Hastane odasında 3. günün gecesi. Derinliğine hasret kaldığım uykumdan sıçrayarak uyandım! Zaman mefhumunun kafamda yerleşmesi ve zihnimi toparlayabilmem için gözlerimi açtıktan sonra bir müddet geçmesi gerekiyor. Saate baktım. 03.43. Odamın büyükçe penceresinden görünen tek şey; kabası bitmiş, inşaatı halen devam ettiği anlaşılan ek hastane binası. Birde o binaya konan martılar ve kargalar! Varlıkları bir nebzede olsa yalnızlık hissimi azaltıyor. Kuş ya! Özgürlüğü hatırlatıyor. ‘’Vakti gelince sende bu hastaneden uçacaksın’’ diyorlar sanki! Üç gündür karantinadayım, daha kaç gün sürer bilmiyorum! Tüm görevliler odama girdiklerinde işini yapma ve bitirme motivasyonunda. Onların da işi çok zor! Hemşirelerin satürasyon, ateş ve tansiyon ölçümü neredeyse bir dakika içinde bitiyor. Yemek getiren görevli ise çok daha hızlı. Temizlikçi hakezâ! Allah’tan, Dr. Adnan Hocam gün içinde geliyorda biraz sohbet edebiliyoruz! Yalnızlığımı paylaşan martılar ve kargalar ise hayli ilginç, sanırım hastanede kaldıkça nöbet çizelgelerini daha net anlayacağım. Aynı anda konmuyorlar binaya! Belli, kendi aralarında bir sistematiğe bağlamışlar. Biri varken diğeri olmuyor. Biri siyah, diğeri beyaz. Sağlık ve hastalık gibi sanki! Biri varken diğeri yok! Kondukları o bina ben olsam gerek? Halen inşâsı bitmemiş…

Uyanığım ama halen zihnimi toplamış değilim. Halusünatif şekiller, karşı binanın pencerelerinde ışık oyunlarıyla birbirine yaklaşıyor, sonra ayrılıyor. Sonra şekiller açı değiştiriyor, iç içe giriyor çıkıyor, küçülüp büyüyor. Boğazım kurumuş, batıyor genzime. Bir yudum su içmek için doğrulup etajere uzanıyorum. Kan-ter içindeyim, atlet değiştirmem lazım, boynumdan başıma doğru sızım sızım bir ağrı akıyor, bütün oda üzerime çökmüş sanki, halsizlikten kolumu kıpırdatasım yok. Bu nasıl bir maraz arkadaş? Grip desem değil ama gripten özellikler var. Sinüzit gibi sanki! Akut Faranjit mi? Öksürükte var ama bronşitte değil! İlkin belden aşağı tarifsiz eklem ve kas ağrılarıyla başlamıştı şimdi ise geldiği noktaya bak! Tüberkilozmu oldum? Yada orta kulak iltihabı Otit mi? Larenjit olabilir mi? Yoksa bildiğin zatürre mi? Yok yok! Buna CoVID diyorlarda, adı ne olursa olsun sanki bir el tarafından, tüm solunum yolu hastalıklarından bir takım özellikler itina ile seçilmiş ve bu covide yüklenmiş tam bir maraz adeta! Üstad Dilipak demişti; ‘’biyolojik bir ajan bu’’ diye! Hem de sadece beden ülkeme saldıran değil, ülkemi ve topyekun insanlığı hedef alan bir ajan! Bir yıldır çöreklendi başımıza gitmiyor! Hastanın durumuna göre hidroksiklorokin ilacı yada favipiravir hapı veriyorlarda, e bu virüs izole edilmedi ki? Birde varyantlar var! Bendekide kesin bir varyant, İngiliz mi acaba? Hind, Brezilya, Güney Afrika? Hangi turist getirdi lan bu varyantları? Kesin bir tedavi için ilacı yok ama aşısı var! Faz’ları yani etkinliği ve yan etkileri henüz kanıtlanmamış aşılar! Düşüncelerim birbirini ikrar ve inkar karmaşasında birbiriyle boğuşuyorken, tam o esnada pencere tarafından bir sesle başımı o yöne çeviriyorum: ‘’Tık tık!’’

