Ölüm korkusunu insan normal şartlarda zihninde bastırabilir ya da kontrol edebiliyor. Ancak salgın, deprem gibi kaotik durumlarda bu korku  şiddetlenirse kontrol edilemez hale gelebilir.

Felaketle ilgili görüntüler ve felaket senaryoları mesela   hastalığın kendisine ya da yakınlarına bulaşacağı konusu sürekli konuşuluyorsa endişe artar.

Ölüm korkusunun uzantısı olarak da uykusuzluk, kâbus görme, çabuk sinirlenme, gelecek konusunda ümitsizlik, yalnızlaşma, yabancılaşma gibi şikayetler çoğalır.

Tehlikeli sulardan geçtiğimizde gemiyi nasıl yürütürüz? Dini, manevi ve  kültürel değerleriniz  en önemli dayanağız halini alır. Yapıştığımız  dal cankurtaran simidimizdir. Bunu kaldırır, iptal ederseniz, insanı çırılçıplak bırakırsınız.  Her türlü saldırıya elverişli hale sokarsınız.

İnanan insan için ölüm korkulacak bir olay değil. Çünkü  yokluğa  ve hiçliğa gidiş değildir. Tebdil-i mekandır. Çünkü,  insan  ebed için yaratılmış ve sonsuzluk yolcusudur. 

Ama inanmayan insan ölünce neye uğrayacağını bilmiyor. Hiçlik kadar korkutucu şey yok hayatta. Dayanıksızlığın en uç noktasıdır yokluk  duygusu. Seni  bilinmezliğe götürüyor. Ancak inancınız varsa  karanlıktan ve boşlukta sallanmaktan kurtuluyorsunuz.       

Son zamanların Yeni Korona Virüs salgını ile  hasıl olan,  basınla şişirilen ve medya ile körüklenen korku imparatorluğuna  getirmek istiyorum konuyu.

Hemen şunu ifade edelim ki  insanımızın Kader ve Tevekkül anlayışı ve kutsal değerlerimiz bir aksesuar değildir.

İnanç  hazinesinden destek alınmazsa  insanı dayanıksız hale getirirsiniz..  Bağışıklık sistemi daha da  çöker.  Salgın hastalık karşısında patır patır düşer. Hazan yaprağı misali oradan oraya savrulur

Başta Korona virüs haberleri olmak üzere medyamızın  haberleri sunuş şekli,  hem kültürel ve geleneksel kodlarımıza ve hemde inanç değerlerimize   ters düşmektedir.

Medyanın  huzursuzluğu tırmandıracak     şekilde  habercilik anlayışı bir sorumsuzluk örneğidir.  Haberlerin bu şekilde sunulmasında bozulan sadece psikolojiler değil, aynı zamanda bağışıklık sistemidir.

Hulasa maske ve mesafe uygulması ile   aşı beklentisinin ötesine geçmeliyiz.  Korkuyu ve endişeyi artırıcı şekilde sorumsuz  habercilik anlayışı  yerine medeniyet ve kültürel   değerlerimizle barışı  yerli ve milli  yeni bir habercilik anlayışı geliştirilmelidir.  Medyamız başıboş ve sahipsiz görüntüden kurtarılmalıdır.

Bunun yanında, Aysbergin altında ”bizi hastalandıran sebepleri  ”ortadan kaldıracak köklü tedbirleri ele almalıyız.  Bunlardan birisi de   bağışıklığı sistemin toptan mahveden yanlış  beslenme ve sağlık  anlayışıdır. Bu yanlış gidişatı   değiştirecek;  sade ve  doğalı beslenmeyi öne çıkaran yeni ve doğru beslenme bir  anlayışıdır.   .    

Acilen  gerekli  yasal düzenlemeleri  yapabilirsek, sadece virüs salgınına karşı kendimizi emniyete almayacağız. Başta kanser    şeker, tansiyon damar,  kalp hastalıkları gibi daha bir çok kronik   hastalıkların önüne geçeceğiz.

