• Suriye'de (Kadim coğrafyada) aktör olmak,

• İpek yolu olarak bilinen ticaret yolunda söz sahibi olmak,

•Mavi akım projesi ve Kıbrıs'ın güvenliği,

• 'Sina Çölü'nün geçilmesi basit bir olay değildi ve unutulmamalıydı...

KADİM COĞRAFYADA AKTÖR OLMAK

Türkiye enzun sınırı olan komşu ülke Suriye ile ilgili duruma müdahil olmak zorunda kaldı.

1. Sınır güvenliğini korumak,

2. Bölgede oluşabilecek başıboş terör örgütlerinin gelecekte Türkiye'nin sınırları içerisinde sebep olacakları problemlerin önüne geçmek için.

Suriye’de savaşın patlak verdiği ilk günlerden itibaren Türkiye “kara kuvvetleri”nin ülkeye girmesine dönük çağrıları cevapsız bırakmıştı. Bu direncin sonucunda Ankara iki temel problemle karşı karşıya kaldı:

1. Piyon örgütlerin başta kuzey Suriye olmak üzere bölgede kontrol altında tuttukları alanları genişletmeleri,

2. Türkiye-Suriye sınırına yakın bölgelerde artan IŞİD saldırıları…

Dolayısıyla Türkiye bu ikili tehdidi ortadan kaldırmak, sınır güvenliğini sağlamak ve Suriye’deki konumunu güçlendirmek maksadıyla çok fonksiyonlu bir operasyon başlatmak zorunda kaldı.

Sonuç:

• Sınır güvenliği denetim altına alındı.

• Gelecekte Türkiye'yi parçalamak adına temelleri atılan;ABD, İsrail, Rusya, Fransa...gibi birden çok devlet tarafından desteklenen piyon devlete izin verilmedi.

3. 1916 yılında imzalanan ve Ortadoğu'daki dengeleri itilaf devletleri lehine güvence altına alan, emperyalist paylaşımlara fırsat oluşturan , Sykes-Picot Anlaşmasından yıllar sonra değişen dengeler ile ilgili Ortadoğu'da artık Türkiye'nin olmadığı bir sürecin mümkün olmadığını gösterdi.

Kısaca; kadim coğrafyada aktör olduğunu kabuletirtti. Oyun kurucuların oyununa çomak soktu. Yani hakikatten yana oyun bozanlık yaptı. Oyunda çıkarmak mümkün değilse oyundan çıksın diye her yol denenmez mi?

JEOPOLİTİK OLARAK AVRASYA’DA AĞIRLIĞINI ARTIRAN TÜRKİYE

Azerbaycan’ın 44 gün süren operasyonla Ermenistan’ı topraklarından çıkardığı ikinci Karabağ savaşını, sadece iki ülke arasında yaşanan bir savaş olarak değerlendirmek gafillik olmaz mı? Bu süreç, Kafkasya’nın yeni jeopolitik durumunun da kilometre taşı oldu.

Bu başarı Türkiye Azerbaycan ilişkileri için değil, Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasındaki kazanımları açısından da önemli bir dönüm noktası oldu. Böylece Kafkasya’nın dünü ile yarını

arasında köklü bir değişim yaşandı. Kafkasya’daki bölgesel güç değişimi ve yeni jeopolitik gerçeklik küresel ve bölgesel güçler tarafından kabul edilmiş oldu.

İpek Yolu Hakimiyeti;

Türkiye’nin Avrupa’dan Çin’e uzanması hedeflenen tüm trans-Avrasya ticaret yollarının Türkiye, Azerbaycan ve Orta Asya Türki Cumhuriyetler üzerinden geçmesini öngören Orta Koridor planı da ikili anlaşmanın ardından derhal faaliyete geçti .Bu zafer ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti,Türki cumhuriyetlerle olan bağlantısını sağlam bir zemine oturtarak Kafkasya’nın ana oyuncusu olma yolunda önemli bir kazanım elde etti.

Doğudan batıya uzanan lojistik ve enerji hatlarının güvenliğini Türkiye’nin sağlayabileceği mesajı da Karabağ üzerinden net olarak verildi.

Türkiye'nin olmadığı bir durum Kafkasya için tarih oldu. Türkiye en önemli aktör oldu.

TÜRKİYE-LİBYA DENİZ YETKİ ANLAŞMASI DOĞU AKDENİZ'DE DENGELERİ YENİDEN BELİRLEDİ

Libya'da kalıcı barış, istikrar ve güvenliğin sağlanmasına katkı sağlamak ve güven merkezli bir duruş ile iki ülkenin faydasına ilişkiler geliştirmek amacıyla Türkiye, Libya ile 27 Kasım 2019'da Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşmelerinin ardından "Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması" ile “Güvenlik ve Askeri İşbirliği” mutabakat muhtıraları imzaladı.

Türkiye'nin deniz yetki alanları sınırlandırması konusunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden (KKTC) sonra ikinci anlaşmasını Libya ile imzalaması, Doğu Akdeniz'de izlediği politikalar bakımından önemli bir kazanım ve Türk diplomasisinin büyük bir zaferi olarak tarihe geçti. Türkiye Doğu Akdeniz'de artık başrol oyuncusu olduğunu tüm dünyaya duyurdu. Mısır ile gelişen diyalog sürecinin bu antlaşmadan sonra olması önemli bir işarettir.

Öte yandan anlaşma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin haklarını ve güvenliğini korumak adına atılan büyük bir adım olduğunu unutmamak gerekir. Bu olumlu gelişme, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY), adanın tek sahibi gibi davranarak ve hakkaniyet ilkesine aykırı bir şekilde 2003'ten bu yana deniz yetki alanını sınırlandırmaya yönelik attığı tek taraflı adımlara güçlü cevap niteliği taşıyor.

TÜRKİYE'NİN AFRİKA'DA ETKİSİ ARTIYOR

Afrika'da söz sahibi olmak adına yapılan çalışmalar iç politikada çok dikkat cekmesede oldukça önemli . Kendi sınırları içerisinde hapsolmuş bir devlet olmak mı ? Dışarıda bende varım diyen bir devlet olmak mı?

İşin acı tarafı bu güzel gelişmelerin muhalefet tarafından iç politik çıkarlara kurban edilmiş olması.

Türkiye'nin Afrika ülkeleriyle kurduğu ilişkiler, diplomatik misyonların yanında Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Türk Hava Yolları (THY), Yunus Emre Enstitüsü (YEE) ve Türkiye Maarif Vakfı (TMV) gibi kurumlar ve farklı alanlarda yapılan anlaşmalarla devam ediyor. Çok yönlü kazanımları kendi içinde barından bu çalışmalar ile anlatılmak istenileni 'Hanslar' anladı 'Hasanlar' ise boykot derdinde.!

Kıta ile diplomatik ilişkilerini her geçen yıl daha da güçlendirerek devam ettirildi. 2009 dan önce Afrika'nın sadece 12 ülkesinde büyükelçiliği bulunan Türkiye'nin kıtadaki büyükelçilik sayısı, atılan adımlarla 43'e çıktı. Türkiye, 2009'dan bu yana kıta genelinde 31 büyükelçilik açtı.

Bütün bu gelişmelerin ışığından sebep- sonuç ilişkisi kurarak gündemi değerlendirmek daha sağlıklı olur diye düşünüyorum.