YÖK sistemi diploma vermeye odaklanan bir üniversite yapısı ortaya çıkardı. Bir kısım vakıf üniversiteleri ile yapının bozucu etkisi tavan yapmaktadır. YÖK’ün bu olumsuz yapısına direnen; iyi üniversite örnekleri var. Ancak bunlar mevzi kalıyor.

Orta öğretimin “herkesi” üniversiteye aday hale getirmesi ve mesleki eğitimin göz ardı edilmesi sonucu oluşan “yüksek öğrenci pazarı” iştahları kabartıyor. Bu arada “diplomalı işsizler ordusu” giderek büyüyor.

Acenteciliğin alabildiğine kolaylaştırıldığı ve yerli ürün geliştirmenin önüne bürokratik bin bir engelin konulduğu şu ortamda üniversitelerin yapacağı çok bir şey kalmıyor.

Üstelik YÖK sistemi tüm hatları ile öğretim üyelerine şunu söylüyor: “Siz yabancı dilde yayın yapın. Akademik terfi için bu yeter. Topluma ve öğrenciye yenilik namına bir şey vermeseniz de oluré…

Halbuki, her aklı başında ülke, üniversitelerde hocaların kariyerlerini, terfi etmelerini halka ve öğrenciye yapılan bilimsel fayda ve katma değere bağlamış..

Dışarıdaki üniversitelerde yönetmeliklere baktığımızda ne görüyoruz: Diyor ki hocalarına: “Buluş yapacaksın, buluşu patente dönüştüreceksin, ürün geliştireceksin, danışmanlık yapacaksın”

YÖK ile kurulan oyunun kuralları ise bizde böyle işlemiyor: Yabancı dilde bilimsel yayınlar her kademede her yerde birinci şart .. Akademik yükseltmelerde en önemli, kriter bu.

İkinci olarak da YÖK’ün “ders ücretli eğitim sistemi eğitimi ranta dönüştürdü. Çok ders verince çok para kazanıyorsun. Çok ders vermeye ayarlı negatif bir rekabet oluşuyor bu durumda. Bu yapı, hocaları dersliklerin duvarları arasına sıkıştırıyor. Eğitimi uygulamadan koparıyor.

O yüzden de hocalar, “topluma ne veririm, sanayiye ne kazandırırım”ın derdine düşmüyor. Başka bir şeyle uğraşmaya vakit bulamıyor.

Devletin, üniversitelerimize AR-GE amaçlı verdiği finans desteği (BAP ve TÜBİTAK proje destekleri vb.) çoğunlukla bilimsel yayın yapmakta kullanılıyor. Bu yayınlardan faydalananlar, onu patente ve ürüne dönüştürenler Batılılar oluyor. Bu gidişatın durdurulması lazım.

Örneğin Japonya’da, Almanya’da lisans öğrencisi bile araştırma ve proje konularını halkın sınai/kültürel/mali gerçek problemlerinden alıyor.

Neden kolaycılığa kaçıyoruz?

Neden karşılığı olmayan tez ve projelerle uğraşıyoruz? Ülkeler, bilimsel varlığı dışarıya transfer edilmesin diye kontrol sistemleri koyuyor.

Bakın, gerek Batı üniversite modellerini olsun gerekse Japonya ve Kore’nin üniversite sistemleri olsun. Gördüğümüz şudur: Hocaların performansı bilimsel yayınla değil, toplum sorunlarına bulduğu çözümler, uyguladığı eğitimin kalitesi ve yetiştirdiği öğrencilerle ölçülür.

Aklı başında ülkeler tüm hatları ile bilimsel çalışmaları gerçek sorunlara odaklı (sınai, ekonomik, kültürel) yürütürler. Değil yüksek lisans ve doktora, lisans tezleri bile sektörün gerçek problemlerinden alınır.