Yağmur mu başladı acaba? Bir müddet sonra yine ‘’tık tık!’’ Dolu falan mı yağıyor? Daha dikkatli bakıyorum. Hafif aralıklı penceremde, karşı binanın sarımsı ışıklarının yansımasıyla görülebilen bir silüet var ama ne ki bu? Hayırdır? Kuş mu ne? Evet evet bir kuş! Hem de karga, o karga! Karşı binaya konup ‘’gak gak’’ öten o karga. Yok martıya da benziyor! Martı ve karga iç içe giriyor, kanatları birbirine dolanıyor, renkleri değişiyor garip bir kuş oluveriyor. Puhu, Keklik, Tavus kuşu, Baykuş mu yoksa? Bülbül mü? Hadii! Yoksa Simurg mu bu, Kaf Dağının ardında ki? Manevi bir boyut mu tecelli ediyor? Ateşim hayli yüksek! Kan-ter içindeyim! Başımda bıçak gibi bir ağrı! Ama o ne? Attar’ın MANTIKU’T-TAYR’ındaki bütün kuşlar tek tek penceremde görünüyor sanki. Zihnim! Ah zihnim! Ne oyunlar peşindesin. Hüma? Tuğrul? Anka? Sanki Zümrüd-ü Anka penceremde. Bir yudum su daha içiyorum. Gözüm pencerede! Bir kez daha bakıyorum! Hastaneye yattığımdan beri karşı binaya konuşlanan o karga. Evet o karga! Her taraf sessiz, loş bir ışık karganın üzerine vurmuş, ardındaki binada pencereler bir küçülüp bir büyüyor, şekiller şekil değiştiriyor. Karga, bir anda martı oluyor bir anda diğer bir kuş! En son bir kez daha gagasıyla pencereyi tıklayan ve aldığı son silüetle kargaya dönüşen kuş, nutkumun tutulmasını sağlayan bir hayretle; o da ne!!! Konuşuyor(!)

-‘’Efendiim! Selamun Aleyküm! Saygılar! Hürmet ederim! Siz, beni tanımassınız. Bendeniz hayli vakittir sizi yakınen tarassut halindeyim. Hatta, zât-ı âlilerinizi Eyüp Sultan’daki ikametgahınızda, evinizin balkonunda da yer yer ziyaret etmişliğim ve ‘’gak gak’’ diyerek selamlamışlığımda vardır.  İdris-i Bitlisi tepesine komşu olmanız hasebiyle, sizlerle bir hukukumuz var. Bizde Halid Bin Zeyd (Eyüp Sultan) hz. lerinin muhabbetiyle dolu olduğumuz için genelde o muhitte bulunmaya gayret ederiz. Hassaten bu komşuluk hukuku gereği ve hemde şu an için arz edemeyeceğim özel sebeplerden dolayı hastalığınız müddetince hem eviniz terasından ve hemde hastaneye naklinizden beri karşıki binadan sizleri an be an yakınen takip etmekteyim. Evvel kelam, Şâfi olan Rabbim sizlere ve cümle hastalarımıza şifalar lütfetsin inşAllah…’’

- (Allah Allah! Ne oluyor? ‘’Febe’aśe(A)llâhu ġurâben…’’ (Allah O’na karga gönderdi - Maide 31Kâbil zalimine, kardeşini gömmeyi öğreten bu karga da nereden çıktı? Hayrolsun! Emr-i Hakk’ın vuk’u bulması mı yakınlaştı?’’ diye düşünürken hafzalamın derinliklerinden gelen çocuk seslerine kulak veriyorum; “Karga karga GAAAK dedi!” tekerlemeleri geliyor derinden. Lafonten hikayelerinin sayfaları açılıyor ve peyniri aşıran karganın peşinden koşan tilkiyi görüyorum. Ağzında peynir mi var yoksa penceremdeki kuşun? Saat halen 03.43! Zaman durdu mu yoksa! Bast-ı Zamandamıyım? Mars’a yolculuk varda kalan bir ben miyim? Ah güneş, seni kararttılar mı yoksa? Bu oda neden havasız ve sanki boru içinde! ‘’Aklım niçin olmazların zoru içinde. Üstüste sorular soru içinde: düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu?’’ dizeleri hücum ediyor dimağıma, ‘’odamın  kuytusu cinlerin mi; perilerin yurdu mu? Şu ‘’tık tık’ pencereme tıklayan; bilinmez, hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?’

