Simone Weil yarım kalmış Ludwig Wittgenstein, eylemli Halil Cübran, kırgın Yahudi, kaçak Solcu, vaftiz olmamış Katolik, yurtsuz çilekeş, zamansız havari, romantik Kafka’dır.

Kuşkusuz onun sesi bir dost sesidir, ama o çok uzaklardan konuşur; kandilden çok bir mum, yeniden çok bir tekrar, işaretten çok bir ima; manadan çok bir lafız, cevaptan çok bir büyük soru; çözümden çok bir karmaşa; bütünden çok bir parça ve ideal biçimine erişememiş mistik bir özdür.

Weil, 1909 yılında Paris’te, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş. École Normale Supérieure’e girip, Alain’e öğrenci olmuş, felsefe yeterlilik sınavını kolayca vermiştir.

Erken zamanda kapılmış cazibesine polikanın; aşırı Solu çok sevmekle kalmamış, komünistlerin ünlü dergilerinden birinde yazarlığı, lise öğretmenliğinden vaz geçerek Renalut fabrikasına frezeci olarak işçiliği ve işçi mahallesinde ikameti tecrübe etmiştir. Zatülcenap’a yakalanınca işçiliği bırakıp, Kızıllar’ın safında İspanya İç Savaşı’na katılmış ama silah kullanmaya karşı olduğu için savaşmayıp, savaş teşvikçiliği yapmış; Katolik mezhebini de burada benimsemiştir. 1940’ta Paris Almanlarca işgal edilince, Marsilya’ya yerleşen ailesiyle bir süre birlikte kaldıktan sonra, Amerika’ya gitmiş; oradan Londra’ya geçerek Fransız Direniş Hareketi’nin çalışmalarına katılmış; Alman işgalindeki yurttaşlarına destek için başlattığı açlık grevinde tüberküloza yakalanıp, 1943 yılında 34 yaşında kalp krizinden vefat etmiştir.

Weil, Katolikliği benimsemiş ilk filozof değildir. Ondan iki yıl önce ölen Berson da Yahudi iken Katolikliği benisemiştir. Ama şu küçük farkla: Bergson Katolikliğe ahlaken bağlı iken, Weil (vaftiz olmayı reddetmiş olsa da), Hristiyani Kutsal’ın çalışmalarının merkezinde yer alması cihetinden, Katolikliğe zihniyet itibariyle bağlıdır.

Burada da Weil açısından yine bir ilginçlik söz konusudur ki o, kutsal-lık kavramını Rudolf Otto gibi sistemleştirerek özelleştirmek yerine, bilakis inayet, ahlak, sevgi, saygı, iyilik, merhamet, tevazu, güzellik terimleriyle hayatın tümüne yaymayı arzulamıştır.

Bu yaklaşımıyla Weil, felsefi planda düşüncesini (ruhsal ve eylemsel benzerlikleri bakımından aralarında yakınlık kurabileceğimiz) Wittgenstein kesinliğinde ortaya koyamadığı gibi, mezhepdaşı Berson’un sezgi konusundaki tutarlılığına da eriştirememiş ve onları açıldıkları oranda kapatılan özlü söyleyişlerin (aforizmaların) kaderine emanet etmiştir.

Bu hususlarda, (Weil’in tüm eserleri dilimize henüz çevrilmiş olmasa da) Ketebe Yayınları arasından çıkan Allah Aşkı Üzerine Düzensiz Düşünceler (Çev.: Orkun Elmacıgil, İstanbul 2018); Kişi ve Kutsal (Çev.: Orkun Elmacıgil, İstanbul 2019; aynı adla Çev.: Murat Erşen, Vakıfbank Kültür Yayınları, İstanbul 2018) ile son olarak Doğubatı Yayınları arasından çıkan Yerçekimi ve İnayet (Çev.: M. Mukadder Yakupoğlu, İstanbul 2019) adlı kitaplardan genel bir fikre ulaşmak mümkündür.

Ayrıca, Kişi ve Kutsal’a yazdığı önsözde “Gerçek şu ki, Simone Weil düşüncesinin ana kategorisi başka yerde, etik ve siyasetle ilişkillerin hâlâ düşünülmeyi beklediği bir deneyimde bulunur. Bu deneyimin, Cahiers’de (Defterler) okuduğumuz, bir adı vardır: Bahtsızlık, bu hayranlık verici sözcüğün başka dillerde eşdeğerlisi yoktur” dedikten sonra “Weil’in felsefesi, Epikuros’unkine simetrik olarak zıt bir zihinsel işlemden yola çıkar: Eğer Epikuros insanı tüm acıların sona erdiği andan itibaren düşünüyorsa, Simone Weil insanı tam aksine, tüm hazların ve iyiliklerin ortadan kaybolduğu andan itibaren düşünür. Epikuros için nasıl ki acının sona eremesi deneyimi, var olmaktan duyulan küçük neşeye ve dostluğa açılan eşikle kesişiyorsa, aynı şekilde Simone Weil için de, bahtsızlığın kayıtsız şartsız kabulü öyle bir eşiğe dangasını vurur ki bu eşik aşıldığında enerjinin ve yaşamın bozulmamış bir biçiminin deneyimi mümkün hale gelir” şeklindeki açıklamasını “Simon Weil’e göre, bir siyaset ve bir etik bu eşikten hareketle düşünülebilir ama açıktır ki Weil aradığı şeyler için adlar bulmayı başaramamıştır.” yargısıyla tamamlayan Giorgio Agamben’den de belirttiğimiz hususta destek alınabilir. Ki, Agamben Kutsal İnsan adlı kendi çalışmasında, kutsalla onca meşgul olduğunu bildiği halde Weil’den hiç söz de etmemiştir.

Buna rağmen Weil, felsefe – din ve aforizma üçlüsünün düşüncedeki güçlü etkisini görmemiz ve bize göre yeni olmayan ancak Batılılar için büyük yenilikler taşıyan yaklaşımlarını bilmemiz bakımızdan mutlaka okunması gereken bir felsefecidir.