Fatih Sultan Mehmed çağları aşan geniş ufkuyla fethin şifrelerini kavramış, daha surların önüne gelmeden alınması gereken bütün askeri, siyasi, coğrafi ve stratejik tedbirleri almıştı. Marmara'daki Adalar fethedilmiş, Bizans İmparatoru'nun kardeşlerini Mora'da ablukaya almış, Macar Kralı Jan Hunyad ile de mütareke imzalamıştı. Kendinden önceki yirmi kuşatmanın âkıbetini bilen II. Mehmed, azim ve kararlı olmanın başarıya ulaşmadaki sırrını anlamıştı: "Ya ben İstanbul'u alırım, ya İstanbul beni"

Rumeli Hisarı gibi muhteşem bir abide, insan muhayyilesini zorlayan 4,5 ay gibi kısa bir zamanda yapıldığında, Boğaz tamamen Osmanlı'nın kontrolüne geçmiş, İstanbul kapıları aslında aralanmıştı. Yahya Kemal'in dediği gibi, fetihten çok önce Üsküdar'ın ve Boğaziçi'nin köylerinde beş vakit ezan okunur, aksakallı ihtiyarlar abdestlerini alıp namazlarını kılardı.

Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!

Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.

Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?

Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü!"

Elli üç gün en mehâbetli temaşa idi o!

Sanki halkın uyanık gördüğü rüya idi o!

Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan;

Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan;

Canlanır levhası hâlâ beşer ettikçe hayal;

O zaman ortada, her saniye gerçek bir hal.

Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha

Şanlı namiyle 'Büyük Top' denilen ejderha.

Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,

Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç'e;

Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak,

Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,

Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin uçtuğunu;

Saklamış durmuş asırlarca hayalinde bunu.

Aradan 566 sene geçmiş olması fethin tazeliğine ve canlılığına halel getirmemiştir. Müslümanların takdir ve duaları, düşmanlarımızın kin ve intikam duygularına karışmıştır. Bizdeki tarih şuuru sönmeye yüz tuttukça Kostantinopolis sevdalıları yeni heveslere kapılmakta, ezanı susturulmuş Ayasofya'nın kubbesine haç takacakları günü hayal etmektedirler.

Şu iki tarihi gerçeği hatırlatmakta fayda görüyorum: Birincisi Kudüs'ün, İkincisi Endülüs'ün başından geçen acı olaylar

Kudüs 1187 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından yeniden fethedilip, Haçlı işgalinden kurtulmuştu. Eyyubiler ve Memlükler'den sonra bu kutsal şehre Osmanlı sahip çıktı. Ama Haçlı zihniyeti asırlarca Kudüs'ü hiç unutmadı. Kin ve intikam duygularıyla 730 yıl sonra geldikleri Kutsal şehri işgal edip, bu defa Siyonistlere hediye etti. 11 Aralık 1917'de Kudüs'e giren İngiliz Generali Allenby "Bugün Haçlı Seferleri sona ermiştir. Türkler artık burada olmayacak. Kudüs'ü Hıristiyanlara Noel hediyesi olarak sunuyorum" demişti.

Endülüs'te ise başka bir üzücü macera yaşanmıştı. 711 yılında Tarık bin Ziyad'la başlayan fetihler sonunda neredeyse bütün İber Yarımadası Müslümanların hakimiyetine girmişti. 1492 yılında Gırnata Emirliği sona erinceye kadar sekiz asra yakın devam eden Endülüs'ten geriye, kiliseye dönüştürülmüş camiler ve çan kulesine çevrilmiş minareler kaldı. O güzelim şehirler, Kurtuba, İşbiliyye, Tuleytula, Gırnata yeniden işgal edildi. Kitaplar yakıldı, camiler yıkıldı, insanlar öldürüldü, koskoca bir medeniyet yok edildi. Şimdi Müslümanlar müze olan Kurtuba Ulu Camii ve Elhamra Sarayını gezerek kendilerini teselli etmeye çalışıyor.

Bunları niçin anlatıyorum derseniz, cevabım biraz sitemli olacak.

İstanbul'un kıymetini bilelim ve sahip çıkalım. Ülkemiz İslam'ın son kalesidir, İstanbul ise en yüksek burcudur. Sadece hamasi nutuklarla fethin yıldönümünü kutlamak yetmez. El ele vermiş olan iç ve dış düşmanların sinsi ve aldatıcı planlarını bozmak için çok uyanık olmak gerekiyor. Son zamanlarda yaşadığımız sosyal ve siyasi gelişmeler bir de bu açıdan değerlendirilmeli.

İslam Ülkelerinin çoğunun ABD ve Batılı emperyalistlerinin güdümünde olduğu böyle buhranlı bir dönemde, Müslümanların sahibi ve hamisi olan güçlü ve kararlı bir Türkiye elbette onların gözünü korkutmaktadır. Düşmanlarımız tarihe bakarak, Osmanlı'yı, Selçuklu'yu, Eyyubiler'i veya Endülüs'ü hayal edip Müslümanların tekrar bir araya gelmemesi için türlü planlar yapmaktalar. Birinci hedef ise İslam Âleminin lider ülkesi Türkiye'dir.

Çamlıca Camii, yüzyıllar içinde Osmanlı'nın İstanbul'a vurduğu mühürlerin en son halkasıdır. Ama fethin sembolü olan Ayasofya'da müslümanların asırlarca yüz sürdüğü secdegahlar, hâlâ kirli ayaklar altında çiğnenmektedir. Fatih'in vakfiyesindeki bedduadan kurtulmak, Ayasofya'yı tekrar camiye çevirmek, İstanbul'un yeniden tapusunu kıyamete kadar almak demektir. İnşaallah ömrü olanlar bu mesut günleri yaşayacaktır.

Fatih Sultan Mehmed'in torunları basit oyunlara gelmeyecek, Türkiye'ye ve İstanbul'a sahip çıkacaktır. Buna yürekten inanıyorum.