok kere parelel müfredatın uygulamasını teşvik ediyorlar. Daha da ilginci paralel müfredat uygulamasının öne çıktığı yerlerden birisi fen liseleridir. Daha önceki sohbetlerimizde bu hususları ayrıntılı anlatmıştık. 

Paralel müfredat kanıksanmış durumda.   Varsa yoksa sınavlar…   Eğitim merkezi sınavların ağırlığı altında eziliyor, dümdüz hale geliyor. 

15 Temmuz darbe ve işgal girişimine göğsünü siper ederek karşı durmakla   toplum paralel devlet girişimini  önlendi. Hem parelel devlet  hem de   paralel din girişimini  engelledi. Şimdi yapacağımız  “kurtuluş hareketi”, eğitimi  merkezi sınavların “belirleyici” yapısından kurtarmak. Bilim ve teknolojinin gücünü arkamıza almamız ve   eğitimle bünyemizi  ve nitelik seviyemizi güçlendirmemiz.

Eğitim şart tabi. Ama hangi eğitim ve nasıl bir eğitim?  Dünyanın Düşünce kuruluşları ile strateji ile çalıştığı   bir dünyada  sizin tek boyutlu savunma refleksi içinde güçlü kalmanız ve bu saldırılara cevap vermeniz mümkün değil. 
Memleketimizde genç ruhlara sunulan her şey, program, kitap, metot, hepsi Garbın malını aktardığından çocuklar elimizde kendimize ait bir şey olmadığına inanmaya başlıyorlar. Güvenleri gelişmiyor. Hattâ, mektep binalarımız bile yok. Başkasının malı ile yarışa katılamıyorsunuz. Benliğimiz, kültürün bu mâbedinde  şahsiyetini  bulamıyor. Batının karikatür taklidi sistemlerle yarışları kaybediyoruz. 
Teknik kendi kültürünüzden doğmuşsa,  bilimde ve eğitimde kendi referans sistemlerinizi kurmuşsanız  ayağa kalkabilirsiniz.  Kendi modellerimizi ortaya koymalıyız. Her bilimsel ifade eğitime dair her metot kendi kültürümüzün çocuğu halini almalı.
İhtiyaç duyduğumuz şey ders kitapları müfredatlarının bu toprakların ruhuna, dünyasına, ruh köklerine ve ruh iklimine yabancılaşmış olmaktan kurtarılması davasıdır. Mesele, müfredata medeniyet iddiası kazandırmak; medeniyet dinamiklerimizle harekete geçirmek meselesidir. Bunun için öncelikle kendi değerlerimizden beslenen üretken ve inşa edici bir eğitim sistemi kurmak için kolları sıvamalıyız. 

Böylece milli ve yerli olanı keşfederek, küreselleşme akımı içerisinde kendimizin biricikliğini vurgulamış olacağız.

-Çözümleri formülüze edecek olursak, daha somut teklifleri önerirsek son olarak neler söylersiniz? 

Asıl önemli olan Nurettin Topçu’nun deyimi ile Milli Mektep projemizin ve Maarif Davamızın hayat bulmasıdır. Bu proje, kendi yerli arabamızı, kendi telefonumuzu kendi ilacımızı, kendi savunma sanayimizi hayata geçirmek kadar önemli ve acil bir öncelik.
Nurettin Topçu, eğitimin sorunlarını “milli mektep” kavramı çerçevesinde ele almıştı. Ona göre sorunun çözümü, milli mektebin hayata geçirilebilmesi ile mümkündür. O, ‘milli mektep’in gerekli unsurlarını dörde ayırdı: (1) Ders, (2) öğrenci, (3) öğretmen, (4) öğretim. Topçu, çözümü şu şekilde formüle etti: Dersin öncelikli amacı, hakikattir, pratik fayda ve menfaat değildir. Teknik ve teknoloji eğitimin doğrudan amacı değildir. 

Topçu hakikat anlayışıyla faydacılığı esas alan John Dewey’den ayrılır. Hakikat, pratik fayda ile sınırlanmamalı, derslerin muhtevası ilkokulda kalbin, lisede aklın terbiyesi olarak programlanmalıdır. Üniversite ise uzmanlaşmaya yönelik bir eğitim merkezi halini almalıdır. Aklın eğitiminde Doğu’nun ve Batı’nın birikimi bir arada bulunur. Kalp eğitiminde dinin, akıl eğitiminde Doğu ve Batı kültürlerinde ortaya çıkan felsefi ve bilimsel birikimin öğrenciye kazandırılması esastır. 
Zira akıl, milli değil, evrensel bir nitelik gösterir, bir milletin sınırlarını aşar. Liselerde mesleki ayrımlar, üniversiteye yönelik ayrımlar oluşturulmalı, yönlendirmeli eğitim yapılmalıdır. Öğrencinin içindeki iyilik ve fazilet duygusunu ortaya çıkarmak, bir enerji oluşturmak için, hem ilkokulda hem de lisede derse musiki ile başlanmalıdır. Gönül terbiyesi ve Ahlaki olgunluğa ulaşmada tasavvuf kültürünün ve musikinin yeri büyüktür.[5]