Çip’mi taktılar bana yoksa? Nesnelerarası iletişim sonrasında yolculuğa mı çıktım? Neuralink denilen o kıyamet alameti cihazla insanı, hayvan ve makineyle senkronize edecekler ve bunlar birbirini anlayacaklardı! Yoksa ilk bende mi denediler? Elon Musk en son maymunu ile bilgisayarda oyun oynuyordu! Starlink’lerden pencereme hologramik bir karga mı yolladılar? Hz. Süleyman karıncayla, Hüdhüd kuşuyla nasılda kelâm ediyordu? Pencereme konan karga ile mi konuşuyorum? Allah’ım aklıma mukayet ol!!!)

-‘’Ah Efendim! Endişe buyurmayınız! Her halukârda sağlığınız pek tabi yerinde değil. Hatta diğer yandan, şu an bir karga ile konuşuyor olmanızın gayr-i akli mülahazasıylada meşgul olduğunuzu görmekteyim! Hastalık, ateş ve helede bu maraz zihni hayli bulandırabilir. Hastalığın verdiği halet-i ruhiye ile velev ki içinizden ‘’bu mendeburda nerden çıktı?’’ deseniz dahi, alınganlık göstermeyeceğimden emin olabilirsiniz. Malumunuz hakkımızda ‘’kargalar iki asır yaşayan kuşlardır’’ diye, galat-ı meşhur yaygındır. Halbuki en fazla kırk, hadi bilemediniz elli yıl yaşayabilmekteyiz ancak her birimiz bir diğerine çok benzediğinden ve bir önceki nesil, genç nesile tüm bilgi ve tecübesini aktardığından insanlığın hafızasını dahi taşıyabilecek bir imkana sahip olmuşluğumuz vardır ve böyle ömür süren bahtlılar aramızdan çok çıkmıştır. Bizler; şu dersâdetin, sürur veren gökyüzünde hayli vakittir kanat çırpmaktayız. Siz, şimdi bir salgın hastalık vesilesiyle bu güzel hastanenin sıcak odasında mecburi ikamete tabisiniz ya, size; bu konudaki tecrübemizi bizzat aktarmak istedim.

Malumunuz ata kargamız tarafından bizzat uygulamalı olarak Hz Adem'in zalim oğlu Kabil'e dahi yol göstermişliğimiz varken ve Rabb’imiz ismimizi bizzat anarak  Kur’an da bizden bahsetmişken bizler; hayırlı işlerde mi siz Ben-i Adem'e faydalı olmayacağız değil mi ama? Hem endişe buyurmanıza lüzum yoktur! Siz burada mecburi ikamete tabisiniz dedim ama tüm memleket evlatlarıda sizler gibi evlerinde mecburi ikametteler. Malumunuz turistler ise canım İstanbul’un keyfini çıkartmaktalar. Vallahi o bize taş atan haşarı veletleri bile sokaklarda özler olduk! Onları dahi salmıyorlar sokaklara!

Ahh bize neler oldu? Ahh bizi dermansız dertlere düçâr ettiler! Arz ve üzerinde yaşayan insanoğlu bu korona marazından perişan oldu. Bu amansız dert, tüm mahlukatı ve hâssaten biz kanatlı gök ehlinide ayrıca muzdarip etti.  Bir takım hakikatleri şahsınıza arz etmeden öncesinde bilmenizi isterim ki bu afet başımıza açılan ilk olay değil! Bundan yüzyıl öncede ben-i adem yine bir afet, facia, hastalık ve salgınla kırılıyordu!

Amerika Kansas’ta uzun yıllar yaşayan büyük büyük dedemin amcazadelerinden olan alim bir ahbabımız, bizzat büyük büyük dedeme anlatıvermiş. İkametgahlarına yakın Fort Riley’deki Funston Askeri üssündeki bilim adamları, başlangıçta askeri amaçlarla kullanılmak üzere uzak mesafelerde aralarında iletişimi kolaylaştırmak için kablosuz kelam edebilecekleri bir büyük buluşun testlerini yapmışlar. O günleri hayal ediniz efendim. Sesinizi kablo olmadan kilometrelerce uzağa iletebiliyorsunuz! ‘’Allah Allah! Demek ki Hz. Ömer’in Medine minberinden sesini duyurduğu gibi insanlarda uzak diyarlara seslerini duyurabilecekler!’’ diye o zamanlar bu keşfi duyduklarında büyük büyük dedemler, ademoğlunun terakkisinden sevinç gözyaşları dökmüşler! Malumunuz Hz. Ömer, Medine minberinden Irak cephesinde Acemlerle harb etmekte olan kumandanı Sâriye’ye yüzlerce kilometre öteden:

Ya Sâriye, el-cebel, el-cebel!: Ey Sâriye, dağa çekil, dağa!..” diye seslenmesi ve ordunun Ömer’ul Faruk’un sesini duyması da kablosuz ve tabiî ki aletsiz olmuştu. Hz. Ömer Efendimizin, lütf-ü ilahi bir keşif ve kerametle yaptığını insanoğlu ilimle yapıyordu az şey mi? Kim heyecanlanmaz?

O gün sesi gökte uçuranlar, yarın Nebi Süleyman gibi tahtları bir anda nakletmenin imkanlarını da aramazlar mı? İşte HüdHüd’ün, annemiz Belkıs’tan haber getirmesi gibi bende adeta bir HüdHüd misali, ‘’ki kendisi pirimiz olur’’ size bir takım hususi bilgileri arz ediyorum efendim!

Arz ettiğim o bilim adamlarının heyecanı maalesef bir müddet sonra yerini heyulalara bırakıvermiş. O akrabalarımız başta olmak üzere bir çok kuş cinsi hastalanmaya başlamış, öyle ki bu çok önemli keşfin (çok sonraları salgınları tetikleyecek) ciddi etkileri ortaya çıkmış. Sadece o üste yer alan askerlerden 1127’sinde  burun kanaması, ağrılar, solunum sıkıntısı, titreme, öksürük ve yüksek ateşle kırılmalar başlamış. Sadece bir ay sonra 1100'den fazla erkek bu hastalığa yakalanmış ve bunlardan 46'sı dar-ı bekaya göç etmişler. Bu bilim adamları ‘’yanlış anlaşılmasın Bill’in değil, Bilim adamları’’ bilahare anlamışlar ki bu keşfin yaydığı frekanslar ve oluşturduğu manyetik alan insanların hastalanmasına ve önemli bir kısmınında bu hastalıktan ölmesine sebep oluyor. Zamanın gazeteleri bu artarak devam eden hastalığı ve ölümleri grip olarak duyurmuşlar ve yine o günkü gazetelere göre Ekim ortasına kadar ABD Ordusu kamplarında 7000 genç askerin bu marazdan öldüğü tahmin edilirken, tüm yıl boyunca savaş ölümlerinin sayısı ise 9.500 civarında imiş! (1)

Yani o frekansların elektromanyetik dalgalarının özellikle akciğerleri etkilemesi sebebiyle kayıtlara ‘’grip’’ vakası diye geçirilen asker ölümleri olmuş! O günlerde savaşta ölen kadar asker ölüvermiş. Doktorların ilgisini çeken asıl  hadiselerden birisi de, donanmanın % 40'ı,  sivil nüfusunda % 15'inin burun kanamasından muzdarip olmasıymış.  Yani Yüksek ölüm oranlarının çoğu, haberleşme için yoğun olarak radyo frekanslarının kullanıldığı askeri kamplar ve yakın çevresinde yaşayan sivillerin yoğun olduğu yerlermiş ki, işte bu buluşun adı Telsiz-Radyo denilen ve RF (radyo frekans) la çalışan keşifmiş! Maalesef bilim adamları bu muhteşem keşifte RF’lerin dalgalarının tam olarak doğru dalga boyunu bulana kadar nice ben-i ademi ahirete yolcu etmişler. Bu afeti de İspanyol basını dünyaya duyurduğu içinde adına İspanyol Gribi denmiş ve İspanyol Gribi’nin kod adı daha sonra kayıtlara H1N1 diye kaydedilmiş. Hani şu malum SARS, MERS, KUŞ ve Domuz Gribi ile aynı aileden. Ahh daha yakın zamanda o kuş gribi aldatmacasıyla nice candaşımız, hemcinsimiz, uçamayan nice kanatlımıza ölüm şerbetini içiriverdiler! Bizleri katlettiler! Toplu mezarlara atıp üzerlerimize kireçler döktüler! Bu H1N1’in soyunu devam ettirdiler efendim! Bunun zürriyeti oldu! 1918 İspanyol gribine H1N1, 1957 Asya gribine H2N2, 1968’deki Hong Kong gribine de H3N3 dediler. Covid ise bunların kırması oldu adeta kırma kelpler gibi! Tam bir Clonoid yani. Çin'de ortaya çıktığı iddia edilen ve dünyaya yayılmaya başlayan bu 'Corona Virüsü' 60’lı yıllarda ortaya çıktığı enfektif formu nedeniyle taç ya da çelenk şekline benzediği için bu ad verilmiş. Corona demek taç demektir efendim. Virüsün (corona) adı, beyin anatomisi insana benzeyen biz zeki kargaların (corone) yabancı lisanlardaki etimolojik ya da semantik yönüyle de benzerlik göstermesi açısından hem manidar ve hem de biliniz ki biz kargalar için büyük bir haksızlığında kapısını aralamaktadır… Bildiklerimin tamamını anlatsam olur ki duyacaklarınız sizi şu yakaza halinden dahi çıkarabilir!!!’’