Bu düzeninin kaldırıldığını düşünün! On binlerce ülkemiz bilim adamı her biri bir köşede memleket dertlerine çözüm üretecek..

tez ve projeler firmaların ve şirketlerin, devletin/ülkenin sorunları ile ilgili hale gelecek. Her sahaya buluş ve yenilikler yağmaya başlayacak. Katma değerli ürünlerle ekonomi kırılgan yapıdan; dışa bağımlılıktan kurtulacak.

Bunlar hayal değil…

O takdirde Ülkemize her alanda bilimin öncülüğü geldiğinde el yordamı ve göz kararı ile iş yapma devri son bulacak. Sadece o mu? Hayır.. Rant ve bürokrasi devri de son bulacak. Her alanda kalite ve liyakat esasları işlemeye başlayacak.

Çünkü bilimsel ve teknolojik bulguları ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürme yeteneği ancak üniversitenin öncülüğü ile gelebilir. Bilimle kalkınma devrinin önü ancak bu şekilde açılabilir.

Sonuç olarak ülkenin gelişmesinin önündeki en büyük engelin mevcut YÖK düzeni olduğunun bir kere daha altını çizelim.

YÖK, memleketin hayrına çalışan bir mekanizmaya dönüştürüleceği günü hasretle bekliyor.

Bu konuyla alakalı başka bir yanlış uygulama ise yurt dışına doktora ve master için öğrenci göndermede yaşanıyor. Bu göndermede bir başıboşluk ve amaçsızlık var.

Konuya “yurt dışına niçin eleman gönderilir?” sorusuna cevap vererek başlayalım. Kritik ve belli alanlarda, bizde olmayan yüksek ve ileri teknolojilerin ülkemize transfer edilmesi için değil mi? Böyle bir amaç ve strateji olmadığı için yurda dönüş yapanlar en iyi bildikleri konularda araştırmalarına devam ederler.

Bunun anlamı şudur: Yayın yaparak yine yurt dışındaki yabancının zincirine yeni halkalar eklemeye devam edilir. O kişiyi yurt dışına yollayan ülkemize ve fedakâr milletimize herhangi bir faydası olmaz. Üstelik ülkemizdeki stratejik bilgilerin dışarıya transferi devam eder.

MEMLEKETİN HAYRINA ÇALIŞAN BİR YÖK SİSTEMİ HAYAL DEĞİL!

Devlet proje desteğini AR-GE çalışmalarından ekonomi, kültür, sınai alanlarında ve sorunlara çözüm üretecek reel karşılığı olanlara tahsis etmelidir. Akademisyen yayın yapsın, akademik terfi alsın diye değil. Ürün geliştirme gibi somut bir çıktısı görünmeyen bilimsel projelere destek sunulmamalıdır. Yayın yapmak, bir bilimsel çalışmanın amacı olmaktan çıkarılmalıdır.

YÖK ve üniversiteler kanununu yeniden hazırlayacağız.

Hazırlarken de en önemli değişiklik şu olacak: Unvanlar için yeni kriterler getirilecek: Doçentlik ve profesörlük gibi unvanlar verilirken öğretim üyesinin bölümüne, kurumuna, yöresine ve tüm ülkeye verdiği hizmet, yetiştirdiği insanlar, kurduğu/oluşturduğu alt yapı ve bilim ekolü gibi gerçek bilimsel kriterler esas haline getirilecek.

Yüksek Öğretim Kanununda öyle değişiklikler yapmalıyız ki, her yıl üniversitede hocalarının halka ve öğrenciye ne verdiği sorgulanabilsin.

YÖK sisteminin akademisyenlerin ülkenin gerçek ve stratejik ihtiyaçlarına yönelik bilimsel çalışma ve araştırmalara karşı elini kolunu bağladığını söylemiştik. Örneğin firmalara, piyasaya danışmanlık gibi görevler yaptığınız takdirde başınız belaya girebilir.

Bu yüzden de kimse oturup sanayiye, kültüre ekonomiye, iş dünyasına faydalı; halkımızın derdine deva projelerde görev almak istememektedir.