Kanuni düzenlemeler yapılsın!!?   Bağışıklığımızı düşüren  GDO lu ve  katkılı ürün üretimi yerine doğal  üretime  geçelim.  Toprağı pestisit ve suni gübre uygulamalarından koruyalım. Gıda üzerindeki oyunlar ortaya çıkarılsın. 

Bu konuların ayrıntısını başka zamana bırakıp, psikolojik destek kaynağı olarak   iman, tevekkül ve sabır anlayışının önemine dikkat çekmeye devam edelim.

İnsan bu alemin meyvesi olarak yaratıldığından insan  kalbinin  her şeyle   bir bağlantısı ve ilgisi var. Mala ve ‘cana’ gelen zararlar onu derinden yaralamaktadır.  Sadece kendi dertleri ile değil, yakınlarının  ızdırapları ve elemleri  de onu  etkiler.. 

İnsanın başından  eksik olmayan felaketlere ve sıkıntılara  karşı dayanma gücü verecek    kaynaklar var.  Tabi ki  bunların başında    kader  ve tevekkül inancı gelir.

Kader ve tevekkül inancı insana dayanma gücü veriyor.

İbni Sina veba salgını karşısında evlerinize çekilin, neşeli olun, veba neşeden kaçar demişti. Evet ama nasıl neşeleneceğiz?   Halbuki medya “Güzel     gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” prensibini unutmuş görünüyor.. " Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler" sözüne itikadı da yok gibi. 

Medyamız, sıkıntılı zamanlarda  daha fazla  olayların pozitif yönlerine baktıracak bir anlayışta olmalı ki insanların psikolojisi daha fazla bozulmasın.

İnsan   darda kaldığında İMDADINA yetişecek birisini arar. Bu fıtratın gereğidir. İSTİNAT/DAYANAK noktası bulmazsa kendisini yetim gibi sahipsiz hisseder. Bu da yaratılışının icabıdır

En inançsızı bile      dar zamanında "Allah" demeye başlar.  Çünkü  insan aklı ile inanmasa bile vicdanı daima Hakk’a bağlıdır.

Çaresiz kaldığında İMDADINA yetişecek bir kapı; dara düştüğünde kendisine sahip çıkacak DAYANAK noktası bulamazsa insan  başta ölüm olmak üzere başında eksik olmayan hastalık ve belalar gibi elem verici hadiseler onu  ziyadesi ile korkutur ve endişe bulutları onu boğar.

İman esasları bir bütündür.  6 iman esasından birisi Kader inancıdır. Her müslüman hayırın da   şerrin de  Allah’tan geldiğine inanır.

Medya dünyamız, artık materyalist ideoloji ve  seküler anlayışın borazanı olmaktan kurtulmalı.    “Psikoloji   ayarlarımızı bozmaya kimsenin hakkı yoktur.     

Eğer imanınız var  ve güçlü ise iman tevhidi, tevhid de tevekkülü doğuracaktır. Tevekkülünüz sizin en büyük bir huzur vesileniz olur. Çünkü   Güneş te onun elinde virüslerin dizgini Onun elinde. O ne yaparsa güzel yapar.

Ey medyamız tevekküle karşı çıkan bu tavırlarınızla küçücük mikroba ve virüse mağlup olan kendi aciz ve zayıf  nefislerinize itimad etmiş oluyorsunuz. Dahası Allah’ın yardımını, ihsanını hiç düşünmüyorsunuz.  

Tevekküle karşı çıkan bu tavırlarınızla Allahın sonsuz kudretine karşı çıkma psikolojisi içine giriyorsunuz.  

Halbuki  iman varsa imkan da vardır. Tevekkül de.

Sizin bu tavrınızla oyuncak uçaklarla galaksileri fethe çıkan, tabancalarıyla yıldızları birer birer düşüreceklerini sanan ahmak çocuklara benziyorsunuz.

Sebepler dairesinde çözümler var. Ancak sebeplerin de tabi bir sınırı var.

En güçlü tedbirleri alsak bile teknik ve teknolojimiz aciz kalabiliyor. Japonya’da Fukuşima Nükleer Santral ve Tsunami felaketini hatırlayalım.