-(Bu (corone) Karga, bana ne anlatmaya çalışıyor? İnsanların başına gelenlere bakıp, bu hastalığın kendilerine bulaşmasından ve yine itlaf edilmelerinden mi korkuyor?. Hem arıların, kuşların, kelebeklerin ve hatta balıkların ölümleri hakkında dünyanın her yerinden artarak devam eden haberler gelmiyor muydu? Yada nice kanatlı hayvanın itlaf edileceği gibi biz insanoğlununda toplu katliamının başlayacağınımı ima ediyordu? Ne diyorsun sen karga? Bir yandan hayvan hakları yasası çıkartılırken, öte yandan İtlaf ekipleride kuruldu haberleri gelmiyormuydu???…)

‘’Gaak! Gaak!’’

- (!!!)

 - ‘’Teessüf ederim! Lütfen dikkatinizi bana veriniz! Çok vaktimiz yok! Çok daha mühim şeyleri size arz etmeye gayret edeceğim! Bundan sonra anlatacaklarımı dikkatle dinleyiniz! Öyle ki o günlerde telsiz-radyo RF frekans-manyetik alan deneyleri ve çalışmaları nedeniyle dünyanın bir çok yerinde binler, onbinler ahirete yolcu edilmiş. Kimler kimler! Ah bu salgın nice insanları hayattan etmiş! Devlet-i Ali Osman’ın topraklarında da görülen salgından neredeyse etkilenmeyen ülke kalmamış maalesef!  Hastalık önce Atlantik’i geçmiş, Nisan 1918’de Fransa’yı, ay ortasında Japonya ve Çin’i, Mayıs ayında Afrika ve Güney Amerika’yı tamamen kuşatmış ve bu musibet, bütün dünyayı kasıp kavurduğu gibi İstanbul'u da etkilemiş, payitaht sayısız sıkıntıların yanında bir de bununla uğraşmak zorunda kalmış. Öyle ki, Fenerbahçe Futbol takımı 2 numaralı kurucu üyesi Şevkipaşazade Ayetullah Bey, 1919 yılının Eylül ayında 31 yaşındayken bu hastalık sonucu hayatını kaybetmişte merhum dedemler koyu Fenerbahçeli olarak günlerce gözyaşı dökmüşler. Herkeslerin bilmediği, ehlinin bildiği bir sırrı da bu vesileyle dile getirmiş olayım ki Gazi Mustafa Kemal Paşa’da Samsun'a hareket etme hazırlıkları içerisindeyken bu hastalığa yakalanmış ve hastalığını Beşiktaş'taki evinde atlatmışlar. Yani paşamızda H1N1, yani İspanyol Virüsünden muzdarip olmuş! Yataklara düşmüş! Ölümlerden dönmüş! (2)

Büyük büyük dedem, Paşa’nın hastalığı geçirdiği Akaretler’deki evin bahçesindeki Ihlamur Ağacında günlerce nöbet tutarak yattığı odanın penceresinden paşayı izlemiş ve duyduğunuzda şok olacağınız bir takım istihbari bilgiler Paşamıza arz edilirken kulak misafiri olmuş! Bu bilgilere göre bu hastalık ….’’

devam edecek…

Bülent Deniz – Habervakti.com Genel Koord.

@bulentdenizim

İnsta: @bulentsea

http://www.bulentdeniz.com

(1) 5gvirusnews.com

(2) Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Profösörü Dr. Metin Özata’nın kaleme aldığı "Atatürk ve Tıbbiyeliler" kitabından.