Yine bu yüzden üniversitelerde yüzlerce binlerce tezler araştırmalar yapılıyor ama bunlar genelde sinai, ekonomik ve kültürel hayatımız ve geleceğimizle alakalı değil.

Düşünün ki bu kadar üniversite ve on binlerce öğretim elemanı taşıyorsunuz ve onlardan istifade etmeyi bilmiyorsunuz.

Halbuki kalkınmanın temelinde üretime dayalı eğitim ve buluş, yenilik, inovasyon vardır.

Üniversite reformu acil öncelik.. Şimdi reforma esas olacak bazı dönüşümleri madde madde sıralayalım.

İşte o esaslar:

1- Her bir üniversiteye konumlarına ve güçlü olduğu alanlara göre ülkenin yeni genel hedeflerine bağlı araştırma konu ve görevleri verilmeli. Ayrıca zihnî emek ve fazla fizikî yatırım gerektirmeyen dallarda da araştırma takımları kurulmalıdır. Örneğin tarımın, hayvancılığın canlandırılacağı yörelerdeki üniversitelerde moleküler biyoloji ile tohumculuğa, hayvan nesillerinin geliştirilmesine yönelik araştırmalara ağırlık verilmelidir.

2- Gerçek öğrenme, yaparak öğrenmedir. İnsan eksikliklerini yaparak ve araştırarak öğrenir. Bunun için dünyada artık AR-GE personeli olarak doktoralı elemanlar istihdamı yaygınlaşmıştır. Ülkemizde AR-GE yaygın ve kazandırıcı hale gelirse fen ve teknik dallardan mezun olanlar iş bulmaya başlayacaklardır. Yeni sanayi dallarında üretim yapacak bölgelerde fizik, kimya, bilgisayar (yazılım ve donanım), mühendislik araştırma ve geliştirme merkezleri kurulmalıdır. Böylece, bu araştırma merkezlerinde yüzlerce doktoralı, masterli genç için toplu iş sahaları açılacaktır.

3- Gelişmesini tamamlamış üniversitelerde tercüme merkezleri oluşturularak yabancı kaynaklar hızla Türkçeleştirilmeli, insanımıza yaygın bir şekilde kendi dilinde en yeni kaynaklara ulaşma imkânı sunulmalıdır. Teknoloji değişimi ve gelişimi büyük sürat kazandığından bilim ve teknoloji üretecek kurumlarımızın bu hıza yetişmesi için merkezi konumdaki üniversitelere bilgisayar ortamları, bilim ve teknoloji alanında kütüphaneleri kurulmalı. Dış ülkeler ile dinamik bağlar oluşturulmalı ve bu bağlar sürekli güçlendirilmelidir. Bir yandan da dışarıdaki beyin göçünü tersine çevirmenin yolları araştırılmalı, oradakileri ülkeye çekecek formüller geliştirilmelidir. Bir kısmından, kadrosu orada kalmak üzere kısmi statüde yararlanma yoluna gidilmelidir.

4- Burs ve destek imkânlarının artırılması ve çeşitlendirilmesi halinde sadece yüksek lisans ve doktora değil, doktora sonrası çalışmalar da yaygınlaşacaktır. Araştırma merkezlerinin özel ve kamu iktisadi kuruluşlarıyla sıkı teması ve iş birliği geliştirilmelidir. Bu merkezlere alınacaklar şimdi olduğu gibi yeteneği belirleyemeyen ALES ve KPSS gibi test sınav sonuçlarına göre değil, bilim ve teknik alanlarda düşünebilme ve üretebilme yeteneklerine göre işe alınmalıdır.

Akademisyenler hali hazırda “dosya yayını” yapmak gibi topluma faydasız çalışmalardan kurtarılıp onların, ülkenin sosyal, kültürel ve fikrî alanda güçleneceği öncelikli konularda araştırma yapmalarını sağlayacak tedbirler alınmalıdır.