Evet insanın gücü de ilmi de sınırlı. Allah'ın işine karışamayız.

Sıçramakla ellerimizi Ay’a vuramayız.

Yada ışığı azalmasın diye Güneşe elektrik ihraç edemeyiz..

Yahut da arz küremiz arıza yapınca, aşağı inip arkadan itekleyemeyiz.

İhtiyarlığa dur demek için saçları boyatmak çözüm olmuyor.

İnsanın iradesi de gücü de sınırlı çünkü..

Bazı insanlar korkusunu yenmek için, karanlık sokaklardan geçerken türkü söylermiş.

Tevekkül etmeyenlerin ölüm karşısındaki durumunu buna benzetebiliriz.

Ölüm korkusunu kahkahayla boğarak yenebilir miyiz?

İmandan ve tevekkülden uzak insanlar,  kendilerini çeşitli oyuncaklarla oyalasalar da, canları her an iğnelenmekte, huzurları daima zedelenmektedir.

Hulasa, insanın eline bakan insanın kulu; sebeplerin ötesindeki Allahın eline bakan Allahın kulu olur.

Tevekkül anlayışının en veciz ifadesi bu olsa gerek..

“Çalışmak âdetim, tevekkül hâlimdir.” (Hadis)

İnsanın yolu bir çok defa hastalıklara, musibetlere, çaresizliklere, ihtiyarlığa da uğrar.

Bütün bu safhalarda insan tevekkülsüz nasıl yaşayacak?

Bir hasta, muayene olma ve ilâç alma safhalarından sonra şifa bekleme dönemine girer.

Doktoru da yanıbaşında onun iyileşmesini bekler.

Bu bekleyiş Allah’a tevekkülden başka bir şey değil aslında.

Tevekkül, hastalığa olduğu gibi, ihtiyarlık mevsimi ile insanın yüzüne daha fazla vuran, ölüm habercisi soğuk rüzgârlara karşı da en büyük teselli ve dayanak halini alır.

Olaylar kendi iradeniz dışında cereyan etmektedir.  Şer görünen olaylarda  rahmetten tecelliler olabilir.  Hikmetini bilmesek de Allahın bizim hakkımızda takdir ettiklerinde hayır bulunur.

Tevekkül: Sebeplere teşebbüs konusunda kendisine düşen görevi yerine getirdikten sonra neticeyi Allah’dan beklemek. Onun takdirine razı olmak anlamına geliyor.

Sebepler dünyasında yaşadığımızı biliyoruz. Ekmeden biçemeyeceğimizi de.

Toprakdaki atom/moleküllerin ve elementlerin buğday yapacak ilme, kudrete ve iradeye sahip olmadıklarının pek ala farkındayız.

Bu yüzden sebeplere teşebbüs eder ondan sonra da Allah’a tevekkül ederiz.

Zira, ağaçtan meyve topraktan buğdayı ve bu alemden insan süzüp çıkaran O’dur.

İnsan neticeyi sebeplerden değil, Allah’dan bekler; duasını, şükrünü ancak O’na yapar.

İnsanlar evlerini depreme dayanıklı bir şekilde yapmamışlarsa sebeplere teşebbüs etmediğinden Allah’ın koyduğu fıtrat kanunlarına karşı çıkmış oluyorlar. Bu karşı çıkmanın cezasını dünyada da çekerler.

Evet Virüs Salgınına  karşı da bilim araştırmanın, aklın, yetkililerin gösterdikleri yolda gerekli tedbirleri alacağız..

Ancak insanları da gereksiz endişelere ve altında ezileceğe korkulara sevketmemek için tedbirler alacağız.

Çünkü bu alemin sahibinin her işini hikmetle yürüttüğünü, kullarını ve yarattıklarına çok şefkatli davrandığını görüyor ve inanıyoruz. Ona güvenmenin ve dayanmanın adı olan tevekkülün huzurunu ve tadını yaşamak istiyoruz.

İnsanımızın elinden bu yaşama sevincini ve tadı almaya; huzurunu da  bağışıklık sistemini de çökertmeye kimsenin hakkı yoktur.