Her edebi dergi bir binadır. Edebi türler orada, bir yapıyı oluşturan malzemeler gibi, hem müstakil hem de binanın toplamına dahil oluşları bakımından önem taşırlar. Bu bağlamda, türler, edebi dergide bir binanın temelini, duvarlarını, pencerelerini, çatısını, süslemelerini... temsilen dergiye ayrı ayrı katılır ama neticede hep birlikte oluştururlar.

Bu benzerlik, bize bir binadaki yapısal kusurlar esasında, dergideki kusurlardan da bahsetme hakkı verir. Örneğin dergide yer alan şiirler doğrudan onun güzelliğini belirlerken, öyküler de temelinin sağlamlığına denk düşer, zira dildeki yetkinlik bir edebi derginin temelidir.

Bunlardan hareketle, ilk sayısıyla ilk binasını inşa etmiş bulunan Muhit dergisindeki beş öyküye yakından bakalım:

Muhit’teki ilk öykü Necip Tosun’a aittir.

Ada Türküsü başlığını taşıyan bu öykünün nabzı, ilk paragrafındaki “Son günlerde rüya ile uyanıklık hali iç içe geçiyor, güçlükle uyanıyordu” cümlesiyle, bitiş cümlesi olan “Gözlerini açtı.” arasında atıyor. Diğer bir söyleyişle zikrettiğimiz ilk cümlelerden, son cümleye kadar anlatılanların ne kadarının yakaza haline, ne kadarının gerçeğe isabet ettiğini bilmeyişimiz, öyküyü peşinen bu durumuyla cazip (ilginç de diyebiliriz) hale getirmekle kalmayıp, sanat eylemine yakışan bir artistik buluş olarak öykücünün çabasını (yazma eylemini de) tek başına değerli kılıyor.

Yakaza halinde, ona tabi olan ya da onun içkin olduğu durumlarda bir karışıklığın olması (örneğin, olaylarda üst üste binmeler, birinin diğerince perdelenmesi) doğal sayılacağından, bunun öykü kahramanının yaşadığı hallere yansıması (hatta doğrudan onun -anlatılan- hallerinden kaynaklanması) da mümkündür.

Bu cihetle, öykü kahramanının (ya da onu anlatan olarak öykücünün kendisinin), Honore de Balzac’ın Gizli Baş Yapıt’ını okumuş ve ondan aşırı şekilde etkilenerek uykuya dalmış olma, uyanır uyanmaz da anlatmaya (yazmaya) başlama ihtimalini gözeterek, Büyük Adalı, Akademiden emekli, çok uğraştığı halde “Resimde her şeyi denemiş, onca derin bilgisine rağmen kendine ait bir dünya yaratamamış” bir ressamın başından geçenleri ve onun sanata dair özel dikkatlerini nakletmemiz gerekmiyor.

Ama değil mi ki, bu bir öyküdür, bir dil ürünüdür ki, bu zaviyeden bakmamız gerekiyor:

Herşeyden önce öykünün adı yanlıştır. Çünkü öykünün hiçbir yerinde türkü (onu ima eden bir şey) bulunmuyor, ama Bach’tan “tıklanan” Matthaus passionundan mülhem hissedilir bir ezgi ile, “Renk ve çizgilerle bir ada ağıdı besteleme” niyeti bulunuyor.

Bu bana, anlatılan kişi adalı olsa da, anlatacının taşralı olabileceğini düşündürdü ki bu manada, adaya dair gözlemlerden fışkıran hayretler de orada mukim olan birinden değil, ancak şu ya da bu nedenle oraya gelmiş birinden sadır olabilirdi.

Öte yandan Tosun’un “insanlar” kelimesiyle, ciddi bir sorunu olduğu görülüyor. Örneğin “Tuvale baktı” ile başlayan paragraf, “Müziğin ezgisi kulaklarına değdikçe içinde bir şeyler uyanıyordu: İnsan çıldırma noktasına gelmeden...” şeklinde sürerken, şu cümlede de, özel hisleri elinin hemen altındaki özneye değil yine insana aktarmadan edemiyor: “Ateşi, Tanrı’nın gönderdiğini hissediyor içindeki tüm hırsları, arzuları bir bir yaktığını, insanın kendini yitirmeden hakikati bulamayacağını görüyor, bu ateşi bir müjde, arınması, kendini bulması için bir müjde olduğuna inanıyordu.”

Bu cümledeki ifade düşüklüğüne takılmayalım, çünkü öyküde bu, “Tıklım tıklım dolu balık lokantaları”; (balık lokantaları olduklarına göre balıkla dolu olmalılar); “hayat her gün yeniden, yeniden doğardı” (doğrusu: başlardı olmalıdır); “Kahvaltısını yaptıktan sonra yaptığı resmin”; “Paletinden her vuruş alev gibi çıkıyor...” (doğrusu: Tuvalinde olmalıdır) şeklinde, sair ifadelerde de yer alıyor.

Yine yakaza durumlarını paranteze alarak söyleyecek olursak, Tosun’un bu öyküsündeki diğer bir husus da, kahramanın içindeki(ya da yaptığı resimdeki) kaos, bilinerek veya bilinmeyerek, içsel ya da ruhsal bir kozmosun tezahürüymüş gibi veriliyor.

“Yaklaşan kaosu renklerin diliyle haber vermeli, belgelemeli.. Tabloya bakan melodiler işitmeli, renkle ve notaların dünyasında gezinmeli, yürekleri kanatlanmalı, ruh dünyalarında olup bitenleri çoğaltmalıydı” diyor, örneğin. Aslında burada, kanatlanmalı yerine “...kanamalı” dese daha tutarlı olacakken yapıyor bunu, Tosun.

Bu öykü için nihai bir değerlendirme gerekiyor ama bunu Sibel Eraslan, Kamil Yeşil, Abdullah Harmancı ve Güray Süngü imzalı öykülere de baktıktan sonra yapalım inşallah.