Hikmet mü’minin yitik malıdır, nerede bulursa onu alır. En büyük hikmet kaynağı vahiydir, sonra Resullerin söz ve davranışları, sonra da akıl ve hikmet sahiplerinin öğütleri. Bu anlamda bizim geleneğimizde, Vasiyetname’ler, Siyasetname’ler, Pendname’ler, Fütüvvetname’ler ve Emanname’lerimiz vardır. Hz. Ali’nin Malik b. Eşter’e mektubuna bakalım, Hz. Ömer’in hayatını okuyalım ve bir de kendi hayatımıza bakalım mesela. Din ve devlet büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyelim. Masiyette itaat yoktur, bunu unutmayalım.  Zaten ben sürekli bu kaynaklardan aktarmalar yapıyorum. Bugün Doğudan ve Batıdan önemli, hikmet içeren aktarmalar yapacağım. Sonuçta Doğu da Batı da Allah’ındır. Her güzellik O’ndandır!

Lao Tzu’nun öğütlerinden kendileri için ders çıkaran Asyalı bilge insanlar şu sonuca varmışlar: Kibir sahipleri, kendilerini övenler ve övülmeyi sevenler bulundukları yerde kendilerini güvende hissetmezler. Onların saltanatları, parlak tüylerini kabartarak kendilerini olduğundan büyük gösteren kuşlar gibidirler. Yurdumuzun hikmet sahibi erenlerinin dediği gibi “Haddinden fazla olan her şey gayedeki hikmeti yok eder”. İbadetin çok ve gösterişli olanı değil, sürekli ve tevazu ile olanı makbuldür. Hızlı koşan çabuk yorulur. Uzun adımlarla yürüyen mesafe katedemez, yokuş aşağı koşan menzile varmadan savrulur. Gözü yükseklerde olan önündeki çukuru göremeyebilir, kendini yükseltmeye çalışanlar onu haketmek için çalışmamışlarsa, yükseldikçe nasiyeleri daha çok gözükür ve başları daha çok döner, aşağıdan gelen sesleri duyamadıkları zaman tehlikenin farkına varamazlar. Ayakları kaydığında yükseldikleri kadar yuvarlanırlar. Hep vitrinde olanların yüzleri eskir, pırıltılarını kaybederler, düşmanlarının eleştiri okları her daim etrafından uçmaya başlar. Sürekli övünenler ve yaptıklarını anlatıp duranların yaptığı için kibir alameti olup, sözün değerini düşürür ve inandırıcılığını kaybeder, ardından da bu sözler bir başa kakma şeklinde anlaşılmaya başlar. Kibirle yürüyen, başkalarını tehdit eden ve onlar hakkında kaba sözler kullanarak meydan okuyanlar, çevresindekileri dinlemeden onlara karşı sert sözler söyleyenler kısa süre sonra çevresinde dost bırakmazlar. Çevresinde toplananlar ise münafık karakterli kişilerdir. Düştüklerinde ilk vuracak onlardır. Din, ahlak, tarih, gelenek ve ilmin geni ile oynarsanız, onlar ilaç zannedilen zehire dönüşürler. Deva değil ölümün vesilesi olur. Saadet değil azab sebebine dönüşürler. Çare değil, çaresizliğin sebebi olurlar.

1992’de yayınlanan “Yağmalanan Ülke Türkiye” kitabında Bacon (1561-1626)’un “Ayaklanmalar ve toplumsal kargaşalar üzerine” bir denemesinden bir alıntı yapmıştım. Bacon der ki “Devlete kara çalan sorumsuz konuşmaların sık sık ve uluorta yapılması, bir yandan devlete zararı dokunacak yalan-yanlış söylentilerin ağızdan ağıza dolaşarak büyük bir ilgi görmesi kopacak bir fırtınanın ilk işaretleridir.” (…) Devletin dört ana direği olan Din, Adalet, Yönetim, Hazine’den biri sarsılacak ya da güçsüz düşecek olursa insanların işi artık çok zordur. Ayaklanmaların sebebi 2’dir: Büyük yoksulluk ve büyük hoşnutsuzluk. Yıkılan ocakların sayısı ne kadar çoksa, karışıklığı destekleyenlerin sayısı da o kadar artar. Ayaklanmanın sebepleri ve körükleyici etkilerine gelince, dinde reform girişimleri, yeni vergiler, yasada ve törede değişiklik, tanınan imtiyazların geri alınması, toplumda gelen bir baskı, değersiz insanların ve yabancıların yükselmesi, açlık, ordudan çıkarılan askerler, umut  kırıklığına uğramış partililer, küskün bir toplumu ortak bir gaye etrafında toplayıp birleştiren bütün buna benzer şeyler..” Bu tesbitlerle bugün yaşananlara bakın bakalım, nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz?  

Bacon çare olarak, toplumda en fazla yakınmaya sebeb olanlardan başlayarak def-i mazarrata  öncelik verilmesi, aşırılıktan kaçınılması, israf ve aylaklığın önlenmesi, vergilerin hafifletilmesi, çok üretim az tüketmeyi, tarım, maden ve ulaşımın tanzim edilmesini, ihracatın desteklenmesini tavsiye eder ve “En önemlisi bir ülkede zenginlik ve imkanların birkaç elde toplanmasını önleyecek bir yol tutulmalıdır. Yoksa devlet, varlık içinde yokluktan ölür. Bu da tefecilik ve istifçiliğin, gayrimeşru kazanç yollarının piyasaya hakimiyeti ile son bulur” der. Bacon, Burjuva ve Aristokrat kesim kışkırtmadıkça halkın kendiliğinden kolay kolay harekete geçmeyeceği görüşündedir. Bu konudaki çözüm teklifi ise şöyle: “Halka hoşnutsuzlukları ile kızgınlıklarını ölçüyü kaçırıp işi azgınlığa dökmeden açığa vurma özgürlüğü tanımak güvenilir yollardan biridir. Öfkesini içine atan, yarası için için kanayan kimse onarılmaz çıbanlar, irinli yaralarla toplumsal öfkeyi daha da büyütürler”. Bacon’a göre “yöneticiler kışkırttıkları öfkenin kurbanı olurlar.” Yapacakları en akıllıca iş umudu ve güveni canlı tutmaktır.

“Toplumsal kargaşalar“ üzerine yazdığı makale ile adından çok söz ettiren, İngiliz düşünür Bacon’un ilginç bir tesbiti var: “ ‘toplumun babası’ olmaları gereken hükümdarların bir partiye bağlanıp yan tutmaları durumunda, devletin, bir yanına çok ağırlık yüklendiği için dengesizlikten batan bir gemiye dönüşeceğini söyler. Tıpkı Fransa Kralı 3. Henri’nin önce Protestanları yok etmek için kurulan birliğe girmesi, hemen sonra da aynı birliğin krala karşı dönmesi gibi.” 

İnsan Partili olabilir. Ama “Partici” olmamalı, “Partizanca” davranmamalı. Herkesin bir dini, mezhebi, ideolojisi, siyasi görüşü var. Bunlar elbise, rozet, şapka, ayakkabı değil ki, çıkarıp bir yere  koyasın. “Tarafsız”lık her zaman bir aldatmacadır, illüzyondur. Öyle bir şey yok, olamaz. “Tarafsız”mış gibi bir görüntüdür o fotoğrafta topluma sunulan. Hayır, “Adil” olsun, “Namuslu” olsun, “Dürüst” olsun, “Hakikatten, haklıdan yana taraf” olsun. Bu anlamda “El emin” olsun yeter! 

Hayatın her alanında, eğer “Tamirci”, “Demirci” gibi bir şeyden söz etmiyorsak “Para”, “akıl” örneğinde olduğu gibi “…CI” olmaktan kaçınmak gerek. Ben bu anlamda “Müslümancı” bile değilim. Ben sadece “Müslümanım / Müslümanlardanım” elhamdülillah! “Akıllı” olmak güzel, ama “akılcı” olmak sorun. “Kadın” ya da “erkek” olmak sorun değil, “kadıncı” ya da “erkekçi” olmak sorun. “Türk” ya da “Kürt” olmak sorunda değil, “Türkçü” ya da “Kürtçü” olmak sorun! Bu farklılıkları yok etmeye kalkmak da bir cinayettir. Farklı olabiliriz. Bunda bir sorun yok. Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamamız da mümkün, yeter ki adil olalım ve söz verdiğimizde sözümüzde duralım. Bakın kulağa hoş gelen, içi boş bir kavram olan “eşitlik” de tam bir yalan. “Eşitlikçilik” de ahlaki değil. “Çoğulculuk”,  “Çoğunlukçuluk” da her zaman her yerde ve her şart altında erdem içermeyebilir. Her insan parmak uçları gibi farklıdır. Biri bir konuda geri, bir konuda çok daha ileri olabilir. Her zaman her toplumda, ahmaklar, cahiller, hainler de olur, akıllı, dürüst, kahramanlar da. Biz eşit değiliz, olamayız. Önemli olan adil, merhametli, şefkatli olmaktır. Herkes, her şeye karşı niye “Hoşgörülü” olayım, “saygı” duymak zorunda olayım, ama tahammül etmek, sabırlı olmak daha farklı ve anlaşılır bir şey.

Aman dikkat! Gidişat iyi değil. Sanki kaçtığımızı sandığımız şeye doğru, yokuş aşağı koşar gibi, koşar adım gidiyor içimizden birileri. Uyarıları görmüyor, duymuyorlar, görünen o ki, daha doğrusu görmek ve duymak istemiyorlar. Bu görev birileri için can sıkıcı olsa da ben uyarmaya devam edeceğim. Bazan “hasbi” dost acı söyler, “hesabi”ler söylemez! 

Selâm ve dua ile.